Erdoğan Mitrani
İSTANBUL KLASİKLERLE BULUŞUYOR
1914’te İstanbul Belediyesi bünyesinde konservatuvar olarak açılan, sonra okul hüviyetinden çıkıp bir tiyatro topluluğuna dönüşen Dârülbedâyi, (asıl adıyla Dârü’l-bedâyi-i Osmânî), hâlen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları adıyla varlığını sürdüren en eski sanat kurumumuz.
İmparatorluktan bu yana aralıksız devam eden İBBŞT, sadece klasik tiyatronun değil, günümüz Modern Türk Tiyatrosunun da öncülüğünü yapmış bir kuruluş. Altmışlı yılların başında, hocaların hocası Muhsin Ertuğrul Ankara’dan İstanbul’a geldiğinde Şehir Tiyatrolarının başına geçmiş, neredeyse ölümüne kadar sürdüreceği “1 Ekim’de Shakespeare ile başlamak” geleneğinin ilk ürünü olarak 1959’da ‘Hamlet’i sahnelerken çağcıl tiyatro anlayışının da temellerini atmıştı.
Laurence Olivier’nin Oidipus kompleksi içinde çırpınan, neredeyse latent-eşcinsel Hamlet’ine karşın, Engin Cezzar’ın hırçın, gerçeği sorgulayan, hüküm vermeden önce emin olmak için çabalayan kanlı canlı Hamlet’i klasik metinlerin modern ve güncel yorumlanışı konusunda da benzersiz bir tiyatro dersi niteliğindeydi.
Şehir Tiyatroları hem Muhsin Hoca’nın sağlığında hem aramızdan ayrıldıktan sonra bu öncü görevini başarıyla sürdürdü. Yıllar boyunca, klasik tiyatroyu bilenler ve yetişmekte olan seyirciler için, repertuarında yepyeni yorumlarla klasik tiyatroya hep yer verdi. Ta ki son on yılda sanatsevmez ve sanatbilmez yönetimlerin elinde acınası kış uykusuna yatmak zorunda kalana dek.
Sanata ve sanatın yapıldığı mekânlara büyük sevgi ve saygıyla yaklaşan İBB’nin yeni başkanı, pandemi sonrası İBBŞT’nin öncü ruhunu yeniden canlandırmak için büyük çaba gösterdi. Tiyatroyu yeniden ayağa kaldırmak amacıyla Belediyenin Kültür İşleri Daire Başkanlığı, yurt içinde ve dışında isim yapmış saygın bir tiyatro adamını sanat yönetmeni olarak görevlendirdi. Bu tip köklü sanat kurumlarında, neyin kiminle yapılabileceğini en iyi kurumun içinde yetişmiş, yıllarını bu işe vermiş biri bilir ve hemen her yerde genel sanat yönetmeni kurumun içinden seçilir. Görev verilen kişinin İBBŞT dışından gelmiş olması handikapına fikir hırsızlığından tazminat ödemişliği de eklenince yanlıştan dönülerek 19 Kasım 2021’de İBBŞT Genel Sanat Yönetmenliğine Ayşegül İşsever getirildi.
1962 doğumlu İşsever’in İBBŞT’de 35 yıllık geçmişi olmasının yanında önemli bir avantajı da Gencay Gürün ve Ayşenil Şamlıoğlu‘dan sonra bu göreve getirilen üçüncü kadın sanatçı oluşu. Ve herkes bilir ki bu iki kadının genel sanat yönetmenliğinde İBBŞT altın yıllarını yaşamıştır. İşsever’in ilk sanatsal seçimleri İBBŞT’nin büyük olasılıkla üçüncüsüyle de yeni bir altın döneme gireceğini gösteriyor.
Yeni başlayan sezonun teması “İstanbul Klasiklerle Buluşuyor”. Amaç yerli ve yabancı klasikleri izleyicilerle buluştururken, yeni oyunlar ve yazarlar üzerinden kurulacak repertuarla gelecekte klasikleşecek eserlere de yer vermek. Yolları açık olsun.
İBBŞT’de sezonun ilk prömyeri
‘HAMLET’
William Shakespeare’in Hamlet’i, bir İBBŞT yapımı olarak, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisi ve Engin Alkan’ın sahnelemesiyle 5 Ekim’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesinde prömiyer yaptı. Böylece birkaç gün gecikmeyle de olsa İBBŞT Muhsin Ertuğrul’un “1 Ekim’de Shakespeare ile başlamak” geleneğini yeniden sürdürme yoluna girdi.
Hamlet, Shakespeare’in trajik kahramanları arasında iç dünyası en zengin, en karmaşık olanıdır. Bu yüzden zamanın ötesinde, dünün, bugünün ve yarının insanı olarak 400 küsur yıldır bıkmadan usanmadan farklı yorumlarla sahnelenmektedir. Yaşamla ölüm arasında, iktidarla intikam arasında, düşünceyle eylem arasında insanın tüm çelişkilerini sahneye taşıyan, tiyatro tarihinin bu en ünlü eserinde Shakespeare, öyküsünü kokuşmuş bir siyasi yapı olarak var ettiği, iktidarı koruma savaşının bir kuşku labirentine dönüştürdüğü, cinayet, ihanet, entrika ve cinselliğin kol gezdiği Danimarka Kraliyet Sarayında anlatır.
Kısaca anımsarsak, Danimarka Prensi Hamlet’in annesi, kral kocasının ölümünün üzerinden henüz bir ay geçmişken, daha yatağı bile soğumadan kocasının kardeşiyle evlenmiştir. Bu çifte acıları çekmekte olan Hamlet’in karşısına, kendisini zehirleyen, karısını ve tahtını gasp eden üvey babasından intikam almasını söyleyen babasının hayaleti çıkar. Bu hayalet gerçek midir? Bir düş ya da Hamlet’in kuşkularının ete kemiğe bürünmüş hali midir? Şüphelerine kesin kanıtlar arayan Hamlet, planlarını gizlemek için deli numarası yapar, fakat dürüstlüğü sarayın hileli oyunlarının içine girmesine engel olduğu için, gerçeklikle ilişkisini yitirmeye başlar ve delilik numarası giderek gerçek bir deliliğe dönüşür. Paranoyası, arkadaşlarını hatta sevgilisi Ophelia’yı üvey babasının casusları olarak görmesine sebep olacak, yanlışlıkla Ophelia’nın babası Polonius’u öldürmesiyle olaylar trajik bir sona doğru gelişmeye başlayacaktır…
Yirmili yaşlarının başından beri şehir tiyatrolarının bünyesinde çalışan 1965 doğumlu, oyuncu, yönetmen, seslendirme sanatçısı Engin Alkan deneyimli bir tiyatro insanı.
Kendine has oyunculuk ve yönetmenlik biçemi pek hoşlaştığım bir tarz değil.
Tabii ki bu son derece kişisel bir duygu ve eleştirel açıdan, yaptığı işlere olabildiğince tarafsız bakmaya gayret ederim. Yine de prömiyerine giderken Hamlet gibi bir demir leblebiyi, üstelik metni fazla budamadan ara hariç üç saat süren sahneleme çabasına, bir miktar çekinceyle yaklaştığımı itiraf etmeliyim. Hemen belirteyim korktuğuma değmedi, Alkan’ın Hamlet’inin artıları eksilerinden fazla, epey etkileyici ve başarılı bir çalışma olduğunu gördüm.
Shakespeare’in tragedyaları arasında Hamlet soytarı karakteri olmayan tek oyundur; çünkü Hamlet, aynı zamanda oyunun soytarısıdır. 1994’te Müge Gürman, Hamlet’in bu ikiliğini, soytarı yönüyle feminen tarafını aynı anda sahnede yer alan iki oyuncuya oynatarak çok başarılı bir deneysel çalışma yapmıştı. Thomas Ostermeier de karakterin bu iki farklı cephesini kılık/kimlik değiştirerek vermişti. Engin Alkan da Ostermeier’in çizgisinde bir iş çıkarmış. Aynen Ostermeier’in yapmış olduğu gibi, Cem Yılmazer’in soyut ama çok işlevsel dekorunun en önüne, tam merkeze, oyun boyunca cinayetin, ihanetin ve ölümün simgesi olarak kalmayı sürdürecek olan, ölenleri ve tüm ölecekleri yutacak bir lahit oturtmuş. Hamlet’in annesiyle ilişkisinde Oidipus kompleksinin neredeyse ensest seviyesine varmasını, oyunun bir bölümünde yarı çıplak Hamlet’i annesinin şık topuklu terlikleriyle gezdirerek ustaca yansıtmış. Hemen belirteyim ki bu seçimleri taklitçilik olarak değil, çağımızın en önemli tiyatro ustalarından Ostermeier’den başarılı bir esinlenme olarak görüyorum.
Sahnelemede bana ters gelen yerler yok değil. Birincisi, hayalet sahnesinin biraz ışık oyunu biraz da ima edilerek minimuma indirgenmesi. Bu durumda, çok başarılı sahnelenmiş oyun içinde oyun bölümü, metni çok iyi bilmeyenler için anlaşılmaz hâle gelebilir. Hamlet’in sadık dostu Horatio’nun oyun boyunca sessiz tanık olarak sahnede kalmasına karşın biraz ikinci planda bırakılmasını pek sevmeyişim bir yana, Horatio gibi sağlam ve güvenilir birinin ölmüş kralın lahdi üzerinde “sırıtarak” selfie çekmesi beni çok rahatsız etti. Rosencrantz (Tevfik Şahin) ve Guildenstern (Alp Tuğhan Taş) gibi iki kaypak karaktere hafif kuir tat katılması kötü olmamış ama, bana bir parça homofobik geldi.
Hepsi bir yana, Engin Alkan’ın tempolu, üç saat boyunca hiç sarkmayan sahnelemesiyle kalabalık kadrosundan elde ettiği dört dörtlük takım oyunculuğu çok başarılı.
Doğan Altınel (Claudius), Zafer Kırşan (Polonius), Direnç Dedeoğlu (Laertes) çok iyiler. Hüseyin Emre Şen nankör bir rol olan neredeyse repliksiz korumaya beklenmedik bir derinlik katıyor. Kadınlar cephesi muhteşem. Elçin Atamgüç (Gertrude) ve Zeliha Bahar Çebi (Ophelia) birbirinden iyiler. Ve nihayet, ölçülü Hamlet yorumuyla Özgün Akaçça müthiş başarılı.
Sonuç olarak hem bilenler hem hiç izlememiş olanlar için epey doyurucu bir Hamlet olmuş.
Kesinlikle izlenmeye değer.