Mehmet K. Özel
bu yılki avignon festivali’nin programına baktığımda, carriere de boulbon’dakinden sonra beni en çok heyecanlandıran gösteri “tarlalar ve ormanlar arasında yedi yapıt” alt başlığını taşıyan “paysages partagés” / “shared landscapes” (paylaşılan peyzajlar) idi. öğleden sonra 4’ten gece 11’e kadarki yedi saatlik bir zaman dilimini ağaçlık bir alanda sahnelenen, bir nevi yere-özgü tasarlanmış gösteriyi (aslında 11 sanatçının yedi işini) seyrederek geçirmenin nasıl bir deneyim olacağını çok merak etmiştim. tabii “sahneleme”, “gösteri”, “seyretmek” gibi sözcükler kullandım ama bu iş söz konusu olduğunda bunlar farklı anlamlara geliyorlardı.
“paylaşılan peyzajlar” artık istanbul’da çok iyi tanıdığımız stefan kaegi (rimini protokoll) ile theatre vidy-lausanne’dan caroline barneaud’niun ortak projesi. bütünü kurgulamış, bazı sanatçıları davet etmişler, ayrıca kaegi bir iş de üretmiş. işleriyle peyzaja dahil olanlar arasında hayranı olduğum begüm erciyas da vardı, daniel kötter ile ortaklaşa ürettiği bir işle.
erciyas’la istanbul’da deneyimleme şansına erdiğimiz “seslenen parçalar” işi sırasında facebook’tan yazışmıştık, sonra berlin radialsytem’de “pillow talk” adlı işini de deneyimlemiştim, ama tanışmıyorduk, facebook böyle garip bir ara-alan yarattı ya, aslında tanışmadığın insanlarla arkadaş olduğun! neyse… arkadaşım quesne’nin gösterisi öncesinde erciyas’la beni tanıştırdı, ayaküstü konuştuk, ağustos-eylül’deki berlin ayağında gerçek bir ormanda olacaklarını, avignon’daki alanın çok kısıtlı ve işlerin dip dibe olduğunu söyledi, heyecanla beklediğimi söyleyince, küçük bir iş dedi, bence aşırı alçakgönüllü idi, çünkü o gün en çok etkilendiğim iş ona ait olanıydı.
“paysages partagés”nin başlığını ve alt başlığını ilk okuduğumda, bizi bir ormana salacaklar, yedi saat boyunca dolaşacağız, ormanın derinliklerinde kesintisiz şeklinde tekrar eden işlere denk geleceğiz diye hayal etmiştim, yani bir tür punchdrunk’ın immersive (çevreleyen) gösterileri gibi, ama terk edilmiş bir otelin ya da fabrikanın katlarına değil de ormana yerleştirilmiş.
alana vardığımızda, bileklerimize farklı renklerde şeritler takılıp gruplara ayrılınca oldukça strüktüre edilmiş bir güzergah düzeninin olduğunu, her şeyi bir parçası olduğunuz grupla birlikte yapmamız gerektiğini fark ettim. biraz hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur.
gösteri avignon’da pujaut ormanı olarak geçen, ama aslında ormandan ziyade düzenlenmiş bir ağaçlık alan hissi, bir tür mesire yeri hissi veren bir yerdeydi. burası otobüs servisiyle avignon’a yaklaşık 25 dakikalık mesafedeydi. 40 derece sıcakta çoğunlukla ağaçların altındaki serinlikte olmak güzeldi. ayrıca, yere-özgü işleri seviyorum; gösteri sanatları yapıtlarını farklı deneyimlere açıyorlar.
bu fotoğraftaki patates değil, taş. pujaut ormanının zemini bu taşlarla dolu.
renk ve formuyla patatese benziyor, dayanamadım üç küçük taşı yanımda istanbul’a getirdim.
pujaut ormanı’ndaki yedi saat boyunca; önce bir bayırdaki ağaçlar altında yatarak kulaklıklarımızdan duyduğumuz diyalogları dinledik (stefan kaegi), ardından düz bir alanda bizzat icra eden olduk (sofia dias & vitor roriz), ağaçlar arasında gerilmiş bir perdeye yansıtılan bir tablonun önünde engelli birisi ile kardeşinin hikayesini dinledikten sonra ikram ettikleri şeftalili soğuk çaydan yudumladık (chiara bersani & marco d’agostin), kafamıza taktığımız vr kasklarıyla bulunduğumuz noktadan ayrılmadan yerden metrelerce havalanıp indik (begüm erciyas & daniel kötter), yemek molası verildiğinde hazır menü torbalarımızı açıp yemek yerken bir yandan da sohbet ettik, bir üzüm bağının perspektifinde avrupalı çiftçilerin sorunlarını dinledik (emilie rousset), 2001 uzay macerası’ndaki siyah taştan dikdörtgen prizma biçimindeki menhirin antipodu ince yatay turuncu yazı-ekrandan tam da o ana ve gün boyu olanlara, yani şimdi ve orada’ya dair okuduklarımızla sarsıldık (el conde de torrefiel: tanya beyeler & pablo gisbert) ve aralarda ve en sonda peyzajla ve zamanla hemhal olmuş müzik parçalarını peyzajla hemhal olarak dinledik (ari benjamin meyers).
ormanda yedi saat geçirmek tek defalık bir deneyimdi. yazdığım gibi erciyas ile kötter’in işinden çok etkilendim, el conde de torrefiel’inkinden de keza. ve bir de, beş farklı bestesini beş farklı peyzajda canlı icra ile paylaşan ari benjamin meyers’inkinden. bize eşlik etmesi için hazırladıkları broşür de ayrı güzeldi.
“paysages partagés”yi bu ayın ortasından eylül ortasına kadar berlin’de yakalayamazsanız, 2024 mayıs’ında avusturya-st. pölten, haziran’ında milano ve portekiz, ağustos’unda slovenya ve ekim’inde ispanya-girona peyzajlarında olacak, belki oraların birinde denk gelirsiniz…
[bütün fotoğraflar mehmet kerem özel’e aittir, pujaut, 09.07.2023]