Neşe Binark
“Le Théâtre du Grand-Guignol’un 1962 yılında kapanmasının nedeni olarak yönetim kapatmayı kısmen tiyatronun sahte dehşetinin yirmi yıl önceki Holokost’un gerçek olaylarıyla gölgede kalmış olmasına bağladı. Son direktörü Charles Nonon, “Buchenwald’a asla eşit olamayız. Savaştan önce herkes sahnede olanların imkânsız olduğunu hissediyordu. Şimdi bunların ve daha kötüsünün gerçekte mümkün olduğunu biliyoruz” dedi.”
Rolü karartmaya çalışan oyuncu kişisi, ben…
Sanki benimle doğmuş gibi… Doğarken onu da beraberimde getirmişim gibi… Beş yaşımda sahnede seyrettiğim ilk tiyatro oyununun çocuk oyunu olmamasını ve hatta korku unsurları içeriyor olmasını tesadüf görmeyecek kadar korkuyu bünyeme katmış olmam gibi…
Başlangıç paketi düzeyinde hamurumun korku malzemesiyle karıldığına inanmak için çok nedenim var; “Çocuklar arası oyunlarda herkesi korkutmak için çaba sarf eden, hikayeleri, masalları kafasına göre bozup korkutucu halde yeniden yazan, arkadaşlarının çiçekli böcekli rüyalarını kabusa çevirecek düzeyde onlara tekrar servis eden ben… Resim defteri ve boya kalemleri ile tanışır tanışmaz, kafasında kotardığı korku hikayelerini karanlık resimlerle anlatarak kendini profesyonel düzeyde tekinsizleştiren yine ben… İlkokulda yaptığım çocuk tiyatrosundan sonra hayatıma tiyatroyu vazgeçmeksizin aldığım lise yıllarımdaki ilk rolüm olan Keşanlı Ali Destanı’nda Şerif Abla karakterini arayıp bulma çalışmalarımda rolü karartmaya çalışırken Yönetmenimiz Halil İbrahim Kalaycıoğlu’nu çileden çıkartan yine ben… Çizgi romanların yanında korku dergisi okumayı tercih ederek büyüyen, çocuk klasiklerindeki korkuya hizmet eden cümleleri itinayla bir deftere kaydedip sonra üzerinde kendince değişiklikler yaparak başlı başlına yeni öyküler oluşturan yine ben… Üniversite tiyatro kulübünden bugüne kadar “Bir gün mutlaka korkuyu sahneye çıkartacağım” diyen de aynı ben…” Bu kadar ‘beni’ peş peşe sıralamanın okuyucuda yaratacağı irrite duygusunu göze alarak anlatmaya çalıştığım konuya sizleri çekmek istediğim için bu yola saptığımı anlamanızı isterim.
Oyunculuk eğitimi aldığım hocalarıma da bahsettim hep “Korku Tiyatrosu” yapmak istediğimi, hatırlayacaklardır. Oyunculuk, kuramsal tiyatro, oyun yazarken, senaryo yazarken, sinema okumaları yaparken edindiğim her bilgiyi “korku” ile harmanlamayı çok sevdim. Hala da aklımın en güzide köşesinde bir gün “Korku Tiyatrosu” yapmak fikrini besleyip büyütüyorum diğer sahneye çıkartmak istediğim hayallerimle birlikte, arada bir tozunu alıp parlatıyorum.
Korku sahneye nasıl çıkartılır? Tarihte ve günümüzde var olan örnekleri nelerdir? Korku Tiyatrosu tanımını bağımsız bir şekilde yapabilir miyiz? Kafamdaki korku tiyatrosu nedir? Peki ama benim derdim ne? Buyursunlar…
Korku ve dehşetin sahnesi: ‘Grand-Guignol Tiyatrosu’
Bir “korku oyunu” ne demektir, tanımlayalım: “Sahne için edebiyattan, plastik sanatlardaki eserlerden esinlenerek ya da sinemadan uyarlanarak yazılan bunun dışında tamamen yazarın bağımsız hayal gücünden yaratılarak yazılmış oyunlara korku oyunu denir. Sahnede sergilenecek bir korku oyununda, seyirciyi korkutma, heyecan ve hatta dehşet yaratma hissi oluşturacak görsel efektler (kan, irin, salya, ezilmişlik, kırma-kırılma, canavar plastik makyajı vb), psikolojik unsurlar (delilik, travmatik davranışlar, eksiklikler, fazlalıklar, ucubelikler vs.) eklenerek merak, heyecan ve korku hissi yaratılır. (Korkunun tiyatrosu /Dehşetin tiyatrosu Tanımı, Neşe BİNARK, Ocak 2023, Mimesis için)
Fransa’da 1897’de açılıp 1962’de kapatılana kadar seyircisini korkutan “Le Théâtre du Grand-Guignol” dan bahsetmek öncelikli olmalıdır. Antik Roma Tiyatrosundan sonra ciddi anlamda sahneye korkuyu taşıyan bir tiyatrodur Grand-Guignol.
Tiyatro, adını Punch ve Judy tarzıyla siyasi yorumları birleştiren geleneksel bir Lyonnaise kukla karakteri olan Guignol’dan alıyor. Paris’in en küçük tiyatro salonu olarak ancak 293 seyirci kapasitesine sahip Grand-Guignol’u Oscar Méténier, natüralist performans için bir alan olarak planlayıp 1897’de kurdu.
Tiyatro eski bir şapeldi ve günah çıkarma odalarına benzeyen dolaplar vardı. Orkestra üyelerinin tepesinden melekler sarkıyordu. Mimari tasarımı oldukça sinir bozucuydu ve başlangıçta engel gibi görünse de sonraları amaca hizmet eder oldu. Tiyatronun pazarlanmasında kolaylık sağladı. Binanın duvarlarına yer yer yerleştirilmiş mobilyalar ve gotik yapılar girişten itibaren seyirciyi ürkütmeye başlıyordu.
İnsanlar bu tiyatrodaki sergilenen oyunları sadece sahnede korkutucu bir şeyler izlemek için değil bir şeye karşı güçlü duygularla dolabilmek için de izlediler. Sahnede sergilenen oyunların dehşetini fiziksel olarak kaldıramayan seyirciler de oluyordu. Özel efektler oldukça gerçekçiydi ve seyirci oyun sırasında bayılıyor ya da kusuyordu.
Tiyatro yönetimi oyun boyunca seyircilerin arasında oturmaları ve gerektiğinde yardım edebilmeleri için çok sayıda doktoru işe aldı. Bu da bir pazarlama taktiği olarak değerlendirildi.
Tiyatronun zirve yaptığı tarihler I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaydı. Oscar Méténier, Grand Guignol’ün kurucusu ve asıl yönetmeniydi. Fahişeler, suçlular, sokak çocukları ve Paris’in sosyal kademesinin alt ucundaki insanlar hakkında oyunlar üretildi.
Max Maurey, 1898’den 1914’e kadar yönetmen olarak görev yaptı. Maurey, tiyatronun vurgusunu dehşet oyunlarına kaydırdı ve bir performansın başarısını şoktan bayılan müşterilerin sayısına göre değerlendirdi; Bu ortalama her akşam iki bayılmaydı.
Maurey, tiyatro için en önemli oyun yazarı olacak olan André de Lorde‘u keşfetti. André de Lorde‘ (1869-1942) 1901’den 1926’ya kadar Grand Guignol oyunlarının baş yazarı oldu. Gündüzleri kütüphaneci geceleri de oyunları oynanan bir oyun yazarıydı. Esas olarak terör ve deliliğin sömürülmesine adanmış işlerdi bunlar. IQ testinin geliştiricisi deneysel psikolog Alfred Binet ile iş birliği yaparak tiyatronun en sevilen ve sıklıkla tekrarlanan temalarından biri olan delilik hakkında oyunlar sahneye koydu. 1920’lerde yaşıtları tarafından “Korku Prensi” seçildi.
De Lorde, 1901’den 1926’ya kadar tiyatronun baş oyun yazarıydı dedim ya Grand Guignol için The Old Woman, The Ultimate Torture, A Crime in the Mad House ve daha fazlası gibi en az 150 oyun yazdı.
Camille Choisy, 1914’ten 1930’a kadar yönetmen olarak görev yaptı. Özel efektler ve dekor alanındaki uzmanlığıyla tiyatronun kendine özgü tarzına katkıda bulundu.
Paula Maxa, Grand Guignol’un en tanınmış oyuncularından biriydi. 1917’den 1930’lara kadar en sık kurban olarak sahne aldı ve “dünyanın en çok öldürülen kadını” olarak kayıtlara geçti. Grand Guignol’daki kariyeri boyunca, Maxa’nın karakterleri en az 60 farklı şekilde 10.000’den fazla kez öldürüldü.
Jack Jouvin, 1930’dan 1937’ye kadar yönetmen olarak görev yaptı. Performanslarını kanlı korku yerine psikolojik dramaya odaklayarak tiyatronun konusunu değiştirdi. Onun yönetiminde tiyatronun popülaritesi azaldı ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra seyircisi kalmadı.
Charles Nonon ise tiyatronun son yönetmeniydi.
Tipik bir Grand Guignol performansının müdavimleri, tümü tiyatronun natüralist ideallerine vahşice sadık kalmaya çalışan tarzda beş veya altı kısa oyun izlerdi.
En popüler ve en iyi bilinenleri, özellikle doruk noktalarında belirgin bir şekilde kasvetli bir dünya görüşü ve kanlı özel efektler içeren korku oyunlarıydı. Oyunlardan birkaç örnek vereyim: Bir doktor karısının sevgilisini grafik bir beyin ameliyatı yaparak halüsinasyonları olan bir zombiye dönüştürüyor. Delirmiş aşık-hasta doktorun beynine bir keski saplıyor.
Bir diğer oyun da bir tımarhanedeki iki cadının kıskançlıktan genç ve güzel bir mahkûmu makasla kör etmeleri üzerine kurgulanıyor.
Başka bir oyunda da bir dadı baktığı çocukları boğuyor. Genç bir kadın yüzünü asitle korkunç bir şekilde bozan adamı ziyaret ediyor ve intikamını alıyor.
Grand Guignol’da tasvir edilen dehşetler genellikle doğaüstü değildi; daha ziyade bu oyunlar delilik, hipnoz veya panik gibi değiştirilmiş durumları araştırıyordu. Etkiyi artırmak için, korku oyunları genellikle “sıcak ve soğuk duşlar” olarak adlandırılan bir dizi olan komedilerle değiştirildi. Seyirciler II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda azaldı ve Grand Guignol 1962′de kapılarını kapattı.
Grand Guignol’da sahnelenen cinayetler, sakatlanmalar ve işkence sahneleri o kadar gerçekçiydi ki seyirciler çoğu zaman tiyatrodan korku içinde kaçışıyorlardı. Koltuklarından sadece birkaç metre ötede canlandırılan tüyler ürpertici senaryolar karşısında dona kalıyorlardı.
Eğlence endüstrisinde perili evler, hayaletler, hortlaklar, ölü korsanlar, yaratıklar, dolaptan çıkan- yatak altından çıkan, tavandan sarkan, duvara tırmanan, duvarların ardından inleyip anlamsız sözler söyleyen çok ürkütücü sahneleri görmek isteyen, korkutulma ayrıcalığı için iyi para ödeyen seyirciler vardı.
Bazen bazı gösteriler gerçekten korkutucu ve şok ediciydi. Işıklar kapandığında sahneye korku hakim oluyordu. Grand Guignol ciddi bir korku tiyatrosuydu. Sahnesinde korkunç, dehşet verici, vahşice, sahte kan sıçratılmış şovlar sergileniyordu. Cinayetler, sakatlanmalar, işkence ve tecavüz sahneleri o denli gerçekçi oynanıyordu ki izleyicileri gerçekten ürkütüyordu. Pıhtılaşmış sahneye düşen göz küreleri, kurbandan solucan tenya gibi çekilip çıkartılan bağırsaklar gibi örnekler izleniyordu. Grand Guignol natüralist korku gösterilerinde uzmanlaştı denebilir.
Korku tiyatrosunda oyunculuklar yüksekti. Sahnedeki melodram teatral efektlerle stilize bir yapıya dönüştürülüyordu. Grand Guignol’den önce korku doğaüstü olanla uğraşan bir kaçış olarak tiyatroya hizmet veriyordu. Guignol’ün natüralizmi korkuya sokmasından sonra korkuya “çağdaş kültürün maskesiz vahşeti” dendi.
Grand Guignol 65 yıl boyunca seyircisinin kanını dondurdu. Çoğu insan sahnede korkunun tiyatroyu bastırdığını, seyirciyi korkutma eyleminin çoktan tiyatro tanımının önüne geçtiği düşünüyordu. Benim fikrim ise korku ve tiyatro dengesinin kurulması ve korunmasından yanadır.
“Le Théâtre du Grand-Guignol’un 1962 yılında kapanmasının nedeni olarak yönetim kapatmayı kısmen tiyatronun sahte dehşetinin yirmi yıl önceki Holokost’un gerçek olaylarıyla gölgede kalmış olmasına bağladı. Son direktörü Charles Nonon, “Buchenwald’a asla eşit olamayız. Savaştan önce herkes sahnede olanların imkansız olduğunu hissediyordu. Şimdi bunların ve daha kötüsünün gerçekte mümkün olduğunu biliyoruz” dedi.”
Grand Guignol’ü özel olarak büyüteç altına almam gerekiyordu, korkusunun hakkını verebilmek için… Grand Guignol binası hala duruyor. İşaret dilinde oyunlar sunan International Visual Theatre tarafından kullanılıyor.
Genelde birkaç örnek verelim:
1924’de “Dracula” Hamilton Deane tarafından sahneye uyarlandı. John L. BAlderston sahneledi. Drakula filmlerine senaryo açısından öncülük etti. Sinemadan önce Broadway’de sergilendi.
2014: İstanbul 19.Tiyatro Festivali’nde Polonya’dan Grzegorz Jarzyna nın yazıp yönettiği Nosferatu
2013: Akla Kara’nın sergilediği Savaş Özdural’ın oyunlaştırıp yönettiği Drakula
2015-2016: Sadri Alışık Çolpan İlhan Tiyatrosunda Nick Dear’in Mary Shelley’in ünlü romanından oyunlaştırdığı, Selen Korad Birkiye’nin çevirip Şakir Gürzumar’ın yönettiği Frankenstein.
Tiyatro seyircisi korkabilir mi? Korkutulabilir mi?
Dehşetin sahneye taşınmasının zor olduğu düşünülüyor. Seyirciyi etkileyemeyeceğine inanılıyor. Sahne üzerinden seyirciye korku duygusunun aktarılmasının zor olduğuna inanılıyor ki korku tiyatrosu yapmaya yanaşan yok!
Fikrimce; Tiyatroda sahnenin gerçeküstülüğünden yola çıkılabilir.
Karagöz Hacivat fasıllarında cadıların cinlerin bulunması, dehşetli olayların işlenmesi, halk hikayelerimizdeki korku unsurları, bu topraklarda yaşayan kültürlerin dehşet öyküleri toplanabilir. Korku oyunları yazılabilir ki sadece benim yazdığım birkaç korku oyunum var. Gerçek bir korku tiyatrosu projesini bekliyorlar.
Sinemada bol efekt var efektlerin çoğu tiyatroda da kullanılabilir tabii ancak hem senarist hem oyun yazarı olarak korku tiyatrosu için yazılacak oyunların sahip olacağı kurgusal dehşet unsurlarının tamamının yazarın marifeti olacağına inandığımı belirtmek istiyorum. Yönetmen olarak da korku tiyatrosu yönetmeninin dehşet/korku alanına yakınlığı olması ve sahteliği mümkün olduğunca dozunda kullanması gerektiğinin altını çiziyorum. Oyunu öyle bir sahneleyeceksiniz ki seyirci anlık da olsa gerçeklik duygusunu kaybedecek, budur…. Gerisi tamamen oyuncunun yeteneğine kalmış.
Bir başka fikrim daha var: “Seyirciyi korkutmanın, dehşete düşürmenin bir başka yolu da oyuncuların sahneden seyircinin arasına inmesinden geçer.” Tıpkı zoom yapılmış gibi hemen dibinde bitiverecek dehşete seyirci kayıtsız kalamaz. Kullanacağınız dil ve imgelerle seyirciyi şaşırtacaksınız. Bir bakıma kişisel alanına tecavüz olarak algılayabileceği bir şekilde anlatılanları hissetmesini sağlayacaksınız. Neyin tanımını yapıyorum ben? “In yer face – Suratına Tiyatro” tiyatro akımının tabii… Üzerine bir de sürrealist tiyatroyu katın, içinde debeleneceğiniz korku tiyatrosu çerçevesini oluşturmuş olursunuz.
Önceleri korku tiyatrosu sinemaya etki etmişti sinema korku tiyatrosuna değil. Günümüzde korku tiyatrosu yapmak isteyen sinema efektlerinden sıyrılamaz o kesin ancak iyi bir oyun metni ve iyi bir reji, dekor, kostüm ve aksesuarlar, plastik makyaj ve bolca sahte kan ile aşılmayacak engel yoktur.
Dönüp dolaşıp Dracula ve Frankenstein da oynamamak lazım.
Tek başlarına yaratıklar, vampirler, hayaletler korkutucu olarak sahneye aktarıldığında seyirciyi korkutamazsınız. Tiyatro seyircisinin nelere korkacağını sormalısınız.
Sosyal medya üzerinden bu soruyu sordum ve şu cevapları aldım:
- Emel Mizrahi: Tiyatroda seyirciyi korkutmak daha zor. Sinemada kamerayı yakın tutmak, ışıklandırma ile oynamak, korku yaratacak mekanlar göstermek, görsel efektler gibi bir dolu imkân var. Tiyatroda hikâye korkutmalı ve germeli seyirciyi. Hikâye iyi olmalı, iyi anlatılmalı. Sinemada iyi bir canavar yaratmak kolay, tiyatroda daha zor. Tiyatronun sinemaya bir avantajı var, kimse bir yere kaçamaz. Evde korku filmi seyrederken, ışıklar açılabilir, müzik kısılabilir, hatta içeri kaçılabilir. Ben kaçarım. Tiyatroda bunu yapamazsınız. Müzik önemli bir unsur. İyi bir gerilim müziği insanı korkutur. “The Others” vardı, sinema filmi, bence çok iyi şekilde tiyatro da olabilirdi, yine korkuturdu. Ne üdüğü belirsiz, yarı deli bir karakter, ” ne yapacak acaba” diye seyirciyi tiyatroda da korkutabilir. İyi makyaj ve iyi ışıklandırma ile hiç beklenmedik bir anda birdenbire kapalı kapıdan içeri giren, kan içinde, bacaklarından ” kan” sızan, “tecavüze uğramış” bir karakter korkutabilir. “Birdenbire” perdenin arkasından çıkan yarı manyak görünümlü birisi (aklıma son Joker filmi geldi) makyaj ve ışık iyiyse seyirciyi şaşırtıp korkutabilir. Eğer seyirciyi oyunun akışıyla gerer, gerer, gererseniz; sonra birden bir şey olursa seyirci korkacaktır. Acı insanları korkutan bir şey. Oyuncu seyirciyi fiziksel acı çektiğine ikna edecek şekilde oynarsa, seyirci gerilip korkabilir. İnsanlar fi tarihinde radyo tiyatrosundan bile korkmuş, “uzaylılar geldi!” diye sokağa dökülmüş. Sokaklara dökülüp ülkeyi terk etmeye çalışan insanlar, evlerinin pencere kapı aralıklarını gazdan korumak için havlularla kapatanlar ve yetkililere haber vermeye çalışan yüzlerce insan…Tamam, o zamanlardan şimdiye çok zaman geçti ama demek ki, ses efektleri çok önemli…
- Selin Süar Oral: Görsel ambiyanstan ve beklenmedik şoklardan. Başarılı ekspresyonist tekniklerle hazırlanan her ortam/kare/sahne izleyiciyi muhtemelen korkutur.
- Savaş Aykılıç: Korku Tiyatrosunun, sinema ve televizyondaki gibi izleyiciyi aniden korkutma seyirciyi germe vb. etkide bulunması zor belki de olanaksızdır. Korku konusu öğesi ancak bence komedisi çıkarılarak işlenebilir. Gerçi tiyatronun maskı gülen ve ağlayan mask değil gülen ve korkan dehşet duyan masktır ki komedyayı ve tragedyayı temsil eder. Ama bu dehşet ve korku ruhsal bir dehşet ve korkudur ve oyun sonunda katharsis ile izleyici mutlaka tutkularından arındırılır.
- Olcay Ceceli: Oyuncuların çok iyi oyunculuklarının olması, sesiyle yeteneği ile seyirciyi hipnotize ederek oyunun içine çekmesi durumunda seyirci korkar.