Heves, Emek, Yürek…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

                                                                                                                 Ferhan Petek

“Tiyatronun sanatlar ve bilimler ötesi bir şey olduğunu, tiyatroya gönül verenlerin oyuncu, yazar, yönetmen gibi unvanlar almadan önce tiyatro insanı olmaları gerektiğini, amatörlüğün bambaşka bir aşk, niyetin başarmanın ilk adımı olduğunu iddia edebilirim ama kanıtlayamam” diye düşünürken yakın zamanda izlediğim bir ekip bana yıllardır aradığım kanıtı sundu. Ekip Gazipaşa Anne Tiyatro Topluluğu’ydu, kanıtları ise “Yeşil Rüya Orman” isimli bir çocuk oyunu…

Onlar her şeyiyle kendilerine ait olan bir oyun oynadılar, aynı oyunu iki seans üst üste oynadılar ve ben ilk seansta oyunu ikinci seansta ise ekibi izledim. İlk seansta sevimli, eğlenceli, ponçik, izleyen minnak seyircilerini mutlu ve memnun eden bir çocuk oyunu vardı. İkinci seansta ise oyun metninden afiş tasarımına her şeyi kendi emekleriyle inşa eden, yüreklerini, yeteneklerini, heveslerini sonuna kadar tiyatroya sunan bir grup anne…

Çocuk tiyatrosu işi çocuk oyunu değildir. Daha doğrusu olmamalıdır. Hem eğlendireyim hem öğreteyim derken ya da yapmış olmak için yapılınca ortaya çıkan sevimsiz ve sıkıcı işler çocuk bireyin gelişimini desteklemek bir yana gelişmenin önüne de geçer. Bu yüzden bir çocuk oyunu ciddiyetle yazılmalı ve yapılmalıdır. Gazipaşa “Anne” Tiyatro Topluluğu “Yeşil Rüya Orman” oyununu işte bu bilinçle üretmiş. Her şeyiyle gönüllü bir anne topluluğunun eseri. Sadece oyun değil ekip de bilinesi, tanınası, izlenesi ve hatta örnek alınası. Bir araya geliş maceralarıysa anlatılası ve dinlenilesi. Bahanelerle hayatı geçiştirmek yerine var olmayı, hayatta ve sanatta kalmayı tercih eden bir grup anne kendilerine bir tiyatro insanı bulup onun tüm yeteneklerinden ve bilgilerinden yararlanmakla yetinmemiş bir de aynı kişiye oyun yazdırmış ve o oyunu yönettirmiş. Demek ki neymiş: İnsan, gerçekten de niyeti olunca her şeyi yapmanın bir yolunu buluyor ve emek verince de başarabiliyormuş.

Oyun kendi halinde, aşırı iddialara gerek duymadan, naif ve tatlı yollardan doğayı sevdirmeyi, onu korumanın önemini, doğanın değerini bilmeyi öğretmeyi bunları yaparken de seyircileriyle etkileşime geçerek çaktırmadan onlara bir tiyatro seyircisi olmayı öğreten bir oyun. Birkaç didaktik söylemi yok değil ama öyle çok göze batmıyor. Çocuklara zorla soru yanıtlatmıyor, onları aptal yerine koymuyor ve oyuna dâhil olmaları için sevimli görünmeye çalışan samimiyetsiz yaptırımlar uygulamıyor. Ekibi çalıştıran Özhan Topuzlu, Gazipaşa İlkokulu’nda okul öncesi öğretmeni. Yaratıcı drama lideri ve uygulayıcısı da olan bu bey aynı zamanda oyunun yazarı, yönetmeni, konuk oyuncusu ve ekibin de eğitmeni. Oyunda iki insan var; Şaziment ve Şaziye isminde bir ana-kız ikilisi. Ormanda çok para verip yaptırdıkları evin çöplerini getirip ormanın ortasına döküyorlar. Hayvanlar da durur mu yapıştırıyorlar planı. İnsanlara karşı birlik oluyor hatta seyirciyi de arkalarına alıyor ve onlara küçük bir ceza vererek hatalarını yüzlerine vurmak istiyorlar. Ama plan bir işe yaramayınca korucu geliyor ve duruma el koyuyor. İşin en eğlenceli ve çocukların katılmadan duramadığı bol etkileşimli bu bölümden sonra selam veriliyor, alkış alınıyor ve perde kapanıyor. Oyunda canlı kanlı söylenen şarkılar bile var ve bu şarkılar da oyun için Onur Coşkun ve Özhan Topuzlu tarafından yazılmış ve Serdar Uysal tarafından bestelenmiş. Profesyonel, okullu bir ekipten çıkabilecek kalitede -ama daha da güzeli- samimiyette bir oyun olmuş. Tabi ki eksikleri, geliştirilmeyi bekleyen birkaç kısmı var ama bütün olarak değerlendirildiğinde en azından çocukları düşünen, bilinçli hareket edildiği, ciddiye alındığı beli olan bir çocuk oyunu. Kostümler, makyajlar, ses, ışık… Her şeyi kendileri yapıyorlar. Amatörlüğün aşk olduğunun, tutku olduğunun kanıtı bir anne grubu onlar. Oyunculuklar da alkışı hak ediyor. Rol ve görev dağılımı o kadar özenle yapılmış ki bu bir grup anne, fantastik filmlerde görülen hani her birinin farklı bir özel gücü olan süper kahraman ekiplerini hatırlatıyor. Meşhur tekerlemedeki gibi tutan da, kesen de, pişiren de, yiyen de onlar. Üstelik kimseye “Hani bana hani bana” dedirtmiyorlar.

Bu bir grup anne, okullarındaki yaratıcı drama çalışmaları yapan, tiyatro geçmişi olan bir öğretmenin yakasından tutup kendilerine hoca yapmışlar. Yeterli sayıya ve kararlılığa ulaştıklarında da yolculuk başlamış. Çoluk çocuk, temizlik, yemek, koşturmaca… Hiçbir bahane sunmamışlar hocalarına. Gerektiğinde temizlik yaparken şarkıları çalışmışlar, yufka açarken ezber yapmışlar ama asla vazgeçmemişler. Yeri gelmiş çocuklarını da alıp provaya gelmişler ama süreçte hiçbir işi aksatmamaya özen göstermişler. Temel oyunculuk eğitimini alan ekip kasım ayında başladıkları çalışmaların sonucunda birkaç ay içinde seanslarca oynayıp bir sürü çocuğa ulaşmayı başarmış. Aslında ücretsiz olarak planlanan oyun yaşanan deprem felaketi nedeniyle cüzi bir bilet ücreti koymuş ve her seansın tüm geliri depremzedelere gidecek şekilde organize olmuşlar. Işıl ışıl gözleri, akıllı bıdık ve dünya tatlısı çocukları, her parmaklarında ayrı marifetleri, tatlı dilleri, güler yüzleri, hevesleri, bahaneler yerine niyetleri olan bu kadınlar; baştan sona kendi emekleriyle bir oyun kurmuşlar. Sahnede oynadıkları oyun da bu oyunun bir parçası olmuş. Ortaya çıkan iş ve oluşturdukları sinerji, hala umut olduğunu hissettiren cinsten. Başka ekiplere, okullara, velilere, annelere, babalara örnek niteliğinde bir gönüllülük projesi bu aslında. Bu oyunun kurucularından Özhan Topuzlu, sezonun son oyunundan sonra söylediği şu sözlerle yeni projelerin de sinyallerini veriyor aslında: “Velilerle çocukları eğlendirecek bir şeyler yapmaktan yanayım. Özel günlerde ya da yılsonu gösterilerinde bir halk oyunu ardından bir tiyatro oyunu oynayacağım diye stresten altına kaçıran çocuklar var. Okullar arasındaki bu müsamere kültürü yarışından kaynaklanan stres bazen çocuklara zarar verebiliyor. Çocukları strese boğmak yerine gönüllü ailelerle ve öğretmenlerle koro, tiyatro ya da benzeri etkinlikler yapılabilir. Hem neden çocuk bayramında çocuklar keyfine bakıp eğlenmesi gerekirken stres yaşasın? Bizler de onlar için temsiller yapabiliriz. Neticede gösteri yaklaştıkça gösteriyi çıkaracak öğretmenin stresi artar ve en tatlı öğretmen bile stresin bir kısmını çocuklara yansıtır. Bu oyunla öğrencilerim anneleriyle gurur duydular ve bunun bir parçası olmak benim için huzur vericiydi.”

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ferhan Petek

Yanıtla