1998 yılında Norveç’te kurulan ve zamanla İskandinavya’nın en başarılı bağımsız gruplarından biri haline gelen Jo Strømgren Kompani dünya çapında çok aranan; hem büyük ulusal tiyatro binalarında hem de küçük alternatif mekanlarda yılda 150’ye yakın gösteri yapan bir dans tiyatrosu topluluğu. Bugüne kadar 60’tan fazla ülkede turneye çıkmış olan Jo Strømgren Kompani 21-22 Kasım 2023 tarihlerinde, yani bu ve yarın akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun 2023-24 Sezonu Dans Programı çerçevesinde ilk defa İstanbul seyircisinin karşısına çıkacak. Topluluk CRR’de, kurucusu olan Jo Strømgren’in 2018’de kapanan Oslo Danse Ensemble için tasarladığı üç kısa yapıttan oluşan Made in Oslo adlı gösteriyi sahneleyecek. Strømgren gösteriyi oluşturan GONE (2015), THE RING (2014) ve KVART (2007) adlı yapıtların her birinde birbirlerinden bağımsız temaları ele almış olsa da, bütünde çağdaş yaşamın farklı yönlerini tasvir etmeyi amaçlamış.
Strømgren ilginç ve çok yönlü bir sanatçı. Dansçı eğitimi almasının ardından dünyanın birçok ünlü bale ve çağdaş dans topluluğu için koreografiler tasarlamış ve tasarlamaya devam ediyor. Ancak Strømgren’in üretimi sadece dans ile sınırlı değil; Strømgren tiyatro, opera, sinema ve kukla tiyatrosu yönetmenliğinin yanında sahne tasarımı da yapıyor. Strømgren, özellikle İskandinav ve yakın coğrafyasındaki ülke tiyatrolarında yönettiği Henrik Ibsen oyunlarıyla adından söz ettirmesinin yanı sıra, Norveç Yazarlar Birliği’nin üyesi ve İskandinavya’daki devlet ve belediye tiyatroları tarafından sahnelenen bir çok oyunun yazarı ve yönetmeni. Şimdi söz, cevaplarımıza bütün samimiliğiyle cevap veren Strømgren’de…
Performansın özü sizce nedir?
Zor bir soru. Bir cevap vermek için bunun üzerine düşünerek bir saat geçirdikten sonra kalan soruları yanıtlamaya devam etmeyi seçtim.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
İçimdeki sanatçı 13 yaşımdayken uyandı. George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ni okumuştum. Bugün hala siyaset ve genel olarak toplum hakkında okuduğum en iyi kitap. Neden bu kadar etki yarattı? Çünkü karakterler insan değil hayvandı. Gerçek değildi ve bu nedenle her şey daha net hale geldi. Bu daha sonra benim için gerçeği sahnede asla göstermeme mantrası oldu. Her zaman gerçekliğin bir soyutlaması veya yorumu. Bu Platon’un mağaradaki gölgelerinin yankısı; bizim gördüğümüz en iyi ihtimalle gerçekliğin bir temsili. Olaylara doğrudan baktığımızda bazen hiçbir şey görmez veya anlamayız.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Gerçekliği çok daha ilginç bulduğum için asla rüyalardan ilham almıyorum. Kendimi sık sık, parlak gün ışığında gördüğüm veya deneyimlediğim bazı şeylerin bir romana veya filme asla sığmayacağını, çünkü fazlasıyla gerçek dışı görüneceklerini düşünürken yakalarım. Sanki uydurulmuş ya da bir rüyadan çıkmış gibi şeyler. Bence bu, ayrıntıları nasıl gözlemlediğinizle ilgili bir mesele. Bazı insanlar sokakta sadece araba görüyor, bazıları ise çok sayıda sürücü görüyor. Arabaların hikayesi yoktur, sürücülerin vardır.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Başlıklar çok zor. Kendileri başlı başına bir sanat formu. Bu yüzden başlıkları her zaman kısa tutuyorum, olası kapıların kilidini açmalarını ama onları tamamen açmamalarını umaraktan genellikle tek kelime başlıklar buluyorum. Bazen keşke görsel sanatlarda sıklıkla kullanılan “İsimsiz” terimini ya da müzikteki sonata terimini seçebilseydim diyorum. Ancak tiyatro ve dansta gelenek, her ne kadar soyut olsa ve açık fikirlilikle görülmeyi hak etse de, bir esere edebi bir isim vermek. Tiyatroların sezon programlarında bir şeyler yayınlaması gerektiğinden, genellikle bir esere bir yıl önceden isim veriyorum. Bazen bir anahtar kelimeye sahip olmak sürecime yardımcı olabiliyor, bazen de yük oluyor. Örneğin “ölüm” başlığı karanlık ve soğuk bir Ocak sabahında kulağa doğru gelebilir ama parlak güneşli bir Temmuz günündeyse tamamen yanlış.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Yıllar boyunca çok çeşitli koreograflardan ilham aldığımı okudum ve duydum. Bu epey şaşırtıcı çünkü çoğu hiç görmediğim ya da duymadığım isimler. Sanatçıların kendi alanlarından ilham aldıklarını hayal etme eğilimi var ama benim için durum tam tersi. Belki de en büyük ilham kaynağımdan henüz hiç bahsedilmedi. Kariyerimin başlangıcında, Prag’da Jan ve Iva Svankmayer’in büyük bir retrospektif sanat sergisine katılmıştım. Tuhaf nesneler, filmler ve tablolarla dolu, bir sanat sergisinden çok bir bit pazarına benziyordu. O günden beri bu izlenimleri yanımda taşıyorum. Absürt, sezgisel ve inanılmaz bir yaratıcı keyifle dolu işler. Ve herhangi bir moda trendinin tamamen dışında. İşlerimin eleştirilerini okuduğumda ben de tam olarak bu kelimelerle karşılaşmayı umuyorum.