Söyleşi: Kadınlar Bölümü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Günsu Özkarar

İçinde olduğumuz süreç depremi kaale almadığımız için nasıl bir felakete doğru sürüklenebileceğimizi bize gösterdi ve maalesef göstermeye de devam ediyor. Bu yas sürecinde hemen hemen tüm etkinlikler durdu ve çoğumuzun içinden de hiçbir şey yapmak gelmiyor. Ancak bir oyun var ki bana metaforik olarak depremi çağrıştırıyor ve de İran’daki olayları kaale almamanın da büyük felaketlere yol açacağını düşündüğümden bu oyunu tekrardan gündeme getirmek istiyorum. Kadınlar Bölümü, ülkemizde Türkiye-İran ortak yapımı olarak oynanan ilk Farsça oyun. Sezon içinde instagram hesabından takip ederek yakalayabileceğiniz bu oyunu yazarı Baharak Salehniya ve oyuncularından İlkay Bilgiç’ten dinledim. Keyifli okumalar! 

Bir araya nasıl geldiniz? Rolünüze çalışma ve birbirinize uyumlanma süreciniz nasıldı?

Baharak Salehniya: Bu iş kendi insanını buldu, baştan beri dedim ki bu metin kendi insanları seçer ve aynen böyle oldu, ilk günler metin ve fikirlerimizi konuştuk, ilk prova oturumları boyunca konuştuk ve metni okuduk. Her bir karakter hakkında konuştuk, onların acılarını, dertlerini, hikayelerini tanıyıp ortak bir kanıya varalım diye.

İlkay Bilgiç: Yıllardır İranlı sanatçılarla çalışıyorum. 2018’de mezopArt’ı kurup İranlı ve Türkiyeli sanatçılarla projeler geliştirdiğimiz zamandan bu yana da tiyatro ekibimizde yapım amiri olan Alireza ile tanışıyorum. Bu metinden de onun vasıtasıyla haberdar oldum ve ardından Bahar ve Afsaneh ile tanıştım. Okuma provalarına başladığımızda önce canlandırdığımız kadınları, bu dört monoloğa sığmayan yaşanmış ve yaşanmakta olan diğer hikayeleri, İran’da kadın olmayı ve aslında İran’da insan olmayı konuştuk. Oyunu izledin, hikayelerin ağır olduğunu biliyorsun. Bu sebeple role çalışırken tabii biz de her bir karakterin dünyasında birlikte acı çektik, birlikte ağladık. Prova süreciyle eş zamanlı olarak ve hala İran’daki protestolar ya da İranlı muhaliflerin söylemiyle devrim de devam ettiği için, kimi zaman karakterlerimizle gerçek hayattaki acılar birbirine girdi. Kendi adıma da, ekipteki ana dili Farsça olmayan tek oyuncu olarak, hem dille hem kültürle uyumlanmam (ki dile de kültüre de oldukça aşina olmama rağmen her zaman öğrendiğim yeni bir şey oldu) gerekiyordu. Hikayelerin ağırlığı ve bunu oyuncu olarak ete kemiğe büründürme aşamalarında da kimi zaman yorularak ama çoğu zaman da heyecanla geçirdim bu süreci.

Neden dört kadın hikayesi? Daha fazla kadın anlatmak var mıydı aklınızda yoksa şartlar gereği mi dört kadına indirgediniz?

B. S.: Kadınlar Bölümü içinde kendi hikayeleri olan birçok kadın var, bu dört kadın kendi hikayelerini anlatmak için daha çok acele ettiler ve diğerleri hala sırada bekliyor. Bu metni İran’daki son olaylardan önce yazdım ve sadece  sonunda gösterilen video İran devrimini  #kadın_yaşam_özgürlük anmak için yayınlanıyor.  Daha önce yazdım dediğim de, Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesinden 2-3 ay öncesinden bahsediyorum. Aslında bu metnin tam da bu sırada aklıma geldi ve yazmam bir işaretti benim için, dedim ki işte şimdi bu oyunu  gerçekleştirmenin ve yıllardır sesleri duyulmayan İranlı kadınlarının sesi olmanın zamanı. Galiba bu dönem için sorumluluğumuz bu oyunu gerçekleştirmekti.

İ. B.: Oyunun yazarı Bahar ve bahsettiği gibi hikayesini anlatmayı bekleyen çok kadın var.  Gerçek hayatta da onun zihninde ve kaleminde de. İlk okuma provalarında da konuştuk zaman zaman. Bu dört monologda anlattığımız ve anlatamadığımız, şimdilik dışarıda kalan hikayeleri. Bunların neler olduğunu, neyi daha fazla içerip, neyi şimdilik dışarıda bırakmak zorunda kaldığımızı. Burada tabii pratik bir konu da var. Oyun bu haliyle 80 dk. Gerçekçi olmak gerekirse, 80-90 dakikayı geçen tiyatro oyunları, oyunun uzun olması için gerçekten geçerli sebepler yoksa, seyirci için artık zorlayıcı olabiliyor.

Biraz rolünüzden de bahseder misiniz?

B. S.: Ben Ayda’yı canlandırıyorum, 2008’de Tahran’daki protestolarda doğrudan kurşunla öldürülen bir genç kadın. Ayda, çocukluğundan beri toplumun eşitsizliklerine ve baskılarına karşı çıkmış ve bu yolda birçok zorluk çekmiş biri. Aslında bu hikayenin sonunu ve Aydanin öldürülme şeklini, 2008’de protestolarda öldürülen ve yine sivil bir ölüm olması sebebiyle ses getiren Neda Agha Soltan’dan ilham alarak yazdım.  Ayda’nın karakterinin Neda ile doğrudan ilgisi yok.

İ. B.: Ben Arzu olarak anlatıyorum hikayemi. Arzu çocuk yaşta kendinden çokça yaş büyük biriyle evlendirilmiş ve engelli çocuğu olan bir kadın. Birçok zorluk yaşadığı ve sesini hiçbir zaman çıkaramadığı hayatı idam edilmesi ile son buluyor. İdam edilme sebebi, kocasını öldürmesi. Arzu bu oyunda, öldükten sonra sürekli sorgulandıkları bu bilinmez yerde, Kadınlar Bölümü’nde, oraya en son gelen ve yaşarken hiç dinlenilmediği için hala hikayesini dün gibi yaşayarak anlatan ve biraz da buna ihtiyaç duyan bir karakter. Diğer oyuncu arkadaşlarım adına kısaca diğer rollerden de bahsedeyim. Leyla İran’ın güneyinde, akraba evliliğine mecbur bırakılmış ve okumaya devam etmesine izin verilmeyen, bu sebeple gizlice gittiği okulu ortaya çıkınca kocası tarafından boğazı kesilerek öldürülen bir kadın. Bu hikayenin de birebir olmasa da benzeri İran’da yaşanmış maalesef. Azin ise, İran’da kadınların müzik yapması, şarkı söylemesi yasak olduğu için baskılar içinde kendini var etmeye çalışan yetenekli bir genç kadın. Yer altında sürdürmek zorunda kaldığı müzik hayatının, toplum ve devlet baskısıyla onu sürüklediği yaşam tarzı sebebiyle yüksek doz uyuşturucudan ölüyor.

İran-Türk ortak yapımı olması nasıl karşılanıyor? Oyunun duyulmasında faydası oluyor mu? 

B. S: Ben şuna inanıyorum, biz beraber daha güçlüyüz.

İ. B.: Bu iş birliğinin ve bir arada olmanın kesinlikle önemli ve herkes için de ilham verici olduğunu düşünüyorum. İran – Türkiye ortak yapımı, içerisinde Türkiye’den de bir oyuncunun yer aldığı, Farça sahnelenip, Türkçe üst yazısı olan sanırım ilk tiyatro oyunu bu. Daha önce böyle bir şey yapıldıysa bile, benim haberim yok.

Oyunun hem yazarı, hem de oyuncusu olmak nasıl bir duygu? 

B. S.: Yazar olarak Kadınlar Bölümü’nde kadınlarla bizzat yaşadım ve onları çok iyi tanıyorum, onların dertleri ve duygularını hissediyorum. Oyuncu olarak da daha yakından canlandırıyorum.

Aynı soruyu yönetmene de sormak istiyorum, oyuna daha çok yönetmen gözüyle mi baktınız?  Oyuncu gözüyle mi? 

B. S.: Aslında her iki gözle de baktım. Bir taraf oyuncu olarak oyuncuları anlamaya çalıştım, bir taraf da  yönetmen gözüyle düzenledik.

Peki yazarın tekstinde değiştirdikleriniz oldu mu? 

B. S.: Evet oyunculara göre bazı kısımları veya kelimeleri değiştirdim. Hatta cümlelerde değişiklik yapmaya karar verdim.

Bir de oyunculardan nasıl bir yönetmen olduğunuzu dinlemek isterim…

B. S.: Ben Afsaneh ile ilgili bir şeyler söyleyebilirim, mizansenleri Afsaneh tasarladı ve ben de çok memnun kaldım, hislerime çok yardımcı oldu hareketler.

İ. B.: Oyunun yönetmenliğini hem Baharak hem de Afsaneh üstlendi. Tercih edilen biçim itibariyle, başlangıçta biraz mesafelendim karaktere. Ama sonra rejinin talepleri ve Arzu karakteri bir yerde buluştu. Farklı bir dilde oynadığım için özellikle Baharak ile metin üzerinde birlikte çalıştık. Oldukça yol gösterici ve destekleyiciydi. Son olarak da birçok farklı sahnede oynadınız. Minimal bir dekorunuz var ama yine de sizin açınızdan çok farklı deneyimler oldu mu ve hepsinin izleyici kitlesi farklı mıydı?

B️. S.: Biz İran’da bir sahne ile anlaşır, hem provalarımızı orada yapar hem de birkaç ay orada oynarız. Hatta neredeyse her gün oynarız. Burada durumlar biraz daha farklı. Türkiye’de sürekli farklı sahnelerde oynamak biraz zor oluyor bizim için. Çünkü sahneye alışmak için pek fırsat olmuyor. Sürekli taşınıp duruyoruz ama bir yandan da farklı sahnelerde oynamak ve farklı bölgelere ulaşmak ilginç bir deneyim.

İ. B.: Benim için bu daha alışkın olduğum bir durum tabii. Kendi adıma, farklı sahnelerde olmayı seviyorum. Aynı sahnede üst üste oynanan oyunlar kesinlikle mekanla da oyuncu için hislerle de daha bütün bir hal alıyor. Teknik olarak ise kesinlikle operasyonu çok daha kolay olurdu hep aynı sahnede oynamanın. Ama özellikle İstanbul’da farklı seyircilere ulaşmak için, en azından şehir içinde turne halinde olmak neredeyse kaçınılmaz. İzleyici kitlesine gelince, mekanlarla bağlantılı bir kitle farklılığı pek olmadı. Çünkü Kadıköy, Beyoğlu ve Beşiktaş’ta oynadık şimdiye kadar. Ama seyircilerimizin ne kadarının İranlı ya da Türkiyeli olduğu zaman zaman değişti. Bu da oyunun hissini ve etkisini değiştirdi kimi zaman.

En unutamadığınız seyirci geri dönüşü ile söyleşimizi bitirebiliriz.

B. S.: Seyircilerin duyguları her zaman bizi çok şaşırttı ve etkiledi. Ama Kadıköy Emek Sahnesi’nde oynadığımızda, bir karı koca üniversite hocaları gelmişti ve oyun bitince çok ağladılar ve bize sevgiyle biz sizinleyiz,  yalnız değilsiniz dediler. Yüzleri gözlerimin önünde ve hala etkisindeyim.

İ. B.: Türkiyeli seyirci beklediğimden de çok etkileniyor oyundan. Biz nasıl bunları düşünmüyoruz, nasıl hatırlamıyoruz bu acıları, aynılarını bizim ülkede de yaşıyoruz diyenler oldu bana çok defa. Çoğunlukla seyirci ile birlikte ağladık oyun bittiğinde. Bazı seyirciler, yanlarında ağlayan İranlı seyirciden de çok etkilendiğini söyledi. Bana doğrudan gelen geri dönüşlerden biri de Farsça oynuyor olmamla ilgili oluyor. İranlılar nasıl böyle konuşabildiğimi soruyorlar, takdir ediyorlar. Bunu duymak hoşuma gidiyor tabii. Beşiktaş’taki oyundan sonra İranlı seyircilerden bir kadın gelip bana sıkıca sarılıp, çok içten teşekkür etmişti yanlarında olduğum için. Buna benzer anları birçok defa yaşadım oyunlardan sonra ama bu çok içten sarılma en çok aklımda kalan oldu.

Son olarak gelecek oyun tarihleriniz nedir? 

B. S.: Deprem felaketi ve yasımız sebebiyle Şubat’taki tüm oyunlarımızı iptal ettik. Şubat sonrası, en yakın ve tarihi belli olan oyunumuz 7 Mart Salı Kadıköy Boa Sahne’deki. Buluşmayı bekliyoruz.

Bu keyifli söyleşi için çok teşekkürler!

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Günsu Özkarar

Yanıtla