Erdoğan Mitrani
İngiliz yazar George Orwell’in, 1947-1948 yıllarında, korkunç bir soykırım gerçekleştiren Nazi imparatorluğunun yıkıldığı, Rusya’da yeni bir baskıcı rejimin filizlenmeye başladığı sıralarda yazdığı 1949’da yayınlanan ünlü alegorik ve politik distopik bilim kurgu romanı ‘Nineteen Eigty-Four / 1984’, dünyanın sürekli savaş hâlinde olduğu yakın bir gelecekte Okyanusya’da hüküm süren dikta rejimini anlatır.
Düşünce Polisi’nin desteğiyle yaratılan Big Brother (Büyük Birader) kişi kültü aracılığıyla, sınıflara ayrılmış bir toplumda insanlar devamlı tele ekran denilen aygıtlarla dinlenip izlenir. Bu sınırsız kontrol ve baskı sisteminde her türlü özgür ve bireysel düşünce, kişisel karar ve duygu kesinlikle yasaktır. İnsanların bağlılığını propaganda, beyin yıkama ve korkuyla sürdüren sistem, tüm toplumsal yaşamı ve düşünceleri manipüle eder.
Kimliğini partinin kimliği altında tanımlamış, partinin çıkarlarını ve gücünü kabullenmiş gayretli orta sınıf çalışanı Winston, zamanla sistemin baskısından rahatsız olmaya başlar, hatırladıklarını, fikirlerini, gözlemlediklerini not aldığı bir günlük tutmaya girişir. Büyük Birader’in herkesi izlediği ve kontrol altında tuttuğu acımasız yönetim, geçmişi, şimdiyi ve geleceği sorgulayan, üstelik yasaklanmış olduğu hâlde Julia ile gizli bir aşk yaşayan Winston’u büyük tehlike olarak algılar.
Çözüm ‘yokkişileştirme’dedir…
Bursa’nın genç ve dinamik topluluğu Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nda bu sezon Murat Daltaban’ın yönettiği ‘1984’, romanın Robert Icke ve Duncan Macmillan tarafından yapılmış uyarlamasıdır.
Dekor tasarımını Cem Yılmazer ve Burak Etöz, ışık tasarımını Cem Yılmazer, kostüm tasarımını Tomris Kuzu, maske tasarımını Aslı Akıncı, Tevfik Çelebi, Dükkan ül Hayal, müzik tasarımını Oğuz Kaplangı, koreografiyi Tan Temel, video tasarımını Okan Temizarabacı, illüstrasyon tasarımını Mehmet Akçakoca üstleniyor.
Murat Daltaban 2005 yılında, eşi Özlem ve Süha Bilal ile, izleyiciyi seyirci olmaktan çıkararak hissedene/yaşayana dönüştüren İn-yer-face (in your face, suratına tiyatro ya da yüzevurumcu tiyatro) oyunlarını İstanbul’da ilk kez sahneleyen DOT tiyatrosunu kurmuş. İstanbul seyircisi DOT’un, tokat yemişçesine sallayıp, tiyatrodan çıktıktan günlerce sonra bile huzursuz eden aykırı oyunlarında yüzüne tutulan, bilincinin ya da bilinçaltının tüm çarpıklıklarını gösteren aynadan kaçmamış, aksine, kendi çirkinlikleriyle sapkınca büyülenmişçesine, yıllarca sahiplenmiş, oyunları defalarca izlemiş.
Pandemi sürecinde DOT’u bir süreliğine “nadasa” bırakan Murat Daltaban bir süredir Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmenliğini üstleniyor. Yıllarca DOT’un prodüksiyon ve yönetim işlerini yapmış olan Özlem Daltaban da topluluğun genel yapım yönetmenliğini yapıyor.
Nilüfer Belediyesi Tiyatrosu’nun olağanüstü 1984 yorumunda, salona girerken karşımıza çıkan Büyük Birader’in ruhumuzu delercesine bakan gözü, Daltaban’ın sahnelemesinin, DOT’un özlediğimiz o müthiş ayrıksı, çarpıcı, yaratıcı, eleştirel ruhunun yansıması olacağını müjdeliyor.
Merkezileştirilmiş faşizmin ve/veya komünizmin baskısına karşı durulmadığı takdirde totalitarizmin zaferinin sadece günümüzde değil, her dem önlenemez olacağını vurgulamak amacıyla Orwell’in 1949 yılında yakın bir gelecek olarak 1984’e taşıdığı anlatı, bu uyarlamada da günümüzün yakın geleceğine, 2050’lere alınmış. Winston’un günlüklerini okuyan, üzerine konuşarak inceleyen ve irdeleyen bir okuma gurubunun tartışmalarıyla açılan ‘1984’, oyun içinde oyun, zaman içinde zamanda gelişir.
Murat Daltaban, oyunu gerçeküstücü bir karabasan olarak sahneler. Aslında bu karabasan, distopik bir düş değil, içinde yaşamakta olduğumuz gerçekliğin çarpıtılmış bir yansıması, hatta ta kendisidir. İnsanlığın kendisini soktuğu bu yeni gerçeklikte iki ile iki ‘gerçekten de’ dört değil beş edebilmektedir. Bu bağlamda, bu 1984’ü izlemek, çarpıcı, rahatsız edici bir seyretmenin çok ötesinde, içinde fiilen yaşatılmakta olduğumuz distopyayı algılamak, ne derece huzursuz ve çaresiz bir sıkışmışlıkta olduğumuzu fark etmek demektir. O müthiş ‘yokkişileştirme’ sahnesi tabii ki ürkünçtür ama, hiç ara vermeden oynanan o 90 dakikayı yaşamak da aynı derece kan dondurucudur.
Murat Daltaban’ın birçok sahnelemesi için “tiyatro dersi” ifadesini kullanmışlığım vardır.
Bunu 1984 için rahatlıkla tekrar söyleyebilirim. Önce müthiş etkileyici görsellikten ve ses düzeninden söz etmem gerek. Mükemmel dekor, kostüm, ışık ve müzik uyumuna eşlik eden videolar, oyuncuların dijital kameralar aracılığıyla ekranlara yansıyan yüzleri, izlenceyi görsel işitsel bir şölene dönüştürüyor. Geleceğin tiyatrosuna göz kırpan bu mültidisipliner bakışı geleneksel tiyatronunkine yaklaşan mask kullanımı daha da zenginleştiriyor. Kadınlı erkekli tek tip giysiler ve masklar, distopyanın tektipleştirmesini vurgularken, maskesiz ve farklı giysisiyle Winston’un bireyselliği ustalıkla açığa çıkıyor.
Winston’a olağanüstü bir yorum getiren Adem Mülazim başta olmak üzere, coşkuları ve heyecanları sahneden seyirciye dalga dalga yayılan Ayşe Gülerman Kum, Barış Ayas, Batuhan Pamukçu, Gökhan Kum, Mert Tiryaki, Oğuzhan Ayaz, Pınar Hande Ağaoğlu ve Cihat Temel’in ekip oyunculuğu dört dörtlük.
Sonuç olarak çok zor bir metinden yola çıkan 1984, nefes kesici yorumuyla mutlaka izlenmesi gereken, yılın en iyi oyunlarından biri, hatta en iyisi.
Önümüzdeki sezon Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nda sahnelenmeyi sürdürecek. Sık sık da İstanbul’a gelecekler. Kesinlikle kaçırılmayacak bir çalışma.
Sağlıklı ve huzurlu bir yaz dilerim…