Zehra İpşiroğlu
Özgürlüğün sınırları
Göz alıcı beyazlıktaki sahne ışığında, neredeyse çıplak bir sahnede birbiriyle çatışan beyaz ve siyahlar içindeki insanlar, arkada bu çatışmadan kaçmayı simgeleyen, sonunda da karanlık bir hapishaneye dönüşerek çıkışsızlığa gönderme yapan bir kapı… Sahnede bir masa, sandalye ve din baskısını ve ölümü simgeleyen duvardaki haçın dışında hiçbir şey yok. Bu minimalist sahne yorumunda hem giderek yoğunlaşan bir gerilim hem de yoğun bir durağanlık var, kişiler kendi dışlarındaki bir gücün etkisi altındalar. İzleyicinin dikkati sadece kişiler arasındaki ilişkilere ve Verdi’nin nefis müziğine odaklanıyor. İki genç birbirini sever. Ama güç ve iktidar oyunları birbirlerine kavuşmalarını engeller. Aşk, acı, öfke, güç, iktidar, hile, korku…İnsan dediğimiz varlık ne kadar özgürdür? Kendi yaşamını ne kadar kendisi belirleyebilir? Yaşamını engelleyen güçler nelerdir? Verdi’nin operalarında sürekli olarak ele aldığı bu sorular Luisa Miller’in de özünü oluşturur.
Duygular fırtınası
İlk sahnede Luisa’nın on yedinci doğum günü kutlanıyor, Luisa’yı uyurken görürüz. Üstünü kaplayan çiçeklerin içinde yitip gitmesi bu neşe ve yaşam sevincinin ardında sinsice pusuda bekleyen ölümü çağrıştırıyor. Luisa’nın doğum gününde miyiz yoksa cenaze töreninde mi? Rüzgâr hızıyla geçip giden zamanın içinde yaşam-ölüm, mutluluk- acı aynı anda yaşanıyor.
Yönetmen Christof Loy ‘un Luisa Miller yorumu konunun evrenselliğini vurguluyor. Zaman, ortam ve koşullar değişiyor, ama çıkar, güç, iktidar, hırs gibi yıkıcı duygular hiç değişmiyor. Bu operada da sonunda kazanan aşk, özgürlük ve yaşam sevinci olmuyor; yaşanamayan yaşamlar ve aşklar, öfke ve kıskançlık, acılar ve ölüm oluyor. İnsanın en büyük düşmanının kendisi olduğu acımasız bir dünya oluyor. Perde açıldığında yaşam sevincine gönderme yapan göz alıcı güneş ışığı, finalde yapay bir ölüm ışığına dönüşüyor.
Yoğun duygularda odaklaşan operanın konusu bizde ilk kez Seniha Bedri Göknil tarafından dilimize kazandırılan Friedrich Schiller’in ünlü oyunu Hile ve Aşk adlı oyununa dayanır. Bu oyunda soylu ve burjuva kesimden gelen iki gencin aşkları babaları tarafından bin bir alavere dalavereyle öyle bir engellenir ki oyun gençlerin kendilerini öldürmeleriyle, babalarının da bu olaya seyirci kalmalarıyla trajik bir biçimde sonlanır.
Verdi Schiller’in bu trajik aşk öyküsünü Luisa Miller adıyla operaya uyarladığında konunun politik yanını iyice törpülüyor, çünkü operada duygusal fırtınaların yaşanması önem kazanıyor, bu da kolaylıkla özdeşleşebileceğimiz bireysel öykülerde, özellikle de aile çatışmalarında yoğun bir biçimde yaşanabiliyor.
Tarihsel arka plan
Schiller’in Hile ve Aşk’ı, 1784 yılında ilk kez sahnelendiğinde soyluları olumsuz gösterdiği gerekçesiyle hemen sansüre uğramıştı. Bu oyunda Kont Walter oğlu Fernando ile Luisa’nın aşklarını kendi çıkarlarına aykırı düştüğü için engellemek ister, kendi gücünü ve iktidarını güçlendirmek için oğlunu saraydan soylu bir kadınla evlendirmektir amacı. Öylesine iktidar ve güç delisidir ki işbirlikçisi Wurm’un yardımıyla öz oğlunu hiç acımadan harcamaktan çekinmez. Sevdiği kıza kavuşmak isteyen Fernando ile babası arasındaki gerilim bir savaşa dönüşerek giderek tehlikeli boyutlara ulaşır. Çünkü Fernando babasının iktidara ulaşmak için çevirdiği dolapları, bu nedenle elini kana bulamış olduğunu her an açığa çıkartabilir, Kont da bundan çok korkmaktadır.
Schiller’de hem kuşaklar hem de farklı toplumsal katmanlar arasındaki çatışmayı ele alan konu, yaklaşık yarım yüzyıl sonra 1848 Napoli’de Theatro San Carlo’da sahnelendiğinde politik ortam çok değişmiş, liberal bir rüzgar esmeye başlamıştır. Dolayısıyla Schiller’in soyluları hedef alan politik eleştirisi de artık gücünü büyük oranda yitirmiştir. Bu nedenle Verdi’nin opera türüne uygun olarak konuyu umutsuz aşk öyküsüyle öznel bir alana taşıması kolaylaşır, öte yandan sansür nedeniyle, operada yeni düzenlenmeler yapılır, söz gelimi bazı adlar da değişir, örneğin Fernando’nun adı da Rudolfo olur çünkü dönemin Napoli Kralının adı Fernando’dur.
Yıkıcı güçler
Sahne yorumuna geri dönecek olursak Rudolfo’nun babasına tepki olarak duvardaki haçı yere fırlatması sadece geleneklere değil ataerkil hiyerarşiyi körükleyen Katolik dininin baskısına da gönderme yapıyor. Ancak bu motif operanın bütününde yeterince işlenmediği için havada kalıyor.
Operanın belki de en çarpıcı sahnelerinden biri acımasız bir mafya şefini andıran Kont’la (Dario Russo) Luisa’ya aşık olduğu için bu hile oyunundan kârlı çıkmayı amaçlayan işbirlikçisi Wurm (Almas Svilpa) arasındaki hile ve entrikaları açığa çıkartan ikili düetidir. Olayların akışının ne korkunç boyutlara ulaşacağı bu sahnede yoğunlukla hissedilir. Kontun emriyle Luisa’nın babası durup dururken tutuklandıktan sonra, özgür bırakılması için Luisa’ya yapılan inanılmaz şantaj, genç kızın entrikanın mimarı Wurm’a sahte bir aşk mektubu yazmaya, böylece sözde Rudolfo’ya ihanet ediyormuş gibi görünmeye zorlanması olayları kaçınılamaz sona doğru götürür.
Luisa erkek şiddetin çarkında
Konuya toplumsal cinsiyet açısından bakarsak bu operanın en trajik, aynı zamanda en suçsuz kahramanı erkekler dünyasında oradan oraya savrulan gencecik Luisa’dır. Luisa, omuzuna kadar dökülen simsiyah saçları, beyaz bluzu, yün ceketi ve diz altına kadar inen koyu renk eteği ile zaman zaman genç bir kadından çok savunmasız küçük bir kızı andırır. Luisa’nın Rudolfo ile ilişkisine Rudolfo Kont’un oğlu olduğu için şiddetle karşı çıkan babası, Luisa ile Rudolfo’yu türlü entrikalarla ayırarak Luisa’yı ele geçirmek isteyen sahtekar Wurm, kendi güç ve iktidarından başka bir şeyi gözü görmeyen Kont ve hayal kırıklığı, öfke ve kıskançlık kriziyle kendisini de Luisa’yı da zehirleyen sevgilisi Rudolfo hepsi Luisa’yı kaçınılmaz sona doğru sürükler. Luisa kolay kolay pes etmese de, karşı çıksa da, kendini ve aşkını savunsa da kendisini giderek saran bu eril sarmaldan kurtulamaz. Babasına bir şey olacağından öylesine korkar ki ancak ölürken gerçeği söyleyebilir. Bu yorumda Luisa’nın giderek elini kolunu bağlayan iplerin yeterince görünür olmaması yaşananları daha çok kadermiş gibi gösteriyor. Bu bakış Verdi’nin döneminde doğaldı ama bugün çok daha farklı bir dönemde yaşıyoruz, bakışımız da çok değişti. Öte yandan din baskısının da ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz.
Erkekler dünyasında kurban edilen kadın motifinin o dönemin operalarında, özellikle de Verdi’de sık sık ele alındığını görüyoruz. İşin ilginç yanı bu konuya bugünün açısından baktığımızda bireyselliğin gelişmemiş olduğu ataerkil toplumlarda geçerliliğini hala sürdürdüğünü görüyoruz. Bu açıdan da bu konunun hala güncel bir yanının olduğu söylenebilir.
Büyüleyici sesler
Gürzenich orkestrasıyla şef Roberto Rizzi Brignoli nin yönetiminde dinlediğimiz Köln Opera’sında beni çok etkileyen konu ya da sahne yorumu ya da sahne tasarımından Verdi’nin müziğine can veren inanılmaz sesler oldu. Özellikle Luisa’yı canlandıran genç Ermeni kolaratur soprano Mane Gabyan inanılmaz sesi ve duygu sömürüsüne hiç gitmeyen aşırı duyarlı ve sade oyunuculuğu ile bütün eleştirmenlerin dikkatini çekmişti. Ama tenor Rudolfo’nun (Rodrigo Poras) sesi de , oyunculuğu da, Luisa’ya aşkı, babasına direnişi, duygusal fırtınaları çok etkileyiciydi.
Opera ölüyor mu?
Son yıllarda gittiğim operalarda dikkati çeken elli yaşın altında hiç kimsenin olmaması. On altıncı yüzyılda doğan dokuzuncu yüzyılda doruğuna ulaşan opera sanatının günümüzde yavaş yavaş sona ermesinin nedeni insanların böylesine yoğun duyguları artık yaşamamaları mı yoksa klasik müziğin giderek daha küçük bir kesime seslenmesi mi? Nitekim bir dönem, insanları çok etkileyen trajedya türünün de sona erdiğini görüyoruz. Belki de bu nedenle operada yeni yorumlar çok önem kazanıyor. Günümüzde bir çok operayı Michael Haneke gibi sinema ya da Andrea Breth, Jürgen Flimm, Martin Kusej gibi tiyatro yönetmenlerinin de kimi kez radikal buluşlarla sahnelediğini, bunun da çoşkulu tartışmalara yol açtığını görüyoruz. Operada yeni yorumlar operaya yeni bir renk ve boyut kazandırmanın ötesinde daha genç bir izleyiciye de ulaşmayı amaçlıyor. İzlediğimiz operadaki minimalist yorum, konunun sadece ilişkilerde odaklaşması, ilişkilerin de çok net bir biçimde gösterilmesi, kısaca konunun düşünsel boyutunun çıkartılması modern bir opera anlayışını getiriyor.