Erdoğan Mitrani
Her tiyatro mevsimi sonunda bir arşiv çalışması olarak sezon boyunca izlediğim en iyilere değindiğim yazılarıma, her zamanki gibi İKSV Tiyatro Festivali´nin birbirinden ilginç yabancı konuklarıyla başlıyorum.
Kuruluşundan bu yana, dansla tiyatroyu iç içe geçiren ‘dans tiyatrosu’ ile salt bedenlerle konuşulan modern dans yapıtlarını izletmeyi gelenek hâline getirmiş olan İKSV Tiyatro Festivali bu sene, NDT 1’in nefes kesici ‘The Statement’ı (2017) ile tanımış olduğumuz, 1970 doğumlu Kanadalı dansçı ve yıldız koreograf Crystal Pite ile yazar-oyuncu Jonathon Young’ın, kaydedilmiş diyalogların dudak senkronizasyonu ile dansı birleştirerek dil ve beden arasında müthiş ilişki kuran benzersiz üç ortak çalışmasının The Statement dışındaki diğer ikisini, Kidd Pivot’un olağanüstü dansçılarının yorumuyla seyircilere çevrimiçi izletti.
İkilinin ilk ortak çalışması ‘Betroffenheit’, gerçek bir hikâyeden, dansçı, oyuncu, yazar Jonathon Young’ın 2009’da bir tatil kulübesinde kazara çıkan yangında, kızıyla iki yeğenini kaybetmesinden esinlenir. Bu tüyler ürpertici olay sonrasında büyük bir yıkım yaşayan, bir ara teselliyi uyuşturucularda arayan Young, çekmiş olduğu benzersiz acıyı ve toparlanma sürecini, Crystal Pite ile yarattığı oyuncu dansçı olarak da katıldığı ‘Betroffenheit’da yansıtır. Tiyatro ile dansı harmanlayarak, travmanın, yasın ve bağımlılığın psikolojik durumlarını irdeleyen Betroffenheit, iletişimsizlik, izolasyon ve yaşamın trajik boyutuyla yüzleşmenin anlamını araştıran benzersiz bir çalışma.
Pite, Young’ın Gogol’un oyunundan uyarladığı üçüncü çalışmaları ‘Revizor / Müfettiş’i, grotesk ve abartılı yüz ifadeleri, beden dilleriyle, sessiz film dönemi komedilerini anımsatan çılgın bir fars olarak sahneler. Kidd Pivot’un sekiz inanılmaz dansçısı, Kanada’nın en iyi oyuncularının kaydetmiş olduğu diyalogları, eğilip bükülürken, sıçrayıp atlarken ve dans ederken öyle ustalıklı bir dudak senkronizasyonuyla aktarırlar ki konuşulanları gerçekten söylemedikleri, ancak takma sakalıyla müfettişi canlandıran kadın dansçı erkek sesiyle konuşmaya başlayınca fark edilir. Bu şaşırtıcı dil-beden ilişkisinde sözcüklerin ritim ve tonlamaları, sanki her jesti, her duruşu, her adımı var eder.
Festival çevrimiçi dans gösterilerini ‘Paris Operası’ndan: Bugün Yaratmak’la sürdürür.
Sahneyi bıraktıktan sonra kurumun dans direktörlüğün üstlenen Paris Opera ve Balesi eski baş balerinlerinden Aurélie Dupont, pandeminin başlarında günümüzün dört önemli koreografına çağrı yaparak, “Bugün bu koşullarda, küresel salgının yeniden şekillendirdiği ve kısıtladığı dans alanında yaratma fikri sizin için ne ifade ediyor?” sorusunu yöneltir. Sidi Larbi Cherkaoui, Damien Jalet, Tess Voelker ve Mehdi Kerkouche, Paris Operası dansçılarıyla Opera Garnier’nin görkemli koridorlarında, prova odalarında, duvarlarında, sahnesinde, orkestra çukurunun üzerine inşa edilmiş platformda ve hatta mahzeninde “Bugün yaratmak ne ifade ediyor?” sorusunun yanıtını ararlar. Sanatla hayatta kalmanın en önemli kayıtlarından biri olmaya aday bu olağanüstü dörtlü gösterinin sahnelenmesi kapanma bitimine programlanmışken, izleyici karşısına çıkmadan ikinci kapanma gelince, Fransız seyircisi de bizler gibi, Louise Narboni’nin çektiği usta işi filmle yetinmek zorunda kalır.
Festival seyircisinin ‘Sutra’dan anımsadığı, Faslı baba ile Flaman annenin oğlu 1976 doğumlu Belçikalı koreograf Sidi Larbi Cherkaoui, dizinin ilk gösterisi ‘Exposure / Poz Süresi’nde, ‘kendini sergileme’ ile ‘açığa çıkarılma’ oluşumları arasındaki karşıt değerliliği ele alır. Sanatlar arasında köprüler oluşturmayı seven Cherkaoui, konser-bale olarak tasarladığı ‘Exposure’da dokuz dansçısının, son albümü S16’nın şarkılarını canlı olarak icra eden Woodkid ile sahnede bütünleşmesini sağlar.
1997 San Francisco doğumlu Tess Voelker’ın, Nick Drake’in Cello Song şarkısı eşliğinde dans edilen, tüm esinini şarkının sözlerinden alan ‘Clouds Inside / İçteki Bulutlar’, romantik Amerikan müzikallerine selam çakan güncel ve çağcıl bir “pas de deux”.
Dalgaların yaratıcılığında çok önemli bir yeri olduğunu söyleyen, 1976 Belçika doğumlu bağımsız koreograf, dansçı, performans sanatçısı Damien Jalet, dekor ve kostümlerini görsel sanatçı JR’ın oluşturduğu, Ólafur Arnalds & Nils Frahm’ın kaydedilmiş müziğine piyanist Koki Nakano’nun canlı olarak eşlik ettiği ‘Brise-Lames / Dalgakıran’ı gücümüzün, kırılganlığımızın ve dirençliliğimizin bir metaforu olarak sahneler. Kolektif bir hareket düzeniyle yeni bir organizma yaratmak için her bedeni yok ederek bedenlerin tekilliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan, alacakaranlıkta, başların, kolların ya da gövdelerin devinimini gösteren parçalı görünümüyle siyah tiyatro efektini anımsatan bir girişle başlayan Brise-Lames’da dokuz dansçı, deniz altında salınan su yosunları ya da bataklıktaki sazlıklar gibi sonsuz bir uyumla süzülürler. O ana kadar birbirine hiç değmemiş dokuz bedenin sadece dizleriyle değil, tüm gövdeleriyle sahne zeminine / suya yatarak birbirine dokunmaya ve sarılmaya başladıkları olağanüstü finalde, birleşen dansçılar suların üzerinde başıboş sürüklenen, insan bedenlerinden oluşmuş bir gemi oluşturur.
Paris banliyösünde yetişen Cezayir kökenli genç Fransız dansçı, yönetmen, koreograf, oyuncu Mehdi Kerkouche, tehdit altındaki bir insanlığın tablosunu çizerken, Fransa’nın en geleneksel sanat kurumlarından birinin sahnesini hip-hop ile ele geçirir. Pantolon, şort, tişört giymiş, ya da belden yukarısı çıplak on dansçı, sepya ile kırmızının karıştığı aydınlatmayla, birbirini destekleyerek, kusursuz bir birlikteliği koruyarak trans hâlindeymiş gibi çırpınarak, kasılarak, sıçrayarak, sanki bir daha yapamayacaklarmış gibi, tüm bedenleri ve ruhlarıyla dans ederler: ‘Et si / Peki ya’.
Yarının izleyicilerini unutmayan İKSV Tiyatro Festivali, tamamen çocuklara yönelik prodüksiyonlar üreten Hollandalı dans topluluğu de Stilte’nin Lewis Carroll’ın ünlü ‘Alice Harikalar Diyarı’nda’ romanından yaptığı etkileyici, keyifli, esprili olduğu kadar şefkatli ve şiirsel sözsüz uyarlama ‘Alice’i de çevrimiçi dans programına katmıştı.
1959’da Varese’de doğan İtalyan yazar, oyuncu, yönetmen Pippo Delbono’nun topluluğu Compagnia Pippo Delbono’nun varoluşsal karanlığımızın kapılarını şiirsel bir dil ve bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle ardına kadar açarak, gerçeği geri çekmeden yansıtan ‘Dopo La Battaglia / Çatışmadan Sonra’ oyununu, evvelsi yıl festivalde çevrimiçi izlemiştik. Toplum tarafından dışlanmışlarla karşılaşmaların ve onlarla kurduğu dostlukların şiirsel ve edebi sahne aktarımlarında bir dönüm noktası oluşturduğu Delbono ‘özürlü’ olarak görülen kimi insanı topluluğuna dâhil etmişti. Bunlardan biri, ‘Dopo la battaglia’yı ithaf etmiş olduğu, doktorların “yaşamı boyunca çocuk kalacak” dediği, nerdeyse yarım yüzyıl boyunca akıl hastanesinde tutulmuş 80 yaşlarındaki sağır dilsiz Bobò idi. Delbono, 1996’da Napoli yakınlarında bir psikiyatri kliniğinde karşılaştığı, okuma yazma bilmeyen, konuşamayan ama muhteşem bir oyuncu olan Bobò’yu yıllar boyunca, teatral deneyiminin merkezine almıştı. Hiç ayrılmadan 22 yıl boyunca aynı sahneyi paylaşan Delbono ile Bobò’nun benzersiz dostluğu, Bobò’nun 2019’daki ölümüne dek sürmüştü.
Delbono ile clownları topluluğun yıllar sonra ilk kez Bobò’suz yeni oyunu ‘La Gioia / Neşe’ ile festivalin ilk uluslararası fiziksel performansını gerçekleştirdiler. Bobò’suz desem de gidişine hüzünlü ve neşeli bir veda, bir tür ağıt olan ‘La Gioa’nın her anında Bobò, Pippo’nun anlattıklarıyla, arkadaşlarının anımsadıklarıyla, kuş cıvıltısını anımsatan kaydedilmiş sesiyle varlığını sürdürür. Boş sahnenin ortasındaki mezara konulan tek bir çiçekle başlayan, sofitodan bile sarkarak sahneyi dolduran bir çiçek cümbüşüyle sona eren ‘Neşe’, şarkılar, danslar, hikâyeler, şiirler, müzik ve bir parça delilikle Antoine Bataille’ın müziği ve Thierry Boutemy’nin muhteşem çiçek kreasyonları eşliğinde çıkılan, hüzün üzerinden neşeyi, ölüm üzerinden yaşamı kutsayan müthiş bir yolculuktu.
Geçen mevsimin en iyilerinde tekrar buluşmak üzere hepinize açık havada keyifli seyirler dilerim.