[Berken Döner’in Gazete Duvar’da yayımlanan söyleşisinin bir bölümünü okurlarımızla paylaşıyoruz]
Mardiros Mınakyan istibdat koşullarında, batılı tiyatro yapan tek kumpanya olarak 1908 II. Meşrutiyet kavşağına kadar Osmanlı Dram Kumpanyası’nı ayakta tuttu, yeni oyuncular yetiştirdi, tiyatro kültürünü tanıtarak, gericiliğe karşı batılı yaşam çizgisini izleyerek Osmanlı halkını eğitti.
Nesim Ovadya İzrail’in Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar kitabı ile başlayan tiyatro tarihi araştırmaları, Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet Tiyatrosu’nda Mardiros Mınakyan ile devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Kor Yayınevi tarafından yayımlanan kitap, beş kitaptan oluşması öngörülen serinin üçüncü kitabı. İzrail, serinin ilk kitabı olan Şahinyanlar’da Osmanlı döneminde tiyatro çalışmalarına başlayan ve Mınakyan Tiyatrosu’nun daimi kadrosunda yer alan Vahan Şahinyan’ın yaşam serüvenini, sahne çalışmalarını, 1915 koşullarında İstanbul Ermeni cemaatinin tiyatro yapma motivasyonunu ele alıyordu. İzrail’in tiyatro tarihine yönelik araştırmaları Düşler Sahnesinde (Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye’de Tiyatro 1902-1962) ile devam etti. Bu kitapta Aşod Madatyan’ın hayat öyküsü odağında bir dönemin (1902-1962) tiyatrosunu inceledi. Sanatçının yaşam öyküsünden, tanıklıklardan yola çıkarak son dönem Osmanlı tarihine, Meşrutiyet’e ve Erken Cumhuriyet Dönemi tiyatrosuna odaklandı. Mardiros Mınakyan kitabında ise, Mınakyan odağında Osmanlı’da ve Türkiye’de tiyatronun kurucusu Ermenilerin, sahneden uzaklaştırılma sürecini kapsamlı biçimde ele alıyor. Tiyatro tarihimizi birlikte hatırlayalım.
Şahinyan ve Madatyan’dan sonra nihayet Mınakyan kitabı! İlk iki kitabınızda da Mınakyan adı çok geçerdi. Mardiros Mınakyan ile yollarınız nasıl kesişti? Bu konuda deneyimlisiniz… Nasıl bir ön çalışma yaptınız?
Ermeni tiyatrosu ve oyuncuları üzerine araştırmalarım 2000’li yılların başından itibaren usul usul başlamıştı. Eşimin ailesinde birkaç nesil tiyatro yapan ve kayınvalideme kadar gelen birçok isim vardı. Bu insanları bulup ortaya çıkarmanın bana düştüğüne karar vermiştim. Aksi halde bu isimlerin yaşadıkları boşlukta kalıp kaybolacaktı. Bu araştırmamın sonunda 2018 yılında “Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar” başlıklı ilk kitabım çıktı. Bu çalışmayı yaparken Ermeniceyi öğrendim. Bu sayede Ermeni tiyatrosu adına önüme çıkan her şeyle ilgilenmeye ve bilgi-belge biriktirmeye başladım. Ermeni tiyatrosu ile ilgilenen bir çevrem ve dostlarım oluştu. Bu çevre Osmanlı’da tiyatronun Ermeniler tarafından başlatıldığını savunarak, bu gerçeği görünmez kılmaya çalışan resmi tarih anlayışına karşı bir mücadele yürütüyorlardı. Bu mücadelede öne çıkan isim Güllü Agop veya namı diğer Hagop Vartovyan’dı. Güllü Agop, Türk tiyatro tarihçileri ve akademisyenleri tarafından da zaten Türk tiyatrosunun kurucu ismi olarak kabul görüyordu. Yaklaşık on yıllık bir tiyatro döneminin başını çeken Güllü Agop’un ayrılmasından sonra Ermeni tiyatrosu yine yoluna devam etmişti. Ancak bu yolda devam edenlerin bir başı, bir lideri yok gibiydi. Halbuki ben hangi taşı kaldırsam altından Mardiros Mınakyan çıkıyordu. Ermenice ve Türkçe kaynaklarda, Mardiros Mınakyan üzerine çok fazla bilgi mevcuttu. Her zaman olduğu gibi, bir eksik bulunuyor ve Mınakyan’ın hakkı teslim edilmiyordu. Ermeniler, Mınakyan’ın Türkçe oyun oynamasını, Ermenice oyunları ihmal etmesini öne çıkarıyorlardı. Türkler, Mınakyan Kumpanyası’ndaki oyuncuların Ermeni olmasını ve Türkçe telaffuzu bozuk kullandıklarını ileri sürerek ‘kulp’ takıyorlardı. Halbuki Mınakyan, Sultan Abdülhamid’in otuz üç yıl devam eden, baskı ve sansürün yönetimin esas niteliği olduğu uzun saltanat yıllarında, her zaman fikirlerin sözlü olarak sahnede paylaşıldığı, o nedenle özgür ortamda yapılması gereken tiyatroyu ayakta tutabilmişti. Mınakyan’ın kumpanyası ile Abdülhamid’in iktidarı hemen hemen aynı yıllarda yol almıştı. Mınakyan ile Abdülhamid, elbette birbirlerini çok iyi biliyor ve tanıyorlardı. Ama Mınakyan, her vesile ile istibdat yönetimini sürdüren Abdülhamid ile karşı karşıya gelmeden veya gelmekte olanı görüp gerekli önlemleri alarak tiyatro gemisini yürütmüştü. Sonunda Abdülhamid gitti, ama Mınakyan kaldı. Mınakyan olmasaydı, batı tarzı tiyatro yaşamı olmadan geçecek Abdülhamid yıllarından sonra, II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Osmanlı toplumunda tiyatroyu bilen hiç kimse olmayacaktı. Bunun da Osmanlı ve Türkiye tiyatrosu için nasıl olumsuz bir durum olacağını tahmin etmek zor değildir. Mınakyan’ın hakkını teslim etmek gerekiyordu. Güllü Agop’tan sonra ortada kalan boşluğu doldurarak Mınakyan’ı Ermeni ve Türk toplumundaki yerine yerleştirmek gerekiyordu.
‘OSMANLI’NIN TİYATRO TARİHİ MINAKYAN’IN SAHNE ÇALIŞMALARININ TARİHİYLE EŞDEĞERDİR’
Diğer çalışmalarınızda da 19. yüzyılın sonlarından başlayan ve Cumhuriyet’in ilk kırk yılına kadar süren İstanbul’daki tiyatro kumpanyalarından söz ediyorsunuz. Bütün bunların içinde Mınakyan Kumpanyası’nı diğerlerinden ayıran özellikler nelerdi?
Mınakyan 1837’de doğdu, 1920’de öldü. Böylece seksen üç yıl yaşadı. 1854’te okulda öğrenci iken on yedi yaşında sahneye çıktı. Altmış beş yıllık sahne faaliyetiyle 1919’a kadar sahnede kaldı. Mınakyan’ın profesyonel sanatsal hayatı, 1850’li yılların sonlarında başladı ve yirminci yüzyılın ikinci on yılının sonunda, İstanbul’da o dönemin tiyatrosundan artık sadece anılar kaldığında bitti. Hiçbir Ermeni aktörün sanat yaşamı için bu kadar geniş bir zaman aralığı olmamıştır. Bu Osmanlı profesyonel tiyatrosunun hikayesini ve onunla ilişkili aktör ve aktrislerin neslini kapsayan bir zaman aralığıdır. Osmanlı tiyatrosunun doğumundan itibaren birçok arkadaşıyla beraber sahnedeydi. Bazıları önce sahneden ve sonra da hayattan ayrıldı. Başkaları erken vefat etti, diğerleri de yetişkinken ayrıldı. Yeni yüzler geldi ve dönemlerini bitirerek ebedi yolculuğa çıkan eskilerini değiştirdiler, yeni tiyatro grupları kurdular. Mınakyan Kumpanyası veya esas adıyla Osmanlı Dram Kumpanyası 1885’te kuruldu. Bu tarihe kadar Mınakyan tiyatro sahnesinin üstünde hep oldu, ama kendi adına değildi. Aktör, rejisör, yöneticiydi. 1885’ten sonra kurduğu kumpanyanın her şeyi ile sorumluydu. Abdülhamid’in sansür makineleri ile bu tarihten başlayarak, II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’e kadar bizzat Mınakyan karşı karşıyaydı. Mınakyan bu dönemde kumpanyasını bir kazaya kurban etmeden taşıdı. Sadece taşımadı, bütün engellemelere rağmen erkeğiyle, kadınıyla Osmanlı toplumuna batılı tiyatroyu tanıttı. 1908’den sonra tiyatronun tozunu biraz yutmuş gönüllü genç Türk oyuncularının neredeyse hepsinin yolu Mınakyan’ın kumpanyasından geçti. İlerleyen yıllarda, tiyatro rüyaları gören Muhsin Ertuğrullar, Vasfi Rıza Zobular, Raşit Rızalar, İsmail Galip Arcanların hepsi anılarında Mınakyan ile başladıklarını anlattılar, yazdılar. Mınakyan 1919’a kadar tiyatro ile beraber olmaya devam etti. İki kere jübilesi yapıldı, seksenlik zirveye ulaştı ve geçti. Sonunda tiyatronun bayrağını 1920’de Cumhuriyet’in kapısının önüne dikerek “Benden bu kadar, bundan sonrası görev sizindir” dedi. Osmanlı Devleti’nin tiyatro tarihi Mınakyan’ın sahne çalışmalarının tarihiyle eşdeğer kabul edilebilir.
Mınakyan’ı Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet dönemlerinde incelediğimizde hangi dönemini verimli buluyorsunuz? Bunun nedenleri hakkında neler söylenebilir?
Tanzimat dönemi, Osmanlı Ermeni tiyatrosunun en parlak yıllarını yaşadığı Güllü Agop dönemidir. Devlet desteği ile Güllü Agop hem Ermenice hem de Türkçe tiyatro yaparak başarılı ve efsanevi bir dönem yaşattı. Her bakımdan Avrupa sahneleri ile boy ölçüşecek kalite ve seviyede tiyatro yaptı. Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu adıyla anılan kumpanyasına girmeyen Ermeni sanatçı kalmadı. Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu Güllü Agop/Hagop Vartovyan yönetiminde oyuncu sıkıntısı olmayan bir kumpanya olarak on yıl keyifli bir dönem geçirdi. Bu oyuncular arasında aktör ve rejisör olarak Mardiros Mınakyan da vardı. 1878’den sonra, ülkenin içine girdiği ekonomik ve yönetimsel kriz ile birlikte Güllü Agop’un kumpanyası da sarsılmaya ve dağınıklık yaşamaya başladı. Bu sırada Abdülhamid padişah olmuş ve kısa bir süre sonra uygulamaya başladığı yönetim ile İstibdat Dönemi başlamıştı. İşte bu sırada sahneden çekilen Güllü Agop, tiyatro kumpanyasını Mınakyan’a devretti. Mınakyan bu sorumluluğu almaya bir süre yanaşmasa da, sonunda bütün çıkış yolları tıkanınca istibdat yıllarında kumpanyanın yönetimine geçmek zorunda kaldı. Çok zor istibdat koşullarında, ama aksatmadan batılı tiyatro yapan tek kumpanya olarak 1908 II. Meşrutiyet kavşağına kadar Osmanlı Dram Kumpanyasını ayakta tuttu, yeni oyuncular yetiştirdi, tiyatro kültürünü tanıtarak, gericiliğe karşı batılı yaşam çizgisini izleyerek Osmanlı halkını eğitti. II. Meşrutiyet ile gelen izafi özgürlük ortamında tiyatro için hazır bulunan Türk ve Ermeni güçler, ayrı ayrı veya birlikte Mınakyan kumpanyasından öğrendikleri ile kendilerini sahneye attılar. Geleceğin Türk tiyatrosu bu ortamdan çıktı. Yeni Cumhuriyet, bu konuda ne kadar inkarcı bir yoldan ilerlemişse de, bütün siyasal çizgilerinde olduğu gibi, tiyatrosunu Meşrutiyet yıllarında atılan temeller üzerinde inşa etti. Bunun en özgün örneği 1914’te Türk devlet tiyatrosu olarak oluşturulan Darülbedayi’dir. Bu tabloda, Mınakyan’ın en verimli olduğu dönem, İstibdat Dönemi diyebilirim. Bütün bir tiyatro yaşamını istibdat uçurumundan, bir kazaya uğratmadan geçirme ustalığı ve başarısı, Mardiros Mınakyan’a aittir.
Hasköy’de yoksulluk içinde geçen çocukluğundan sonra Mardiros Mınakyan’ın tiyatrocu olarak var olmak için verdiği mücadeleyi nasıl tanımlarsınız?
19’uncu yüzyılın ortasına gelindiğinde, tiyatronun Avrupa’da 250 yıllık bir geçmişi vardı. Moliereler, Shakespeareler, Fransa, İngiltere, İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde önemli bir yol kat etmişlerdi. Sahnenin cazibesi, geniş kitlelerin alkışları, seyircinin rağbet etmesi, zaman zaman güzel gelir getiren bir meslek olması, bu sanatın Osmanlı’da da hızlı bir gelişme göstermesine vesile olmuştu. Batılı kültür kapitalizm ile birlikte Osmanlı’nın büyük kentlerinde yayıldıkça, öncelikle eğitimli kesimde, ama eğitimden yoksun olmasına rağmen doğal yetenek sahibi olan gençler için yeni bir dünyaydı tiyatro. Yazarıyla, oyuncusuyla, yöneticisiyle, buradan para kazanmayı hedefleyen girişimcisiyle tiyatro, batıda kendini ispatlamıştı. Tanzimat reformları ile Osmanlı topraklarında tiyatro yapmanın önündeki engeller kısmen kaldırılınca, özellikle gayrimüslimlerin okullarında ve evlerinde tiyatro gönüllüsü bol bir eğlence ve eğitim aracı oldu. Yoksul, ama başarılı bir öğrencilikten sonra öğretmen olan genç Mınakyan, sahne ile okul tiyatrosunda tanışıyor. Matematik öğretmeni Mardiros Mınakyan, aşık olduğu tiyatronun öğretmeni, oyuncusu ve yöneticisi olarak, yaşamının son gününe kadar sahnede kalmaya devam ediyor.