[Evrim Kepenek’in Bianet’te yayınlanan yazısının bir kısmını paylaşıyoruz.] Oyun ne “devrimci bir oyunuuuuuum” diye çığlık atıyor, ne de “LGBTİ+ aşklar vardır” diye parmak sallıyor. Keyifli ve neşeli bir oyun izliyorsunuz bu kadar. Bonusu var: “Bu dünyadan bizi alsınlar başka yerlere atsınlar. Aşk bize kalsın dünya size…”
“Oyunumuz ‘Fotoroman Kralı’nı festivallere gönderiyoruz. Üstelik bu festivaller kapsayıcı ve herkesin sesini duyurmayı hedefleyen festivaller. Bize gelen yanıt ‘oyununuz politik, yer veremeyiz’ oluyor. Oyunumuzda iki erkek birbirine âşık oluyor. Evet, politik ama aynı zamanda aşkı anlatıyor. Herkesin aşkını…”
Oyunun adı: Fotoroman Kralı.
Az önce okuduğunuz sözlerin sahibi de sahnede 80 dakika boyunca farklı dört karaktere hayat veren oyuncu Orçun Ucal.
Tiyatro Alesta’nın festivallere istenmeyen, Onur Haftası’ndaki gösteriminde polisin kapısından ayrılmadığı oyunu “Fotoroman Kralı”, farklı tiyatro sahnelerinde izleyici ile buluşmaya devam ediyor.
Kadıköy’deki Apartman Sahne’de izleme şansını yakaladığım oyunun en dikkat çekici yanı bana göre, her kelimesinin özenle seçilmiş olması.
Şöyle, politik göndermeler, espriler, ironiler, kent yaşamı, kırsaldaki hayat, devrimci özneler, hemen hepsinin var oluşu tam kararında ayarlanmış.
Oyun ne “devrimci bir oyunuuuuuum” diye çığlık atıyor, ne de “LGBTİ+ aşklar vardır” diye parmak sallıyor. Keyifli ve neşeli bir oyun izliyorsunuz, bu kadar.
Mesela oyun 1970’lerin baskı ortamını anlatmak istiyor, evet onu anlıyorsunuz. O dönemki sinema emekçilerinin yaşadığı sorunları mı duymak istiyorsunuz? Evet, o da var. Peki aşk? Yaygın olanın aksine değil yaygın olanın alternatifine denk düşecek şekilde bir erkeğin bir erkeğe aşkını anlatıyor.
Keyifle, neşeyle çıkıyorsunuz oyundan, bonusu şu:
“Bu dünyadan bizi alsınlar başka yerlere atsınlar. Aşk bize kalsın dünya size…”
Oyunu yönetmeni Ahmet Şeninak ve oyuncu Orçun Ucal bianet’e anlattı.
“O dönem yok sanıyorduk”
Öncelikle şunu merak ediyorum, 1970’lerin tanıkları bu oyunu izledi mi?
Evet izledi. O dönemin solcu avukatlarından biri, “Ben o dönemde yanımda duran insana sormadım ya da hiç fark etmedik. Böyle bir farkındalığım yoku. Yok sayıyorduk” dedi.
Peki bu oyun nasıl ortaya çıktı?
Pandemi döneminde bu tek kişilik oyunlar furyası başladığında bizim de aklımıza geldi. Aynı zamanda, LGBTİ+’lara dair sistematik bir antipropaganda başlamıştı. Hedef göstermeler başlamıştı. Biz zaten daha önce de “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” gibi oyunları sahneye taşımıştık. Erkeklik inşasına dair oyunlarımız vardı. Üzerine bir de bu oyun olsun istedik. Sonra ekiple konuştum arkadaşımız Ali Cüneyd Kılcıoğlu oyunun metnini yazdı.
Bol müzikli bir oyun
Oyuncu Orçun Ucal, 80 dakika boyunca sahnedeki temposunu hiç düşürmüyor.
Oyunun konusu çok hayatın içinden ve sert fakat etkisi neşeli, bunu nasıl başardınız?
LGBTİ+’lar mutlu insanlar, herkes gibi yani. Evet çok sorun var, cinayet, şiddet. Oyunun yazarı Ali, çok araştıran bir isim. Sürekli araştırıyor o dönemi de araştırdı.
Sonra birden “aşuk maşuk” karakterleri aklına geldi. Hem neşeyi hem de toplumun “ikiyüzlülüğünü göstermiş” oluyoruz.
Yani oyunda köy şenliklerindeki kısımda iki erkeğin sahnede köçek olduğunu biliyorlar alkışlıyorlar fakat kostümlerini çıkarıp birbirlerini öptüklerinde taşlıyorlar. Biraz bu çelişkiye de dikkat çeken bol müzikli bir oyun yapmak istedik.
“Bu oyun bir aynalama”
Fotoroman yeni neslin çok da bildiği bir tür değil, sizin aklınıza nereden geldi?
Bu Ali’nin fikri. Fotoroman devam etmek ve bu mücadeleyi bu şekilde anlatmak… Aslında onlar da kendi içlerinde bir devrim yapıyorlar ve bunu fotoğrafla yapıyorlar. Bizim de sanatla yaptığımız gibi. Bir şey söylemek istiyoruz, ama sanatla dönüştürmek istiyoruz da.
Ayrıca fotoroman o dönemin önemli bir sanat alanı. Çok popüler, yani herkesin okuduğu herkesin takip ettiği, direkt elden ulaştığı bir şey. Bir de fotoğraf dediğinizde direkt net bir tarihe hitap ediyorsunuz. O fikir de gayet hoşumuza gitti.
Oyunu şimdiye kadar nerelerde oynadınız, bundan sonra nerelerde oynayacaksınız?
Geçen sezon 17 kez oynadık. Bu sezon da devam ediyor. Genelde olumlu dönüşler alıyoruz. Festivallerde oynamayı planlıyoruz ama festivaller kabul etmiyor.
Biraz politik buluyorlar. “Rengini Al Gel” diye bir festival var. Oraya başvurduk, kabul etmediler. “Rengini al gel” diyorlar ama gökkuşağı rengini kabul etmiyorlar.
Oyunun yönetmeni Ahmet Şeninak, “daha fazla sahnede yer almalıyız” diyor.
İzleyenler nasıl bir hisle çıkacak oyundan?
Bir kere şunu söylemek isterim. Mutlu olacakları bir hikâye. Spoiler veriyoruz aslında, mutlu sonlu bir hikâye. Salondan umutla ayrılacaklar. Bizim oyunumuzdaki bütün karakterler içinde umut barındıran karakterler. O yüzden biz birazcık umut aşılayıp onları evlerine yollayacağız.
LGBTİ+’ların yalnız olmadığını ve toplumda bir şekilde kendilerini mutlu hissettiklerini de anlatmak istedik. Zaten o mutluluğu oyunda da karakter kendi yaratıyor. Zaten Türkiye coğrafyasında yaşayan bireyler de kendi yaratıyor aslında mutluluğu. Ve bu bir aynalama aslında, bu coğrafyada yaşadığımız bir gerçeklik.
Oyun ne kadar 1970’lerde geçse de bugünü de anlatıyor. Aşkın en temiz duyguyla ve en naif şekilde aktarıldığını görmek, buna şahit olmak bence en güzel.
Oyunun konusu
1970’ler Türkiye’sinde fotoroman kralı olmaya giden yolda Cem’in İrfan, Esengül ve Ayı Bayram ile ailesini yaratma hikâyesini anlatıyor. Cem ile İrfan, para kazanmak için düğünlerde Aşuk-Maşuk oyunu oynarken aşka düşerler. Seyirciler sokağa çıkma yasakları, seks filmleri furyası, polis işkencesi, faili meçhuller, kapatılan sinemalar ve sendikalaş(a)mama faaliyetlerinin gölgesinde, sınanan zorlu aşklarına, seçilmiş ailenin sıcaklığına ve dayanışmaya tanık olurlar.
Toplumsal ve siyasal güçlükler içinde, hayata dansla ve şarkıyla tutunan aşuk ile maşuk, sendikalaşma mücadelelerini kültürel yolla destek olma fikrini bulurlar, bunda ısrarcıdırlar. Ancak aşkları toplumsal ahlak normları ile sınanır. Peki, 1980 darbesini hazırlayan koşullar içinde, ülkenin ilk devrimci fotoromanına girişmenin bedeli nedir?
Tiyatro Alesta hakkında