Gizem Barreto Martins
Moda Sahnesi 15 Şubat günü yine bir Koffi Kwahule oyunu ile prömiyer yaptı; Dıkşın: Büyük Şans (Big Shoot). Oyunun konusu bir gösteri. “Bu gösteri bildiklerinizden biraz farklı” diyor prova notları. Ama izleyince görüyoruz ki aynı zamanda her gün içinde olmamızdan müsebbip bir o kadar tanıdık bir ‘sirk gösterisi’ bu. Belki de o yüzden sahne başlar başlamaz seyirci kahkahalarına başlıyor. Bu seyirci de neye gülüyor böyle hemen, durun bir anlayalım diyorsanız, klasik bir ‘anlam’ arayışındaysanız yani, oyun boyunca bunu elde edemeyeceksiniz. Aksine bunun sarsıntısıyla salonu terk edip, ben şimdi ne izledim sorularını kafanızda döndüreceksiniz.
Sahne izlediğimiz ikiliyle başlayıp oyun boyunca ikiliyle devam ediyor. Biri hareketli, diğeri daha ziyade sabit. Dekor ise renkleriyle bir sirki andırsa da aynı zamanda adeta bir boks ringi ya da ödül töreni basamakları gibi. Apoletli olan, kostümüyle hem bir askere hem de bir sirk müdürüne benziyor. O derece de aktif, ne çenesi yerinde duruyor ne de bedeni. Bu militarist despot düzenin hınk deyicisi. Diğeri ise bir o kadar sabit, yerinde, hareketsiz, benliksiz. Yönetenler ve yönetilenler gibi birbirlerini tamamlar vaziyetteler. Aralarındaki kucak kucağa, “Arap kâğıdı bile sızmayan” ilişki de bundan. Her gün bu basamakları tırmanıp, performansımızın zirvesinde durduğumuz bu sirk gösterisinin nesnesi de öznesi de bizleriz aslında. İçinde bulunduğumuz durumu tiyatroya değil de çirkin işkencelerin yer aldığı bir sirke benzetmek önemli zira tiyatro tam da bu sirk gösterisinin içinde olduğumuzu fark etmemizi, sorgulamamızı sağlar. Sirk gösterisinin eziyet edilen hayvanlarından ya da komik duruma düşürülen palyaçolarından farkımız yok gerçek hayatta da ve palyaçodan devşirilmiş apoletli sirk yöneticilerimizin güdümünde oyundaki gibi kimi zaman “köpekleşiyor” itaat ediyor, kimi zaman palyaçolaşıp eğlendiğimizi zannediyor, kimi zaman da ikilinin kucak kucağa oluşları gibi yöneten ve yönetilen iç içe geçiyor, roller birbirini tamamlıyor ve yer değiştiriyor, birden apoletlinin tıpkısı oluyor kızgın maşayı eline alıp Öteki’ni ‘terbiye’ eden, yola getiren ‘tecavüzcünün’ kendi oluyoruz. Sonuç olarak iktidar, egemen olduklarının içine nüfuz edip egemenliği altındakilerin desteğini almaktır: “İktidar ondan mahrum olanların maruz kaldığı somut yahut simgesel şiddet değildir; iktidar ondan mahrum olanları ‘kuşatmakta, onların içinden ve onların uzantısından geçmekte’ yani ‘egemen olunanlardan destek almaktadır.’”[i] Öyle ki egemenin dili de ezilenin dili de oyunun en başından sonuna dek kendileri kadar acımasız ve erildir. Tıpkı o “seksist esprilere gevrek gevrek gülmemiz” gibi umursamadan geçmiyor muyuz bu düzenin acımasızlıklarını da? Kimimiz biraz rahatsız olarak gülüyor belki. İşte tam da bu rahatsızlığı dürtmek istiyor oyun. Bu yüzümüze yüzümüze küfür eden, tüm erilliğiyle üzerimize çullanan, bizi kıskıvrak yakalayıp hareketsiz bırakan bu düzeni görelim ve duyalım istiyor. Sistem sonunda çırılçıplak kalan apoletli gibi tüm çıplaklığıyla önümüzde, bize her türlü eziyeti yapıyor biz yine gülümsüyoruz: ‘Always good vibes.’ Bu yaratıcı değil yıkıcı bir gülme. Ezen, yok eden, Öteki’ni hor gören ve egemenin değirmenine su taşıyan.
Deleuze ve Guattari, Bin Yayla‘nın “Sıfır Yılı: Yüzsellik (Faciality)” başlıklı bölümde ırkçılık meselesini ele alır. Deleuze ve Guattari’nin “yüz” ve ırkla kurdukları bağlantı, ilk anlamıyla olduğu gibi ama aynı zamanda daha geniş anlamda da okunmalıdır. Deleuze ve Guattari, toplumdaki bazı iktidar yapılarının bu şekilde belirlemesi nedeniyle “yüz” kavramını bir standart olarak kabul ederler. Yüzsellik (Faciality), tıpkı ‘toplumsal cinsiyet’ kavramı gibi yüzün sosyal inşasıdır. Bin Yayla‘da yüz, insanlara ihtiyaçları karşılığında yüzler (belirli etiketler) sunan soyut bir makine olarak sunulur. Deleuze ve Guattari’nin söylediği gibi somut yüzler bireyler tarafından yaratılmaz. “Onlar, gösterene beyaz duvarını ve öznelliğe kara deliğini verirken aynı zamanda onları üreten soyut bir yüzsellik makinesi (visageite) tarafından yaratılırlar.”[ii] O nedenle “Bir yüze sahip olmak” sözcüğünü kullanmak yerine, bir yüze “kaymak” ifadesi kullanılır: “Bir yüze sahip olmaktan ziyade bir yüze kayarsınız.”[iii] Bu, insanlar için belirli tipteki yüzlerin/kimliklerin zaten çoktan hazır olduğu ve sosyal alanda tanınmak için bunlardan birine kaydığı (benimsediği) anlamına gelir. “Soyut yüzsellik makinesi, bedenin yüzeylerini öznel bir derinlikle kaydeder ve ifadelerini önceden belirlenmiş kimlikler, duygular ve diğer içsel öznel nitelikler ve durumlar sistemine bağlar.”[iv] Dolayısıyla yüz daha çok bir şemsiye terim gibidir; Deleuze ve Guattari din, ırkçılık ve kapitalizmi ‘önceden belirlenmiş kimlikler’le bağlantılı olarak ele alır ve bunları ‘yüzsellik’ kavramıyla ilişkilendirir. Yüzsellik kavramı kimliğin Öteki üzerinden kurulmasını anlatır bir diğer deyişle. Bireyin özneleşme süreci bedenin ve kimliğin tümüyle bir yüze indirgenmesi süreci olarak tanımlanır bu kavramla.
Koffi Kwahule’nin oyununda sahnedeki ikilinin arasındaki ilişki de aslında kadın ile erkek, beyaz ile siyah, ezen ile ezilen gibi tüm ikili zıtlıklar arasındaki ilişkinin temsilidir. Hareket edenle hareketsiz kalmış arasında bir ilişki izleriz. Hareket eden bitmek bilmeyen bir enerjiyle ötekini ezendir aynı zamanda. İkisi de birbirlerine bağlıdır. Biri olmadan diğeri de olmaz. Belki de bu nedenle Moda Sahnesi’nin sergilemesinde ikilinin palyaço makyajları da birbirini tamamlar şekildedir. Despotik iktidar ya da onun maşası (bir ve aynı şey), Stan’i zaman zaman koruyor gibi görünüp aşağılamaya devam eder, üzerindeki tahakkümünü de tam da bu koruyucu iktidar imgesiyle sağlar. Stan öyle hareketsizleşmiştir ki sanki bedeni tüm hantallığıyla yüze indirgenmiştir. Despotun kendisine biçtiği yüze yerleşmiştir. Zaman zaman kendinden şizofren bir biçimde üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmesi de kendisine biçilen öznellikleri hatırlatır. Metin bu şekilde aynı zamanda Stan karakteriyle şizofreni ve kapitalizm ilişkisine de göz kırpar: “Şizofrenler modern-kapitalist toplumsallaşmanın yarattığı artıklardır. Şizofrenler psikanaliz ve çekirdek aile gibi kapitalist toplumun hakim yapıları içerisinde gelişen uyumsuzluğun neticesidir.”[v]
“Her şey bir kadının sol memesiyle başladı” repliği arzunun mikro-politiğini hatırlatır. Tıpkı bir kadının memesinden süt emme isteğinde olan bebeğin ağzı gibi mekaniktir arzu. Arzu tam olarak “mekaniktir” çünkü organizmaları ve benlikleri üreten yaşamın üretken sürecidir.[vi] Çeşitli oluşları yaratan arzu üretken ve itici bir güçtür; oluşun kaynağı arzudur. “Arzulama makinesi herhangi bir bağlantı dizisinin sonucudur: bir memeye bağlanan ağız, bir orkideye bağlanan yaban arısı, bir kuş sürüsünü algılayan bir göz veya bir tren setine bağlanan bir çocuğun vücudu.”[vii] Arzuyu bu şekilde düşündüğümüzde onu temel bir şeyin eksikliği ve eksik olanı istemek olarak görmeyiz artık. Freudyen ve Lacancı Ödipal arzuda tanımlandığı gibi ‘yokluk’ değildir arzu. “Arzu bağlantıdır, kaybın veya ayrılığın üstesinden gelmek değil; arzu ederiz, ancak eksik olduğumuz veya ihtiyaç duyduğumuz için değil, hayat bir çabalama ve kendini geliştirme süreci olduğu için arzularız.”[viii] Oyunda da Kwahule etnik kökene, cinsiyete ve cinselliğe dayalı güç ilişkilerine odaklanır ve cinsiyetçi bir dil kullanması, karakterlerin Oedipal güç ve kişisel çıkar arzusunu gösterir. Kapitalizmin ürettiği Ödipal arzu yıkıcıdır. Yokluk üzerinden temellenir. Yaratıcı ve üretken arzu bastırılmıştır. Bu ikilinin Ödipal yoksunlukları ve tahakküm gücüne olan arzuları dışında bir kimlikleri yoktur. Dilleri hep Ötekini, bu noktada kadını, ezmek ve onun üzerinden tatmin olmak, gerektiği yerde işkence ve belki tecavüzle kontrol altına alarak iktidarını tescillemek peşindedir; bu yıkıcı arzu aynı zamanda birbirleriyle olan ilişkilerini de tanımlar ve diyaloglarını şekillendirir. Stan de tecavüz sahnesinde bir anda despot oluverir örneğin, onun yerine geçer. Biri diğerinden farklı değildir o nedenle. “Aralarından Arap kâğıdı bile sızmaz.” Oysa fallusun dikte ettiği belirlenimlerden kurtulmuş kadın bedeni, “kadın-oluş,” yeğin bir kadın bedenine işaret eder. Bu hiçbir zaman elde edemeyecekleri bir ‘güçtür’ ve bunun hırsıyla fallusa, silahlarına sarılırlar. Dıkşın! Büyük Şans!
[i] Michel Foucault aktaran Uluğer, Mehmet Çağrı, “Etik Bir Özneleşme Politikası: Foucault’da İktidar İlişkileri Bağlamında Deleuze ve Guattari’ngin Arzu Mikropolitikası,” Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2018, sf.18.
[ii]Gilles Deleuze & Felix Guattari, A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1987, sf. 168.
[iii] Ibid., sf.177.
[iv] Frida Beckman, Deleuze and Sex, Edinburgh University Press, 2011, (Online) EBSCOhost, search.ebscohost.com/login.aspx?direct=true&db=nleb k&AN=386924&site=eds-live&scope=site, 3 July 2020, sf.70.
[v] Mahmut YARDIMCIOĞLU1 Merve KAPLAN, G. Ü. İslâhiye İİBF Uluslararası E-Dergi Yıl:2018, 2(2): 77-87 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/605486#:~:text=%C5%9Eizofrenler%20modern%2Dkapitalist%20toplumsalla%C5%9Fman%C4%B1n%20yaratt%C4%B1%C4%9F%C4%B1,%C5%9Fizofreni%20kapitalizmin%20bir%20art%C4%B1%C4%9F%C4%B1%20olmaktad%C4%B1r.
[vi]Claire Colebrook, Understanding Deleuze, Australia: Allen & Unwin, 2002, sf. xxii.
[vii] Ibid.
[viii] Ibid.