Bahar Çuhadar
Bahsetmeye çalışacağım oyunu izlerken aklımdan geçirip not etmişim şu cümleyi: “Kendi kendini büyütüyor bu çocuk.”
Uğur Kanbay’ın yazıp, yönetip oynadığı (Bu üç işin birden üstlenildiği durumlarda şöyle bir dururum genelde…) tek kişilik oyun ‘REM’i bir cümleyle özetlesem de bunu derdim herhalde: Kendi kendini büyüten bir çocuğun -kelime tekrarı olma pahasına- büyüme öyküsü.
Tek kişilik oyunlara, hele ki yeni bir metinse, artık belli bir çıtanın altına düşmemeleri beklentisiyle gidiyorum epeydir. ‘REM’e doğru yürürken evvelden gördüğüm iki oyunundan ötürü (‘Eylül’ ve ‘Kırlangıç’) oyunculuk gücünden hiç şüphem olmayan Uğur Kanbay’ı izleyeceğim için asıl merakımı metne (daha doğrusu hikâyeye) yöneltmiştim. Birbirini andıran kadınlık ve erkeklik halleri anlatılarına, zayıf tasarımlı tek kişilik oyunlara bir yenisi daha eklenmese iyi olurdu…
‘REM’, beklentilerimin her yönüyle üstüne çıkan bir oyun.. İlkokuldan üniversite çağına İstanbul’da büyüyen bu erkek çocuğunun hikâyesinde derinleştikçe; iyi kurgulanmış, naif ama özgün bir anlatıyla karşı karşıya olduğumuzu gördüm.
Oyunu izledikçe öğreneceğimiz sebeplerden dolayı babaannesiyle yaşayan bir çocuk olan Umut’la, önce mavi önlüğü içinde tanışıyoruz. Sahne tutkusu, başrolü kapma heyecanı o yaştan sarmış bünyesini. 90’larda geçen bir çocukluk Umut’unki ve onun hayatının başrollerinde de hayalini kurduğu tiyatro kadar Pokemonlar ve babaannesi de var. Annesiyle kardeşine yardımcı roller düşmüş Umut’un ‘sahnesinde’, babaysa en fazla konuk oyuncu… Charmander’dan Squirtle’a türlü Pokemon karakteriyse Umut’un hayatındaki insanların ‘sahne adları’ gibi bir şey.
“Umut’un oto-biyografik öğelerle beslenmiş anlatısı seyircinin duygu dünyasına sızmayı başarıyor. ”
Çocukluğu 90’lara denk gelen Umut’un 2016’ya kadarki sürecini; zihninden geçen resimleri, anıları, sesleri iç içe geçirdiği bir kurgu içinde aktarıyor bize oyun. Umut sahnede babaannesine, öğretmenine, farklı dönemlerdeki arkadaşlarına, annesine, babasına, kardeşine, onu sahneye hazırlayan profesörüne dönüşe dönüşe anlatıyor öyküsünü. Bu sayfalarda birden fazla karakteri tek kişilik performansında etkileyici şekilde taşıyan çok sayıda başarılı oyuncudan bahsettim. Uğur Kanbay da evet, oyunculuğun bu zorlu sınavını başarıyla veren isimlerden. Ama Kanbay’ın karakter geçişlerinde gördüğümüz ifade, ses, bakış farklılaşmalarında adeta teninin altından gelen bir dönüşüm enerjisi var. Işığın etkisini es geçmeden söyleyeyim, çok uzun zamandır izlediğim en doğal, yumuşak ve müthiş derecede ikna edici çoklu karakter performansıydı Umut aracılığıyla Uğur Kanbay’dan izlediğimiz.
‘REM’ gücünü, Kanbay’ın oyunculuk yeteneğinin yanı sıra oyunun otobiyografik bir anlatı olarak da iyi bir iş çıkarmasından alıyor (Oyuncunun söyleşilerinden, metnin kendi yaşamından belirgin izler taşıdığını anlıyoruz). Sırtını sadece mizaha ve dramatik detaylara dayayıp önümüze sıralanma riski taşıyan ‘hayat parçaları’, seyirci olarak finalde çözdüğümüz bir buluşun etrafında birleşmiş.
Velhasıl; en büyük tutkusu ve hedefi oyunculuk olan Umut’un otobiyografik öğelerle beslenmiş anlatısı büyük bir iddiaya soyunmadan, seyircinin duygu dünyasına sızmayı başarıyor. Hikâyeye boyut katan Pokemon karakterleriyle sahne/ışık tasarımındaki işlevsel ama sade dilse oyunun dünyasını tamamlayan detaylar. Umut’u oyunun tamamında sahnenin merkezindeki, hareket kabiliyetine de sahip beyaz halkanın etrafında seyrediyoruz. Yukarıdaki ışık ve ekran kaynağı beyaz çerçeveli dairelerin anlamını ise -oyun boyu sundukları katkının yanı sıra- finalde fark ediyoruz.
‘REM’i iyi kurgulanıp anlatılmış bir hikâye izlemek, bolca gülmek ve bir o kadar da içinizin cız etmesi için izleyebilirsiniz. İleride adını daha fazla duyacağınız bir aktörü şimdiden tanımak için de gidin ama… Kardeşi, Umut’a “Abi bence sen çok iyi bir oyuncu olacaksın” diyordu, yazar-oyuncunun bu repliği yazarken kendisine, çocukluğundan bir selam verdiğini hissediyoruz. ‘REM’deki performansı, kendine verdiği sözü hayata geçirdiğinin ispatlarından biri…
SAHNEDE BUNLAR DA VAR
‘ACINDIRMA PROPAGANDA BİRİMİ’/OYUN ATÖLYESİ: Yeton Neziray’ın gerçek bir hikâyeye dayanarak yazdığı oyun, otoriter yönetimin toplum ve birey üzerindeki etkilerini mizahi bir dille anlatıyor. Muharrem Özcan yönetiyor; Hasibe Eren, Mustafa Kırantepe, Onur Özaydın ve Ezgi Coşkun sahnede… 27 Nisan Perşembe, 20.30’da ENKA Oditoryumu’nda (İstanbul).
‘FOTOROMAN KRALI’ TİYATRO ALESTA: 1970’lerde, fotoroman sevdalısı bir gencin karakomik yolculuğu… Sokağa çıkma yasaklarından seks filmleri furyasına ve faili meçhullere uğrayan duraklarıyla… Ali Cüneyd Kılcıoğlu yazdı, Ahmet Şeninak yönetti, Orçun Ucal oynuyor… 24 Nisan, 20.30’da AltKat Sanat’ta (İstanbul).
‘ÖDENMEYECEK ÖDEMİYORUZ’/ESKİŞEHİR B. B. ŞEHİR TİYATROLARI: İtalyan halk tiyatrosu geleneğine eklediği çağdaş metinlerle kültleşen Dario Fo’nun kaleminden çıkan bu sistem eleştirisi, Burcu Tutkun Oruç’un yönetiminde Eskişehir B. B. Şehir Tiyatroları ekibine teslim. 26 Nisan, 15.00 ve 20.30’da Müze Gazhane’de (İstanbul).