Kazım Başer
Binlerce yıldır birbiriyle savaşan ülkeler, mahalleler, aileler ve insanlarla kana bulanan yeryüzünden yazıyorum. Bir savaşı kazanmak için taktiksel dehalar, strateji ustaları, üstün silahlar, kitleleri peşinden sürükleyebilecek bir ülkü gerekiyor belki de. M.Ö 5. yüzyılda Büyük İskender’in Mısır’a kadar uzanan istilası mı, Pers Kralı Daryus’un Atina akropolüne kadar yoluna çıkan herkesi öldürmesi mi daha büyük bir felaketti? Ya da bunlardan iki bin beş yüz sonra üstün ırk hayaliyle çıktığı yolda seksen milyon kişinin ölmesine sebep olacak savaşı çıkaran Hitler mi?
Opuslab Tiyatro’nun ilk oyunu Kuzgun Uykusu 21 Mart günü İzmir’de prömiyerini yaptı. Oyunun yazarı Devrim Pınar Gürbüzoğlu, yönetmeni ise Ahmet Ayaz Yılmaz. Yaklaşık yetmiş dakika süren oyunda Willie rolünde Nilgün Usta’yı, Tom rolünde ise Koray Doğan’ı izliyoruz. Nilgün Usta ve Koray Doğan’ın sahnedeki başarılı uyumu oyunun sonundaki alkıştan hakkını alıyor. Oyunun dramaturguysa Sündüz Haşar. Reji asistanları Safiye Kahraman ve Madina Çokuapha. Dekor ve kostüm tasarımı Deniz Göl’e, saç ve makyaj tasarımı ise Olcay Kankotan’a ait.
Adını adlığı Opus ve laboratuvar kelimelerinin birleşiminden oluşan Opuslab, çağdaş metinlerin bir laboratuvar çalışması olarak sahnelenmesini amaçlıyor. İzmir’de kurulan Opuslab, tüm ekibiyle genç bir kadroya sahip. Kira, bilet satışları, vergiler ve enerji tüketim bedellerinin ağırlığı altında giderek zorluk çeken tiyatrocuların, yeni ekipler kurarak sanata, üretime omuz vermeleri bir tiyatro izleyicisi olarak beni umutlandırıyor. Üretmek için kendine ait bir sahne veya salona ihtiyaç duymadan, sözüne ve eylemine güvenerek ekiplerin sanattan geri durmaması da ayrıca alkışlanası bir durum. Oyun takvimleri için sosyal medya hesaplarını inceleyebilirsiniz. Ayrıca belirtilmesi gereken bir konu da oyunun yazarı Devrim Pınar Gürbüzoğlu’nun üretkenliği. Yazar, Einstein Kumpanyası oyunuyla bu yıl Direklerarası Ödülleri’nde “Oyun Yazarı” ödülünü aldı. Yine bu yılın ocak ayında Beşinci Mevsim Efsanesi oyunu Gaziantep Şehir Tiyatrosunda prömiyerini yaptı. Yeni metinlerin, yazarların olmadığını düşünenler için de “işte buradayım” diyen bir kadın, Devrim Pınar Gürbüzoğlu.
KUZGUN’UN HİKAYESİ
Ne kadar uzak olduğunu kestiremediğimiz bir gelecekte geçen Kuzgun Uykusu oyununun distopik evreni, bizi çok şaşırtmadı diye düşünüyorum. Mart 2020’de küçük bir kentten çıkan virüsün tüm dünyayı iki yıllığına durduracağını söyleseler inanır mıydık? Yüzümüzde maskeler, eldivenler ve dezenfektanlarla yatıp kalktığımız aylar geçirdik. İlk vakaların hangi kıyafetlerle karantinaya alındığını televizyonlarda izlediğimizde bize uzak bir virüstü. Önce ülkede, sonra yaşadığımız şehirde, mahallede, apartmanda ve en son ailemizde vakalar görüldüğünde ise bu sürecin son bulmayacağını, tüm umudumuzun yine virüsün yaşamı için bizi öldürmemeyi başarmasına bağlamıştık. Tam pandeminin etkisi geçip normalleşmeye çalışırken bu sefer de yaşadığımız büyük deprem ile insanın elleriyle kurduğu şehirlerin yerle bir olduğunu gördük. Enkazın içinde ailesinin sesini duyup, onları çıkaramayan çaresiz insanlar. Aklımızın, teknolojimizin yetemediği bir savaş. Tamamen yıkılan şehirler ve kurtulduğuna sevinemeyen insanlar. Şimdiyse Kuzgun Uykusu yaşamın ta kendisi olarak karşımızda duruyor.
Oyunda hafıza kaybı yaşayan Willi ve Tom aslında ilk covid vakası kadar uzak ve bir o kadar yakın bize. Viyana Üniversitesi’nden Dr. Reinhard Stindle’ın çalışmalarına göre, insanlığı bekleyen en büyük on tehlikeden biri, Telomer Aşınması yani çocuk yaşta başlayan alzheimer hastalığı. Oyunda, unutmamak için sürekli tekrarlanan replikleri görüyoruz. Tom’un Willi’ye okuduğu kitaptaki kişilerin kendileri olduğu düşüncesi gerçek olmayan bir geçmişi sahiplenmelerine sebep oluyor. Tom’un okuduğu kitap, Tennese Williams’ın pek de öne çıkmayan metinlerinden Dikkat Çökme Tehlikesi Var oyunundan parçalar içeriyor. Bu sayede yazar hem metinlerarasılığı kullanarak oyun içinde oyun kurmuş hem de hafızasızlaşan insanın, bilgiyi ancak kaydederek sabit tutabileceğinin altını çizmiş. Dikkat Çökme Tehlikesi Var oyunu psikolojik-gerçekçi iken, Kuzgun Uykusu oyunu distopik bir evrende fare ile beslenen, kuzgunlardan korkan iki kişinin hikayesini anlatıyor.
Oyun bizi, yapay zekâ ve yazılımlar üzerinden yaşamın kurgulandığı, insanın artık çok düşünmesine gerek kalmayacağının vurgulandığı bu günlerden, telomer aşınması ile küçük yaşta Alzheimer olan ve hafızasızlaşan insanlığın kuzgunun beynine göz diktiği bir döneme götürüyor.
Oyun, sahneye kutudan dökülmüş bir puzzle gibi. Bazı yerleri seyircinin tamamlaması istenmiş olmalı diye düşünüyorum. Sorgu sahneleri ve çok korkulan kuzgunlardan birinin yakalanması-yakalanabilmesi ile anlatılmak istenen kısım belki de kutuda kalan puzzle parçalarıydı. Oyuncuların aynı dekor içinde yer değiştirmesi ya da zaman değişimi için sıkça sahnenin kararması yerine seyirciyi hikayeden koparmayacak başka bir çözüm bulunabilir diye düşünüyorum. Oyundan çıkıp evin yolunu tutuğunuzda oyundan dilediğiniz yere fenerinizi tutup başka bir yolculuğa da çıkabilirsiniz pekala. Bana da ev yolunda kuzgunlar eşlik etti.
KUZGUNLARA YAKIN PLAN
Yazarın, Amerikalı yazar Tenesse Williams’ın oyunu ile kurduğu metinlerarasılık içinde Kuzgun imgesi beni en çok düşündüren odaklardan biri. Kuzgun birçok kültürde üzerine farklı anlamlar yüklenmiş bir canlı. Yine Amerika’nın uzak kıyılarından gelen Haida mitolojisinde güçlü, açgözlü ve dönüştürücü bir karakter olarak bilinir. Özelliklerinden biri de hayvandan insana, insandan hayvana dönüşebilmesidir. Oyunda kuzgunların insanları yemesi, ölenlerin kuzguna dönüşmesi ve insanlardan daha akıllı olması ise bir zombi hikayesini çağrıştırıyor. Öldürülmesi, kendine benzetmesi ve onunla beslenmesi aslında sadece biyolojik bir beslenmeden öte onun gücünü de kendine alması anlamına gelen arkaik bir inanışın izlerini taşıyor. Kuzgun olmaktan, kuzgunlaşmaktan korkan oyun kişilerinden Tom, oyunun sonuna doğru bir kuzgun yakalayıp onun beynini yiyerek aslında yine aynı inanışla kuzgunun zekasına sahip olacağını düşünüyor. Yakaladığı kuzgunun beyninden yemesi için Willi’ye ne kadar baskı yapsa da Willi yemiyor ve sonunda kuzgunlaşan Tom için Willi de bir av oluyor.
Dokunduğu her şeyi kendine benzeten, kendine benzemeyeni yok etmek için mücadele eden kutuplaşmış dünyada koca bir öğütücü olan emperyalizmin kuşları dolaşırken tepemizde, onlara benzemek ya da onlarla mücadele etmek kalıyor bizlere. Hafızasızlaşan insanlık tarihine güvenen çok uluslu şirketlerin işine geliyor telomer aşınmaları. Artık ne Hitler’e gerek var ne de İskender’e. Kapitalizm koca meydanlarda değil bir küçük dikiş atölyesinde buluyor artık bizi. Küçük bir imalathanede, ailede, devlet dairesinde… Hiyerarşinin olduğu her yerde kuzgunlarla mücadele etmek yerine onlara hoş görünmek için kuzgunlaşanları, insanlığını, onurunu kaybedenleri düşünüyorum. Haklılığın değil gücün geçer akçe olduğu düzeni, ezilenin sistemi alaşağı etmektense ezen yerine geçme isteğini fısıldıyor. Tom ve Willie gibi önceden yazılmış hikayelerde bize biçilen rollerimizle mi devam edeceğiz yoksa yıkıp egemenlerin düzenini, kalemi ele alıp yarınımızı biz mi yazacağız? Velhasıl oyun, hafıza, insan onuru ve gelecek üzerine düşünmek için iyi bir zemin sunuyor seyirciye.