Geçen mevsimin en iyi yabancı oyunlarını anımsamaya devam ediyoruz.
Golden Mask Rusya Sahne Sanatları Festivali ile İKSV İstanbul Tiyatro Festivali’nin iş birliği sayesinde, 2018’den bu yana İstanbul seyircisi, çağcıl Rus tiyatrosunun en önemli örneklerini izliyordu. Geçen sezondaysa, Rusya’nın çok ses getirmiş üç olağanüstü güncel yapımı ‘Golden Mask İstanbul’da Çevrimiçi’ başlıklı gösterimlerle tüm Türkiye seyircilerine ulaştı.
Çehov’un Fransız Vodvillerinden ve Bulvar tiyatrosundan esinlenerek yazdığı zarif kısa oyun ‘Ayı’, Moskova Oyun Yazarlığı & Yönetmenlik Merkezi ile Çehov Uluslararası Tiyatro Festivali’nin ortak yapımı. Merkezin Sanat Yönetmeni ve Direktörü Vladimir Pankov’un, SounDrama tarzında sahneye koyduğu Ayı, eşinin yasını tutan genç dul ile ölen adamın borcunu istemeye gelen kaba saba toprak sahibi erkeğin nefretle aşk arasında gidip gelen kaprisli ilişkisini, drama ile müziği ustalıkla karşı karşıya getirerek yansıtıyor.
Çehov’un komik ile liriği hep iç içe geçirdiğini iyi bilen Pankov, ikilinin bir tür antitezi olarak, olayları tartışmaları aryalarla yorumlayan profesyonel iki opera şarkıcısını da sahneye çıkarır. Canlı müziğin, her biri müzik aletlerini ustalıkla kullanabilen, başarıyla çarkı söyleyebilen müzisyen oyuncularla operacıların müthiş birlikteliğinin, ustaca yapılmış bir yama işi gibi benzersiz bir bütünlüğe ulaştığı, farklı, aykırı, bir o kadar da Çehov’un özüne sadık, cümbüşlü, son derece komik müthiş bir gösteri.
Resim, nazım, nesir, müzik, tiyatro, pop kültürü elemanlarını harmanlayarak, kendine has bir tarz yaratan Dmitry Krymov, Aleksandr Puşkin’in 1825’te yazdığı Boris Godunov’un çığır açan yorumu ‘Boris’i, Moskova Müzesinde sahneliyor. Gücü yaratan unsurların kirliliğini, hınzır bir kara mizah anlayışı ve gündelik hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız ironik unsurlarla kapkaranlık bir güldürü olarak ele alan Krymov, Puşkin’in kısmen kullandığı ünlü metnini yapboz gibi alt üst ederek tarihsel öyküyü günümüze taşır ve günümüz Rusya’sının siyasi gerçeklerini açığa çıkarır. Moskova Müzesinin otantik öğeleriyle tiyatro mankenlerini yan yana getirerek, izleyicinin gerçekle sahtenin farkını anlayarak çağcıl Rusya’da yaşatılan taklit hakikatlerin maskesini düşürmesini ister…
Her oyunuyla kendinden söz ettiren, kimi zaman tartışma, kimi zaman skandal yaratan, genç yaşına karşın çağcıl Rusya’nın en başarılı yönetmenlerinden 1984 doğumlu Timofey Alexandrovich Kulyabin, Maksim Gorki’nin 1905 Rus Devrimi sırasında hapiste yazdığı ‘Güneşin Çocukları’na yepyeni, nefes kesici bir yorum getirir. Gorki’nin özgün metnini büyüleyici bir biçimde yeniden yazan Olga Fedyanina, devrim öncesinde kendilerini iyiliğe ve güzelliğe adamış ‘güneşin çocukları’ olarak gören, ait oldukları sınıfın yıkılışının eli kulağında olduğunun farkında bile olmayan halktan kopuk küçük burjuva aydınlarını, 1999’un son iki ve 2000’in ilk günlerinde Stanford Üniversitesi kampüsünde yaşayan Rus bilim adamlarına dönüştürür. Güneşin Çocukları’nın çarpıcı finali, büyük bir değişim anına sıkışmış iki ayrı zamanın aslında birbirinden farkı olmadığını, 115 yıl sonra da güneşin ve karanlığın çocuklarının hep aramızda olduğunu vurgular.
Genel sanat yönetmenliğini Ivo van Hove’un üstlendiği Internationaal Theater Amsterdam, Sofokles’in sanat tarihinin ilk suç ve ceza öyküsü antik tragedyası ‘Oedipus’una İngiliz tiyatrosunun olağanüstü yetenekli büyük umudu 1986 doğumlu yazar yönetmen Robert Icke yönetiminde benzersiz bir çağcıl yorum getirir.
Canlı gösterimin filminden izlediğimiz oyunda Icke, öyküyü günümüzde bir seçim gecesine, seçilirse yeni bir gelecek, yeni bir yaşam tarzı getireceği sözünü ve kampanya yöneticisi kayınbiraderi Kreon’un onaylamamasına karşın eski yönetici Laios’un ölümünün sırrını çözeceği garantisini vermiş olan dürüst, azimli politikacı Oedipus’un seçim zaferi beklediği kampanya merkezine getirir.
Icke’nin yorumunda yazgısıyla ilgili kehaneti seçim gecesinde öğrenen Oedipus, yapbozun parçaları yerlerine oturdukça, bakmış ama görememiş olduklarını fark etmeye, var olmanın kırılgan olduğunu, yaşamımızın, kaderimizin, mutluluğumuzun kontrolümüzde olmadığını anlamaya başlar…
Icke’nin ‘Oedipus’unda birincil kişi olarak karısı/annesi İokaste öne çıkar. Muhteşem Marieke Heebink, onun travmatik geçmişini, kötü ruhlu yaşlı Laios tarafından hamile bırakılışını, yeniyetme bedeninin giderek şekil değiştirişini, doktorun içinden çekerek çıkardığı bebeğin daha sevemeden elinden alınarak bilinmeze, belki de ölüme götürülüşünü, parçalanmasını engellercesine elleriyle bedenini sıkarak öyle bir aktarır ki yaşadığı vahşet, Hans Kesting’in Oedipus’un müthiş trajik bilinçlenmesini bile geride bırakır.
Robert Icke hemen herkesin bildiği, oyunun başlarında Tiresias’ın ayrıntılarını bir daha tekrarladığı, olanların ve olacakların izleyici için sürpriz yaratmayacağı öyküyü öyle benzersiz bir atmosfer yaratarak aktarır ki, seyirci iki saat boyunca nefesini tutarak, her bir adımı, değişimi heyecanla, bir Hitchcock gerilimi ya da Agatha Christie gizemi gibi soluk soluğa izler.
Internationaal Theater Amsterdam’ın ödüllü yapımı ‘Medea’yı fiziksel olarak seyredebilmek Oedipus’un muhteşem İaokaste’si Marieke Heebink’in, Altın Theo Ödüllü Medea’sını canlı izleme olanağı yaratıyordu.
Genç kuşağın en çok söz ettiren sanatçılarından, ülkesinde başladığı kariyerini Avrupa’da, sürdüren 1982 doğumlu, Avustralyalı yazar, oyuncu, film ve tiyatro yönetmeni Simon Stone, antik ya da çağcıl klasik metinleri, mahrem, kişisel nerdeyse sinematik gösterilere dönüştüren yaratıcı bir sanatçı. Oyuncularıyla ortak doğaçlamalar sonucunda ortaya çıkan, orijinalinden tamamen farklı metinleri, uyarlamayı aşan bir esinlenmeye evrilmiş de olsa, her anında özgün metnin ruhunu ve özünü ustalıkla yansıtır.
1995’te sorunlu bir şekilde eşinden boşanmakta olan Amerikalı doktor Debora Green, içinde çocuklarıyla birlikte olduğu evini ateşe verir. İki çocuğunun öldüğü yangın sonrası soruşturma Green’in kocasını uzun süredir yemeğine kattığı toksinle zehirlemekte olduğunu da ortaya çıkarır. Uğruna ailesini terk ettiği, en yakınlarını öldürdüğü, büyük aşkı Jason, ondan bıkıp başka bir kadınla evlenmeye karar verince hem kadını hem Jason’dan olan iki oğlunu öldüren antik çağın büyücüsü Medea’nın yakıcı intikam öyküsü, tarihin devamlı bir tekerrür olduğunu kanıtlarcasına iki buçuk bin yıl sonra yenilendiğinde, Simon Stone, Evripides’in tragedyasını yeniden, günümüzün diliyle sıradan bir ailenin içinde ele alır.
Kusursuz bir takım oyunculuğunun daha da etkileyici kıldığı müthiş parlak yorumunun Evripides’inki kadar sert olmasını amaçlayan Stone, olayları göz kamaştıran kör edici beyazlıkta ışıklar altında, merkezdeki bembeyaz hareketli panoya oyuncuların yakın plan görüntülerini yansıdığı, aksesuardan arınmış bembeyaz bir uzamda anlatır. Öyküyü bilmeyenlere bile bu sersemletici beyaz üzeri beyaz beyazlıkta, kötücül bir şeyler olacağını hissettiren Stone, ara vermeden oynanan 80 dakikalık oyunun sonlarına doğru, göz acıtan görselliğine gökten ipliksi saç telleri gibi akan, durmaksızın damlamaya devam ederek yerde ufak bir yığın oluşturan kapkaranlık bir siyahlık da katar.
Stone’un yarattığı boğucu atmosfer kadar, ana karakterine getirdiği çağcıl yorum da müthiş etkileyici. ‘Medea’nın güncelleştirilmiş yorumlarının çoğunda, izleyicilerin bir kadının çocuklarını öldürebilmesi için başka açıklama kabul etmeyecekleri varsayılarak Medea finalde çıldırır. Stone’un Medea’sı, ancak aklını yitirmiş bir kadın çocuklarını öldürebileceği için çıldırmış değildir; kocasıyla yaşam zaaflarını ortaya çıkardığı, kırılganlığı onu edilgenleştirdiği, gücünü paramparça ettiği için çıldırmıştır. Evripides’deki mücadelenin temelinde kadının üstün zekâsı ve gücü varken önemli bir bilim insanı olan bu Medea’nın sorunu, kocasının başka bir kadına aşkı değil, adamın ona her katmanda ihanet etmiş olmasındadır. Adam kadının buluşlarını kendine mal ederek fiilen çalmış, başında olduğu laboratuvara girmesini dahi yasaklanmıştır…
Gelecek yazılarımda sezonun en iyi yerlilerinde buluşmak üzere…