Erdoğan Mitrani
İKSV Tiyatro Festivali gelecek yıldan itibaren farklı bir ´küratör´ sistemiyle devam edecek. Geçmişindeki müthiş yaratıcı iki yöneticisine gerektiği şekilde veda etmek bir tiyatro sever olarak boynumun borcu.
Tiyatro üzerine lisans ve yüksek lisans eğitimini ABD’de, doktorasını Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde tamamlayan, 1994-1997 arası İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Dikmen Gürün, 1997’den emekli olduğu 2008 yılına kadar bölüm başkanlığını üstlendiği bu kurumda 1997’de doçent; 2006’da profesör oldu.
Akademisyenliğinin paralelinde yazarlığı ve tiyatro eleştirmenliğini sürdüren Prof. Dr. Gürün, 1993-2013 arasında İKSV Tiyatro Festivali Direktörü olarak Türk seyircisine dünya tiyatrosundan başarılı örnekler sunarken festivali ve yerli topluluklarımızı yurtdışının saygın festivalleriyle buluşturdu. Peter Brook, Robert Wilson, Pina Bausch ya da Berliner Ensemle gibi efsanelerin oyunlarını İstanbul sahnelerine getirdi, onlarla ortak yapım arayışlarına girdi. Örneğin yaşamdan çok erken ayrılan Pina Bausch’un son başyapıtı ‘Nefes’, bir İKSV ve Tanztheater Wuppertal ortak yapımı olarak dünyada ilk kez İstanbul’da sahnelendi.
Gürün, bir ara ‘alternatif’ olarak adlandırılmalarına karşın, İstanbul’da tiyatronun hasını yapan genç toplulukların potansiyelini keşfederek, kimi burnu kaf dağında tiyatrocunun ‘2.lig’ olarak nitelediği bu gençlere oyunlarını festivalde sahneleme olanağı yarattı.
Dikmen Gürün, ne kadar yaş alırsa alasın mutlaka çalışmayı sürdüren benim kuşağımdan biri 2013’te festival direktörlüğünü 8 yıldır birlikte çalıştığı üniversiteden eski öğrencisi, festivalin 2005’ten beri direktör yardımcısı Leman Yılmaz’a gönül rahatlığıyla, devrettikten sonra kitap yazmayı, araştırma kitaplarında yazılarını sürdürdü. Bu güleç yüzlü, alçak gönüllü İstanbul hanımefendisi, hâlâ bol bol oyun izlemeye, 80’li yıllardan bu yana yaptığı gibi Cumhuriyet gazetesinde tiyatro izlenimlerini yazmaya ara ara devam ediyor.
Geldik bir başka sevgili dostumuza. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu Leman Yılmaz, Boğaziçi’nde toplumsal tarih alanında yüksek lisans yaptı. Doktorasını Cumhuriyet dönemi dans tarihi konusunda İstanbul Üniversitesinde tamamladı. Önce Tarih Vakfında proje koordinatörlüğü yaptı, 1999-2004 arasında İstanbul Fransız Kültür Merkezinde kültür müdürü asistanı olarak çalıştı, 2004’te Lozan’da Vidy Tiyatrosunda staj yaptı. 2005 yılında Lozan dönüşü İstanbul Kültür Sanat Vakfına geçti ve İstanbul Tiyatro Festivali’nde üniversiteden hocası, doktora tezinde jüri üyesi Dikmen Gürün’ün yardımcısı olarak işe başladı. Gürün’le sekiz yıllık çalışmasının ardından Doç. Dr. Leman Yılmaz, 2013’te bayrağı hocasından devralarak İKSV Tiyatro Festivali Direktörü oldu. Dokuz yıl sürdürdüğü görevinde Gürün’ün kurmuş olduğu yenilikçi sistemi geliştirerek sürürdü. Her zamanki tutkusu dansa öncelik vererek bizleri modern dans tiyatrosunun yeni ve ilginç örnekleriyle tanıştırdı, NDT1 gibi bir efsaneyi, en yeni koreografileriyle İstanbul’a getirdi, Ülke ülke dolaşarak, seyircimize çağcıl tiyatronun önemli örneklerini getirdi, Robert Lepage’ın sahnelediği ‘Hamlet / Collage’la yaşayan en önemli yazar, yönetmen oyunculardan Wajdi Mouawad’ı benzersiz ‘Seuls’ünde izletti. Schaubühne ile sıkı ilişkiyi sürdürerek, festival dışında politik sebeplerle son dakikada iptal edilen ‘Richard III’ haricinde Ostermeier’in nerdeyse tüm sahneledikleri İstanbul’da izlenebildi. Golden Mask Rusya Sahne Sanatları Festivali ile iş birliği, çağdaş Rus tiyatrosunun, aralarında Yevgeni Vakhtangov Tiyatrosu’nun büyüleyici Aleksandr Puşkin uyarlaması ‘Yevgeni Onegin’ de olan en iyi oyunlarını festival programına aldırdı. Pandemide, kısmen çevrimiçi kısmen canlı, İstanbul seyircisini festivalsiz bırakmadı.
Eğitmenlikten gelen bu iki muhteşem hanımefendi, olağanüstü duyarlılıkla yaptıkları seçkilerle bir başka önemli görevinde, İstanbul tiyatrosuna seyirci yetiştirmekte de müthiş başarılı oldular. Bir tiyatro sever olarak bu 30 yıla yakın serüven için ikisine de sonsuz teşekkürlerimi sunmak isterim.
Tabii ki kızımın kuşağından olan Leman Yılmaz, festival sonrası emekliye ayrılacak değildi.
Ayrılır ayrılmaz, proje direktörü olarak göreve başladığı, DasDas Tiyatro’da, yeni ve farklı iş birlikleri alanında, özellikle proje geliştirmede büyük işler yapmayı sürdürecek. İKSV’nin 50 yıl önce başlayan ve İstanbul’u festivaller kentine dönüştüren çabasını minnetle karşılayan, kurumsallaşmanın getirdiği direktörlükten küratörlüğe kararını tartışmak ban düşmez. Ancak bireysel olarak bu değişimin festivalin aleyhine, DasDas’ın da lehine olduğunu düşündüğümü belirtmek isterim. Özellikle yurt dışı ilişkilerinin ne olacağı bilinmeyen ya da dışarıdan gelen, seyircimizi pek tanımayan küratörler yönetiminde festivalin çoklukla yerli yapımlara kayacağından, giderek uluslararası kimliğini yitireceğinden korkarım. Umarım yanılıyorum.
Tiago Correia ‘Turismo’
“Dün bizi kim gördü ve bugün kim görüyor?”
GalataPerform’un bu sezondaki son oyun okuması, 1987 doğumlu Portekizli yazar, tiyatro, sinema, televizyon oyuncusu, tiyatro ve film yönetmeni Tiago Correia’nın ülkesinde ilk kez pandemiden kısa süre önce sahnelenen ‘Turismo /Turizm’ oyunu oldu,
Yaşamını sürdürdüğü Porto’da oyunculuk eğitiminin ardından oyun ve senaryo yazarlığı yüksek lisansı yapan Correia, çok sayıda ortak çalışmanın ardından, 2017’den itibaren sanat yönetmenliğini de üstlendiği, A Turma / Çete adlı topluluğu kurmuş. Sahnelenmiş sekiz oyunun yanında, bir orta metraj filmin, iki belgeselin ve üç sesli yürüyüşün metinlerini yazan, Avrupa Kültür Başkenti Guimarães 2012’nin Ver e Fazer Filmes Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alan Correia, yazdığı ‘Pela Água’ (2016) ve ‘Alma’ (2018) oyunlarıyla Portekiz Tiyatrosu Büyük Ödülü’nü iki kez kazanmıştır.
Güney Avrupa’da bir şehirde üç gün üç gecede geçen ‘Turizm’, neoliberal düzenin ufuklarını kapatmak üzere olduğu, farklı yaşlarda, farklı toplumsal kesimlerden, altı karakterin kendilerine dayatılan yaşam tarzıyla çatışmasını ve savaşımını ele alır.
Turizm, tiyatroda başarılı olmak isteyen, geçinebilmek, kirasını ödeyebilmek için evinin bir bölümünü turistlere pansiyonculuk yapan yirmilerinde bir genç kızın hikâyesi. Beraber yaşadığı Alzheimer hastası annesinin bakımını sağlamak ve daha ekonomik bir yaşam sürebilmek için tarihi merkezdeki evini kiraya vererek banliyöye taşınan polisin hikâyesidir. Travmatik bir olaydan sonra fotoğraf çekmeyi bırakmaya niyetlenen, kamerasını kaybettiğini ya da çaldırdığını düşünen, kamerayı bulduktan sonra ona yardımcı olan genç oyuncunun evine yerleşen 30 yaşlarındaki Fransız turistin hikâyesidir. Merkezdeki tiyatroyu satın alan, yıkıp yerine yepyeni bir şey yapmak için bedeli ne olursa olsun polisin evini satın almak isteyen yabancı yatırımcının hikâyesidir. Evinden tahliye edilmiş, çok şeyin farkında evsiz kadının hikâyesidir… Correia, kimlik, hafıza, saygı, sevgi ve adalet gibi artık korkuyla şekillenmekte olan insan ilişkilerinin gücünü ve kırılganlığını ön plana çıkararak, Avrupa’da yoğun şekilde aşırılığa gitmeye başlayan turizm olgusunun çağdaş bir burjuva kentinde hem her şeyi tüketen hem de besleyen toplumsal bir olaya dönüşmesini eleştirir. Oyunun yedinci ve en az diğerleri kadar önemli karakteri bu insan öykülerinin iç içe geçtiği, kesiştiği, aktığı, fiziksel ve zihinsel alan, turizm fenomeni ile kimyası alt üst olmuş sahil şehirdir. Turizm şehrin değişimini, modernleşmesini, uluslararasılaşmasını, mutasyonunu, yeniden yapılanmasını, yeniden değerlendirilmesini, insanların yabancılara yataklarını / belki de bedenlerini vermelerini de eleştirir. Bir söyleşisinde “bu konuda mülteci kriziyle, ülkelerin mültecileri reddetme biçimleriyle, ancak turistlerin ürettikleri para için onları nasıl istedikleriyle bir benzetme yapabileceğini” söyleyen Correia’nın incelikli ve dürüst metni, yaratmış olduğu şehirde yaşananları, haklı ya da haksız ayırımı yapmadan, taraf tutmadan, yargılamadan, belgeselci titizliğiyle aktarır.
Hepinize sağlıklı seyirler…