[Işıl Çalışkan’ın Birgün’de yayımlanan söyleşisini okurlarımızla paylaşıyoruz.]
İstanbul Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne değer görülen Zihni Göktay “O ödüllere layık olacaksın, bir de laik olacaksın. Bu ikisini telaffuz edemeyen pek çok insan var” dedi.
Dile kolay, 62 yıldır sanatla içiiçe bir yaşam. Cibali Karakolu, Pembe Konağın Gelinleri, Hisse-i Şaiya (Bir Evlilik Komedisi) gibi oyunlarıyla binlerce seyircinin kalbine dokundu Zihni Göktay. Elbette bunlarla sınırlı değil. Göktay’ı Lüküs Hayat’ı anmadan anlatmak pek mümkün değil. Tam 28 yıl boyunca Lüküs Hayat ile sahne alan Göktay, bir sanatçı olarak pek de lüks koşullarda yaşamadığını ifade ediyor. Devletin sanatçısına sahip çıkmadığından yakınan Göktay, “Son senelerde başımızda bir yuvamız oldu da kiradan kurtuldum. İlk yıllar çok zordu. Şimdiki çocuklar arasında yedi senedir nişanlı olup da bir ev açamayanlar var” siteminde bulunuyor.
En son 23. Uluslararası İstanbul Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali’nde Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne değer görülen Göktay ile sanat serüvenine bir yolculuk gerçekleştirdik.
62 yıldır sanatla iç içe bir yaşam sürüyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?
O meşhur Türk sanat müziğindeki şarkı, “Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım?” diyorum. E tabii sıkıntılı yıllar da oldu ilk 10-15 sene içinde. Zaman zaman sanat hayatımızda da zorluklar yaşadık. Ama biz bunu bilerek, isteyerek seçtik. Şikâyet etmeye de hakkımız yok. Ama zaten mesleğimi çok seviyorum. Bu ülkede veya dünyada işini, aşını ve eşini seveceksin. Onları iyi seçersen mutlu olursun.
İşinizi aşkla yapıyorsunuz. Bunca yıldır hiç de kolay olmayan bu istikrarı sağlamanızın sırrı nedir?
Ben bu işi yapmak için 16 yaşımda Eminönü Halkevi’ne başladığım sırada amatörken de o aşk vardı. Tiyatro için “İki kalas, bir heves” denir. Öyle değil. Tiyatroyu sevmek, seyirci olarak sevmek başka bir şey; tiyatroculuğu bu kadar yıl devam ettirmek başka bir şey. Çünkü inişli, çıkışlı dikenli yolları var. Bunları kabul etmek lazım. Uzun yıllar çok kötü şartlarda turnelerimiz oldu. 60’lı yıllarda yaptığımız yolculuklarda otobüste çocuğu olan çocuğunu düşürür, böbrek taşı olan böbrek taşını düşürürdü. Karda, kışta yollardaydık. Biz görev çıktığı zaman Van’a da, Edirne’ye de, Hakkari’ye de, Artvin’e de gideriz. -15 derecede turne yaptık, 50 derecede Urfa’da Açıkhava sahnesinde de oynadık. Sonra Türkiye gelişip büyüyünce bunlar da düzeldi ama buna rağmen “Ben yapamam, çok zor işmiş bu” demedik. Bize verilen her rolü oynadık. 10 sene özel tiyatrodaydım Ankara Meydan Sahnesi’nde. Orada patron hangi rolü verirse oynarsın. Sonra 1973’te Şehir Tiyatroları’na katılınca resmi hizmette genel sanat yönetmenliği hangi rolü verirse onu oynadım. A la carte seçme olanağımız yoktu. Hep tabldot yedim ben. (gülüyor)
Aslında tiyatrocular günümüz koşullarında da çok zor şeyler yaşıyorlar. Hem ekonomik kriz, hem pandemi etkisiyle birçok tiyatro kapandı. Nasıl görüyorsunuz tiyatroların akıbetini?
Yarama tuz bastınız. Hiç iyi görmüyorum. 780 bin kilometrekarelik bu vatan toprağında maalesef tiyatro salonlarımız yetersiz.
Olanlar da kapanıyor zaten malum şartlardan dolayı…
Bir sürü hevesli evladımız var. 15-20 kişi toplanıp bir bodrum katı buluyorlar, 40-50 sandalye koyup oda tiyatrosu kuruyorlar. Birileri kura ile çekilen salonlarda tarih alıp orada oynayacağız diyorlar. Bazı belediyeler sağ olsunlar salonlarını açıyorlar. Mesela Kadıköy Belediyesi, Özgürlük Parkı’nı bir ay boyunca özel tiyatrolara açıyor. Büyükçekmece Belediyesi’nde de çok güzel sanat etkinlikleri var. Onlarla da iftihar ettim, tebrik ettim.
Tüm bunlar yeterli mi sizce?
Bunlar yeterli değil. Taşıma suyuyla değirmen dönmez. Ben birçok turnede salon bulamadım. Mesela bundan 45 sene önce Isparta’da salon yoktu ama tiyatroya ilgileri vardı, tiyatroyu istiyorlardı. Spor salonunda tribünlerden bir tanesini kapatıp sahne kurdular ve ben o tribünlerin önünde oynadım. Ürgüp’te, Göreme’de bir düğün salonunda, toplantı salonunda Pembe Konağın Gelini’ni oynadık. Dekoru kısmen kurduk, en işimize yarayanları kullandık. Sonuç olarak salon yok.
KADRO SORUNU ÇÖZÜLMELİ
Tiyatrocuları nasıl bir destek rahatlatır?
Bu, “Al sana şu kadar para” demekle çözülecek bir durum değil. Bir kere salon sorununun çözülmesi ve bazı vergilerin tiyatroculardan alınmaması lazım. O salonlara verilen kiralar çok fazla. Ayrıca vergiden belediye rüsumunun kaldırılması gerekiyor. Onu almasalar daha iyi. Bu memlekette neler kaçtı? Neler geldi, neler geçti felekten; un elerken deve geçti elekten (gülüyor) Onun için de tiyatrocudan da alma. Ayrıca genç evlatlarımız için altını çizerek belirtmek istediğim bir kadro sorunu var. Çocuklara kadro verilmesi lazım, şimdiki çocukların hepsi yevmiyeli ve günü kurtararak çalışıyorlar. Yarın ne olacakları belli değil. Bu günümüz şartlarında olacak şey değil. Sanatçıların yaşam standardını düşünecek olursak, olanaksız… Bin kişilik bir kadro açsalar ve bunu devlet tiyatrolarına, belediye tiyatrolarına verseler o çocuklar bayağı rahatlar.
Bir de diğer taraftan bakalım. Özel tiyatroların bilet fiyatları 200-250 lira olmuş durumda. Toplum, sanattan uzak kalmaya başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sanatsız kalan bir toplumun nasıl sonuçları olur?
“Hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyor Ulu Önder Atatürk. Çok şey dedi de rahmetli, çoğunu yerine getiremiyoruz. Tiyatro pahalı bir iş, bir kere telif kanunu var. 70 yılı geçmeyen eserler için yazarlara telif ödenmesi gerekiyor. Ondan sonra kostümü, dekoru, kuaförü, aksesuarı vs. o kadar çok yan iş var ki tiyatrodan beslenen. Bunları geçiştirmeden harfiyen yerine getirmek zorundasınız.
Seslendirme bir yetenek meselesi, herkese has değil. Yapan yapar, yapmayan yapmaz. Dizi de öyle… Bu gelir dağılımı homojen değil yani. Ajansa bağlı, kafa kol ilişkilerine bağlı, kendi becerilerine bağlı durumlar var. Ben kaç sene sonra ev sahibi oldum? 17 kere ev taşımışım ben. “Kızım evlenecek çıkar mısın, Almanya’dan yeğenim gelecek çıkar mısınız” gibi şeylerle kimseyle de mahkemelik olmadan taşındıkça taşındım. Son senelerde başımızda bir yuvamız oldu da kiradan kurtuldum. İlk yıllar çok zordu. Şimdiki çocuklar arasında yedi senedir nişanlı olup da bir ev açamayanlar var.
28 sene Lüküs Hayat’ı oynadınız. Bu kadar zor şeyler yaşamışken Lüküs Hayat’ı oynamak nasıl bir ironi?
Ben Lüküs Hayat’ı kısık ateşle, altını yakmadan güncelleyerek oynadım. Bütün sosyal çarpıklıkları oyunun uygun yerlerine monte ederek oynadım ve seyirciden de bunun mükâfatını gördüm. Bir kere değil, on kere veya on üç kere izleyen seyircim vardır. Hâlâ yolda görüp oyunun yeniden oynanıp oynanmayacağını soranlar oluyor. Onlara “Yahu 75 yaşındayım artık eskisi gibi bıçkın ve külhanbeyi rollerini oynayacak halim yok ama ara sıra şarkılarını mırıldanıyorum” diyorum.
Lüküs Hayat’ın size katkıları nasıl oldu?
Guiness Rekorlar Kitabı’na rahmetli Orhan Kural (Türkiye Temsilsici) tarafından aday gösterildim. Fakat bizim tiyatromuz gerekli doneleri ve bilgileri hazırlayıp teslim etmediği için dosya gönderilemedi ve aday gösterilmekle kaldım. Ama o da benim için onurdur. Benim için en büyük ödül, perde açıldığı zaman 600-700 ya da binlerce kişiyi karşımda görmek. Hiçbir oyunumu boş koltuklara karşı oynamadım.
ÖĞRETMEN OLABİLİRDİM
Hayatınızda hiç tiyatro olmasa nasıl bir insan olurdunuz?
Teşbihte hata olmaz. Hani uzayda kapsülden dışarı çıkınca yer çekimi olmadığı için boşluğa savrulur ya insan. Ben de öyle olurdum. Belki yine insanı, insana, insanla anlatan; hayatın aynası mesleklerden birini yapabilirdim. Mesela öğretmen olabilirdim. Veya turizmci olabilirdim. Bunlar hep çok sevdiğim mesleklerdir.
Peki karakter olarak nasıl bir insan olurdunuz, mesela tiyatro sizden sinirinizi alıp sizi sakinleştiriyor mu?
Sakinleştiriyor tabii. Öyle bir meslektir ki bu 38-39 derece ateşle sahneye çıktığım anda bir sağlık görevlisi gelsin baksın ateşim 36 buçuğa inmiştir. Öyle bir sahne perisi vardır. İnsanın sinirini, rahatsızlıklarını sıfıra indirebilir. Ben sahneye çıktığım zaman çok mutlu oluyorum, müthiş rahatlıyorum. Ve öyle perde kapandıktan sonra da çok gergin olmuyorum. Eve bir elektrik yüküyle geliyorum, oyunlarım uzun sürüyor ve tiyatronun servisiyle eve gelip duş almam, rahatlamam derken saat 3’ü buluyor. Ertesi sabah ise 07.30’da yine uyanıyorum, öyle alışmışım. Tiyatro beni hiçbir şekilde germedi, bilakis mental olarak beni çok rahatlattı. 62 senedir böyle.
Devlet sanatın ve sanatçının kıymetini bilmedi. Benim yeteneğimde, benim kıdemimde ve benim karizmamda aktörlerin yurtdışında nasıl yaşadığına bakınca, öykünmüyorum ama, bizim kadar sıkıntı da çekmediklerini görüyorum. İzliyoruz çoğunu. Onun için ben şimdi rahat ediyorsam son 20 yıldır rahat ediyorum, hadi iyimser söyleyelim 25 yıldır rahat ediyorum. Daha önce de bir konut sahibi olabilirdim. O kadar yan işler de yaptım. Yeşilçam’da baktığında çok film yapmadım, 20-25 film yapmışımdır. Baktığında devede kulak… Radyo tiyatrolarında cüzi rakamlar kazandım, seslendirme de yaptım ama ondan bıktım, usandım. Türkçem bozulur diye düşündüm ve dublajı 30 sene önce bıraktım. Sonra diziler yaptım; Kuruntu Ailesi, Bizimkiler, Cennet Mahallesi vs.
ŞÖHRETİ EMMEK LAZIM
Demeniz o ki yalnızca tiyatro ile geçim sağlamak zor… Dizilerde oynamasaydınız, seslendirme yapmasaydınız nasıl olurdu?
Yapmasaydım daha da beter olurdum. Şu konutuma dahi sahip olamazdık ki frapan bir yaşam tarzımız yok bizim. Eşim de öyleydi. Sade bir yaşam tarzımız vardı. Beni yakından tanıyanlar yaşantımın nasıl olduğunu biliyorlar. Kötü alışkanlıklarım da yoktur. Ben, çok mütevazı yaşadım, hâlâ da öyle yaşıyorum. Çocuklarım da öyleler.
“Kıymetim bilinmiyor” dediniz ama kıymetinizi bilenler de var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, size Yaşam Boyu Başarı Ödülü verdi. Yaşam boyu başarı sizin için ne ifade ediyor?
Şöhreti emmek lazım. O, ödüller vitrinde durduğu gibi durmamalı. O ödüllere arada bir bakıp onlara layık olmak gerektiğini hatırlamakta fayda var. Onlara layık olacaksın, bir de laik olacaksın. Bu ikisini telaffuz edemeyen pek çok insan vardır.
Önümüzdeki süreçte sizi nerelerde göreceğiz?
Şehir Tiyatroları’nın dramaturgları bana uygun olacak bir oyun arayışı içinde. Eğer olursa sezon başına yetişecek şekilde, uzun olmayan bir oyun için çalışabiliriz. Gerçi kısa oyunlar beni çok tatmin etmiyor ama zaten ben Şehir Tiyatroları’ndan Ayşegül’e “Sen bana 1 saatlik oyun versen de ben onu iki saate çıkarırım” dedim. (gülüyor) Tiyatroda öyle bir projem var.
Sinemaya gelince Selçuk Demiray’ın yazıp yönettiği Güven Bana filminde yer aldım. Benim işim 20 gün önce bitti, onlar devam ediyor ama bir hafta sonra bitecekmiş. Bir de Nevra Serezli ile karı koca rollerini paylaşacağımız, Oregon adlı bir filmin çekimlerine başlayacağız.