Bir Site Spesific Tiyatro Örneği Olarak “Hafıza” Deniz Seviyesindeydi!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ahmet Ayaz Yılmaz

Pandemi öncesinde Datça’da gerçekleşen Deniz Seviyesinde Tiyatro Festivali, bu yıl Ayvalık’ın o tarihi dokusuyla buluştu. 23-26 Haziran tarihlerinde özenle planlanmış oyun seçkisini ve üretim çalışmalarını bir araştırmacı olarak takip edebilmek için çantamızı alıp kuzey egeye doğru yola çıktık. Festival boyunca kıymetli yazar ve yönetmen mentorlarla buluşan genç üreticiler, 26 Haziran’da “Hafıza” adını verdikleri üretimlerini, profesyonel oyuncuların performanslarıyla seyirci ile buluşturdular. Hafıza, geçmişin izlerini bugün ile harmanlayan Ayvalık’ın kendi hikâyelerini anlatıyordu. Hafıza, ustalıkla tasarlanmış bir Site Specific Sanat örneği idi.

Mekâna Özgü Tiyatro

Site Spesific Art, Türkçesi ile “Mekâna özgü” sanat kavramı, sanatın canlı ve devinim halinde olan bir olgu olduğunun önemli bir örneğidir. 1970’li yılların ortasında Kaliforniyalı sanatçı Robert Irvin tarafından ilk olarak ortaya atılan Site Specific Art kavramı, dünyada ilk ürünlerini güzel sanatlar alanında ve çoğunlukla enstalasyon sanatında vermiştir. [1] Mekâna özgü üretim çalışmaları, tiyatro sanatında 1980’ler itibariyle ilk olarak İngiltere’de yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Ancak bu tarihi mekâna özgü performanslar için yegâne milat almak yeterli değildir. Biraz geçmişe bakıldığında, Antik Yunan’da “istasyon tiyatro” olarak göreceğimiz bu uygulanış biçemi, farklı konumlarda parçalı olarak tasarlanan ve seyircisini peşinden sürükleyen, dinamik bir tiyatro idi. Tiyatro, ortaçağ ile birlikte kiliseye kapanır iken, belki de çağlar oyunca dört duvar arasında varlık göstereceğinden habersiz idi. Tarihsel avangartlar ile birlikte, oyun alanı, seyir alanı ilişkisinin ve seyircinin atıl konumunun sorgulandığı bu tiyatro, romantizmin sınırlı biçimciliğini adeta yerle bir etmişti.  “Mekâna özgü tiyatro için, belirli bir alan için hazırlanmış ancak temelinde mekânın tarihsel ve göstergebilimsel her türlü verisinin, günlük hayattaki geçmiş ve güncel kullanımının, mekânda varlık gösteren nesnelerinin, seslerinin, kişisel anekdotlarının, kişisel deneyimlerinin, morfolojisinin kullanıldığı gösteriler örnek gösterilebilir.” [2] Geleneksel Türk Tiyatrosuna bakıldığında, mekâna özgü tiyatronun özellikleri ile birçok benzerlik taşıdığı görülür. Başta köy seyirlik oyunları olmak üzere, Türk Tiyatrosunun kökleri, mekânın zıttı alanlarda kültürel varlığını başarılı bir biçimde sürdürmüştür. Batılı anlamda çağdaş tiyatro açısından Türkiye geçmişine bakıldığında ise; 12 Eylül 1980 darbesinin tiyatroları kapatan baskıcı ortamının ve yasaklarının sona ermesiyle, ülkenin çoraklaşmakta olan tiyatro yaşantısı bir anda hem mekânsal olarak, hem de üretim dilleri açısından son derece çoğulcu, çeşitli bir dönemin kapısını aralamıştır. Meyvesini 90’lı yıllara taşıyan bu çeşitli üretim arzusu, Bilsak Tiyatro Topluluğu, Studio Oyuncuları (Şahika Tekand), İstanbul Şehir Tiyatroları (TAL) Tiyatro Araştırmaları Laboratuvarı, Ya da Tiyatro (Hüseyin Katırcıoğlu) gibi döneminin çağdaş sanatçılarının uygulamaları ile yeni bir soluk yaratmıştır. Bu gibi toplulukların üretimlerinde İtalyan sahnenin merkezde olduğu yapımların dışına çıkılmaya başlandığı görülmüştür. Şehir Tiyatrolarından ayrılarak sonraları kendi bağımsız yapısını kuracak olan TAL’in Cihangir Parkına göre tasarlanmış bir gösterimi başta olmak üzere, döneminin avangardı sayılabilecek tiyatro uygulamaları ve mekâna özgü tiyatronun ilk örnekleri verilmeye başlanmıştır.

1990’lardan 2000’lere Türkiye’de çağdaş tiyatronun gelişmesinde kuşkusuz ki İKSV Tiyatro Festivalinin önemli bir katkısı olmuştur. 2008 yılında yapılan festivalin programında bir yenilik vardır.  Hepimiz Alman Tiyatro insanı Matthias Lilenthal tarafından tasarlanan X Daireler ismindeki projenin sahnelenme alanının İstanbul’un Tarlabaşı’sı olduğu duyumunu almıştık. Henüz 2020’lerdeki, kentsel dönüşüm tacizlerine uğramamış, butik otelcilik furyasının çok fazla girmeye cesaret edemediği Tarlabaşı, roman vatandaşları, Anadolu’dan çalışmaya gelen işçi nüfusu, seks isçileri ve uyuşturucu pazarını bir arada eriten varoluşuyla İKSV bünyesinde bir yapıma ev sahipliği yapacaktı. Bu proje, Türkiye tiyatrosunun yakın tarihte, mekâna özgü tiyatronun başarılı bir örneğiyle karşılaştığı bir deneyim olmuştur. Biz seyirciler, ellerimizde haritalar ile Tarlabaşı’nda bir yolculuğa çıkmış idik. 2008 sonrasında başta Tiyatro Artı, Kumbaracı50 ve sonrasında Galataperform gibi öncü tiyatrolar, kimi zaman Çukurcuma’nın dar sokaklarını, kimi zaman Galata’nın dükkânlarını, kimi zaman ise hangarları, ormanları kullanarak mekâna özgü performanslar sergilediler. Ancak bu kez, deniz seviyesinde tiyatro festivali sayesinde mekâna özgü tiyatro, kentten kırsala uzandı.

Hafıza

Festival bünyesindeki üretim çalışmalarına başvuranlar arasından seçilen genç katılımcılar yazarlık, yönetmenlik ve oyunculuk alanında başarılı sanatçılar ile bir kuluçka sürecine girmişler. Akademisyen Gülşah Fırıncıoğlu koordinatörlüğünde yürütülen “Hafıza” adlı Site Specific Tiyatro projesi, zorunlu göç ve mübadelenin izlerini hala sokaklarında taşıyan, çok dinli çok kültürlü bir kardeş toplumda yaşayan insanların hikâyelerine odaklanmıştır. Bu projede yazarlık mentoru olarak Ahmet Sami Özbudak, dramaturji mentoru olarak Dr. Sündüz Haşar, yönetmenlik mentoru olarak Ahmet İlker Ergin gibi deneyimli isimler festivale katkı sağlıyor idi.

26 Haziran akşamüstü suları, Hafıza’yı deneyimlemek için Ayazma Kilisesi’nin önüne gelmiştik. Bir yığın kalabalık, Türkiye’nin dört bir yanından gelen tanıdık, tanımadık yüzler, tiyatro dostları, tanışlar, genç sanatçılar ve Ayvalıklılar… Ve görkemiyle bize adeta hoş geldin diyen Ayvalık Ayazması… Bir rivayete göre, Ayvalıklı Evaggelini isimli 15 yaşlarında bir Rum kız çocuğu, 1851 yılında bir Pazar günü bir rüya görmüş. Gördüğü rüya sonrası yapılan kazılarda bir Meryem Ana ikonası ve kutsal su bulunmuş, böylelikle kutsal olarak adlandırılan bu yere yaklaşık 50 yılsonunda ilk Ayazma inşa edilmiş. 1920’lerin başlangıcına kadar dini törenlere ev sahipliği yapan Ayazma, 1922’de başlayan mübadele süreci dolayısıyla bölge tamamen Türk halkına geçtiğinde yavaş yavaş atıl hale gelmiş. Kulağımda bu hikâyeyi döndürür iken birden küçük bir çanın gösterimin başlayacağını haber vermek için çınladığını duydum. Bir anda herkes iki yana açılıp Ayazma’nın önünde bir koridor oluşturmuş idi. Bir süre hep birlikte uzun uzun boş sokakta dolaştı gözlerimiz… Akşamüstünün tatlı güneşi ışıl ışıl Arnavut kaldırımlı taş sokağa vurur iken, ağaçları hışırdatacak bir rüzgâr esiyordu. Bir anda sokağın köşesinde bir kız göründü, belli belirsiz bir biçimde Rumca bir ilahi ya da şarkı dökülüyordu dudaklarından… Tedirgin bir biçimde Ayazma ’ya ilerliyordu ya da adeta Ayazma, kızı kendine çekiyordu. Bulunduğumuz kalabalığı yararak Ayazmanın demir bahçe kapısından içeri girdi, kapıyı kapattı. Meraklı gözlerle onu izliyorduk, ayazmanın girişi etrafında sanki bir çeşit ayin yapıyor idi, huzursuzca… Ve ardından hışımla, köşeyi sarı saçlı, henüz bıyıkları yeni terlemiş, delikanlı, kanı deli akan bir oğlan çocuğu döndü. Koşa koşa Ayazma’ya girdi ve biz seyirciler de ardından Ayazma’nın içine doluştuk. Kilisenin içerisinde basamaklar ile inilen, eskiden kutsal suyun bulunduğu yere indi bu iki genç… Biz seyirciler, yukarıdan onları adeta bir su kuyusunda izliyormuş gibi izledik. Çok geçmeden belli ki birbirlerine tutkun bu içli delikanlı ile dik başlı genç kızın arasındaki tartışmada dökülen kelimeler tüylerimizi ürpertti. Mübadelede evlerinden zorla göç ettirilen Rumlar ve bir yandan karşı adadan oluk oluk gemilerle gelen yeni halkın ortak acısıydı bu. Komisyon, askerler her yerde Ayvalıklı Hristo’ların son üyesi Maria’yı arıyor. Mustafa ise, şafak sökmeden son kalan yirmi aile ile birlikte Maria’yı kurtarmak, götürmek için ikna etmeye çalışıyordu… Mustafa’nın; Unutma Maria teslim olabilirsin, önümüzdeki yıllarda her şey yoluna girecek, giden herkes döneceğinden emin, inan bana! [3] diye haykırışları kulaklarımızda bir şok etkisi yaratmış idi. Bugün pek ala, biz seyirciler biliyorduk ki, gidenler bir daha geri dönemediler. Bu başarılı kısa oyunu Hüseyin Ege Kök kaleme almış, Maria’ya Nazlı Bulum, Mustafa’ya ise Enes Has başarılı bir biçimde hayat vermiş idi. Bu gösterimi üretim çalışmaları yönetmenlik atölyesinden Murat Çetinkaya başarılı bir biçimde sahnelemiş idi.

Bu gösterimin hemen ardından bir sonraki istasyona varmak için Ayvalık sokaklarına döküldük. Biraz ileride, eski bir kahvehanede soluğu aldık. Kahvenin içinde, 50’lerden kalma fayansların kaplı olduğu, ortasında bir lavabo bulunan koca bir duvar ve önünde duran bir tabut vardı. Bir anda o küçük zil sesini duyduk… Sonradan kahvehanenin sahibi olduğunu anlayacağımız bir adam, kahvehane önünde oturan insanlara yaklaştı. – Susun azcık bakam, gençlee tiyatro yapcek… deyiverdi. Hey gidi yurdum insanının sevgisini ve hoşgörüsünü içimize alarak, bu lokasyondaki kısa oyunu izlemeye daldık. Bu sefer yörük kızı gassal Gülsüm ile Ayvalık’ın kara bıyıklı, gür saçlı, heybetli abisi Nuri’den bir hikâye dinliyor idik. Çok da geriye gitmeden 90’ları, ölülerimizin mahalle içindeki avlularda, dükkânlarda, bahçelerde yıkandığı zamanları hatırlıyoruz. Her kasabada en fazla iki üç tane gassal olur, bu gassal evlere çağrılır ve herkes kendi ölüsünü yıkamak ister idi. İşte böyle bir anda Gülsüm, Nuri’den ölünün gayrimüslim olduğunu öğreniyor ve yıkamaktan vazgeçiyor. Oyun akıp giderken, Gülsüm, ölünün suratına bakınca, eski komşuları yaşlı Rum Maria Teyze olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Onca çocukluk anısı bir yanda, Maria teyzenin çocukları kucaklayan sevgisi bir yanda, aynı mahallenin insanlarını ikiye bölen dinler diğer yanda… Ve Gülsüm kız, Maria teyzenin son yolculuğunda üzerine düşen ne varsa yapmaya karar verdi. İçimizi ürperten bu oyunda Nuri’ye Taner Rumeli, Gülsüm’e ise Özge Üçdağ hayat veriyordu. Vasiyet adı verilen bu kısa oyunu Gülcan Odabaş yazmış ve Melike Ersoy sahnelemiş idi.

Bir sonraki durağımız için dar bir taş sokağa ulaştık. Eski bir yapının basamaklarında oturan, gençten, uzun boylu, yakışıklı bir Ayvalık delikanlısına gözlerimiz takıldı. Bu esnada beyaz tenli, güzeller güzeli bir genç kadın sokakta bir adres ararcasına evlerin önündeki numaratörleri takip ediyordu. Çok geçmeden genç kadın Filizer’in ailesinin mübadelede terk ettiği evi aramak için Ayvalık’a geldiğini öğrenir iken, bunun karşısında, inatla hiç kimsenin Ayvalık’tan zorla gönderilmediği ve getirilmediğini savunan Menderes adlı bu gencin öyküsüne tanıklık etmeye başladık. “-Burası yıllar önce on binlerce Rum’un terk etmek zorunda kaldığı Ayvalık değil mi?  – Evet, Ayvali… Ama burada hala on binlerce Rum yaşıyor. Hatta çoğunlukla da Rumlar yaşıyor.” [4] Öyle ki oyunun sonuna yaklaştığımızda Menderes’in yaşadığı zamanın mübadeleyi görmemiş bir zaman olduğunu, Filizer’in ise gerçeğe yakın bir tarihte Ayvalık’ı ziyaret ettiğini anlıyoruz.  Bu kısa oyunu Hüseyin Ege Kök kaleme almış, Murat Çetinkaya yönetmiş ve Menderes’e Ahmet İlker Ergin, Filizer’e ise Işıl Yılmaz hayat vermişti. Bir sonraki durağımızda, 1800’lerden kalma mimarisiyle tarihe tanıklık eden, günümüzde butik otel olarak hizmet veren Macaron Konağı’nın o yeşiller içinde huzurlu avlusundayız. Dört bir yana dağılarak seyir yerlerimizi aldık. Bu kez Ayvalık’ta yaşamını sürdüren 55 yaşlarında Zehra diye bir kadının, yıllar geçse bile unutamadığı aşkı Antoni ile olan öyküsüne tanıklık ediyoruz. Zehra, mübadele dolayısıyla aşkları yarım kalan Antoni ile bir hayali yüzleşme yaşıyor. Sarı kıvırcık saçları artık beyaza bürünmeye başlamış kederli bir kadın ile genç bir âşık görüyoruz oyunda. İnsanın sevdiğini son gördüğü haliyle hatırlamasında olduğu gibi genç bir âşık. “-Yıllar önceydi, O gemiye binmek zorundaydım. –Ben de bir hayat kurtarmak zorundaydım. – Peki, herkes nerede Zehra? – Gitti , – İnsanlar gidebiliyorlar değil mi Zehra? – Onlar senin gibi bir gemiye binip başka bir ülkeye gitmedi Antoni. Mehmet öldü, kızlar da evlendi, Yalnızım, Anlıyor musun?” [5] diye oyuncuların ağzından dökülen mısralar gözlerimizi sıkça yaşartıyor. Ayvalık’ın yarım kalmış ne çok hikâyesi olduğuna iç çekiyoruz hep birlikte. Gidenler adı verilen bu başarılı metni, Gülcan Odabaş kaleme almış,  Elmas Eliçe Çetinöz sahnelemiş ve Zehra’ya başarılı oyuncu Özlem Zeynep Dinsel, genç âşık Antoni’ye ise Celal Taşçı hayat vermişlerdi. Özlem Zeynep Dinsel’in gözlerindeki keder Ayvalık’ın bütün mübadil acılarını içine almışçasına derinlikli idi.

Bir sonraki durağımızda eski bir Ayvalık evinin, dar uzun avlusunda idik. 30’larında bir ressam olan Nefeli ile 20’lerinin ortalarındaki Zoe’nin öyküsüne tanıklık etmeye başladık. Yıl 1923. Zorunlu göç dolayısıyla birinin kalmak konusunda direttiği, diğerinin ise gitmek zorunda olduğu bir ayrılık öyküsüydü bu. İki genç kadının yanıp tutuşan, gizli aşkının öyküsü. “-Bir gün tekrar buluşuruz. Gittiğimiz şehirler birbirine yakın olur belki. Her şey burada olduğundan daha güzel olur belki de kim bilir. –Kandırma kendini. Burada karşımdayken bile sana dokunmak, kokunu içime çekebilmek için gece yarılarına kadar bekliyorum ben. Kuytudaki ağaç altlarında, balıkların bile uğramadığı deniz kenarlarında dokunabiliyorum ancak sana. Şimdi aramızda onca yol varken nasıl inanabilirim bir daha dokunabileceğime sana”.[6] diye, bu örtük ve imkansız aşkı tarif ediyordu Nefeli. Zoe’nin bırakamadığı hasta bir anne, diğer yanda ise yüreğinde onu kasıp kavuran bir aşk. Ferhat Lüleci’nin dokunaklı, narin kaleminden süzülen, saf bir aşk öyküsünü, Ezgi Çelik ve Öykü Fışkın başarıyla canlandırıyorlar. Yazarın Gökyüzünün dünü adını verdiği bu metni Melike Ersoy sahnelemiş idi. Mekâna özgü tasarlanan Hafıza’nın son rotası, Ayvalık’ta hem tarihi hem de kültürel değeri bulunan Şeytan’ın kahvesi idi.  Şeytan’ın kahvesi tam 155 yıldır aynı şekilde konuklarını ağırlıyor. Üç kuşaktır ailede olan bu kahvehaneyi seyir için ziyaret etiğimizde ailenin üçüncü kuşak torunu, dedesinin adını taşıyan küçük Suat arı gibi çalışıyordu. 1860’ların sonuna doğru aileye geçen bu mülk, Ayvalık’taki 1821 yunan ayaklanması, 1919 işgali ve 1922-23 Mübadelesine tanıklık etmiş bir mekân. İçerideki her şey neredeyse 1920’lerdeki fotoğraflarıyla birebir aynı, aile bu kültürel mirası yaşatırken, tarihin izlerini değiştirmemeyi seçmiş. Böylelikle biz izleyiciler, kahvehanenin içine yerleştiğimizde muhteşem tarihi atmosferinin etkisinden çıkamıyoruz. Biraz sonra zil çaldı ve kahvenin tam ortasına yerleştirilen bir masada rakı içen, hayatı göğüsleye göğüsleye erkekleşmiş bir Yörük kadınını izlemeye başladık.  Kısa bir süre sonra, üstü başı darmaduman saçları beyaza yüz tutmuş, bakımsız bir adam paramı ver diye söze başladı. Sürekli aynı şeyleri tekrarlayan bu adamın akıl sağlığından şüphe etmeye başlamıştık ki, her yağmur yağdığında bahçeden hortum çekip sokağı yıkayan, Ayvalık’ın delisi olduğunu öğrendik.

“- On bir, on iki yaşlarındayken ben, gâvurlardan biri anama göz dikmiş. Babamın haberi olunca alıp silahını gitti. Adamın kardeşiyle yengesi çıkmışlar babamın karşısına, o da sinirle öldürmüş ikisini evin içinde. Eve geldi, bir iki saat geçti geçmedi adam geldi evin önüne. Babam silahı alıp çıktı ama daha silahını doğrultamadan sokağın ortasına serildi. Cesedini kaldırdıklarında sokak kanla doluydu. Biri yıkayalım dedi, bir başkası zaten yağmur yağıyor temizlenir şimdi dedi. Yağmur yağdı bütün gece ama sokak temizlenmedi. – Annen ne oldu? – Babamı vuran gâvur alıp götürdü.”[7]

Gözlerimizi yaşartan, bizleri şeytanın kahvesinde oturduğumuz tahta sandalyelere mıhlayan bu başarılı kısa oyunu Ferhat Lüleci kaleme almış. Deli Adam’a Murat Eken hayat veriyordu. Murat Eken’in yarattığı karakterin gerçekliği, kullandığı diyalektin başarısı ve oyun gücü karşısında etkilenmemek mümkün değil idi. Ancak bu denli ustaca bir rol çalışmasının karşısında, rakı içen kadına hayat veren Buse Tire, gençliğine rağmen adeta Murat Eken’e oyun gücüyle kafa tutuyordu. Bu başarılı metni,  Elmas Eliçe Çetinöz sahnelemiş idi. Böylelikle, mekâna özgü tiyatronun kırsaldaki kıymetli bir örneği olarak tarihe geçecek “Hafıza’ adlı projenin son lokasyonundaki gösterim de sona ermiş oldu. Üç yazarın imgeleminden çıkan bu kısa oyunlar, üç farklı yönetmene teslim edilmiş, yönetmenler sahneleme aşamasında Dr. Sündüz Haşar gibi kıymetli bir hoca ile dramaturji çalışmalarını yürütmüş ve sahnelemeleri tamamlamışlar.

Sonuç

Deniz Seviyesinde Tiyatro Festivali kapsamında 2022 yılında gösterimi yapılan Hafıza’nın, tasarım yapısında altı farklı mekân kullanmıştır. Bu mekânların üç tanesi dış, diğer üç tanesi ise iç mekândır. Mekana özgü tiyatronun, sahne alanının özellikleri meselesi irdelediğinde; Ayazma kilisesinde sahnelenen performansın seyirci konumlandırması stabil değildir. Metnin özü mekâna göre oluşturulmuştur. Sahneleme, mekânın tüm özelliklerinden faydalanmıştır. Sahneleme alanı tek bir nokta değildir. Başlangıç ve bitiş noktası bulunan bir uzamı içermektedir. Bir sonraki “Vasiyet” adlı kısa oyunda, mekâna özgülüğün kültürel bağlamı merkez alınmış, ancak sahneleme için kullanılan mekân dönüştürülmüş bir alandır. Seyirci konumlandırması stabildir. Seyir yeri-oyun yeri ayrımı yapılmıştır. Üçüncü konumda gerçekleştirilen “On üç nisan” adlı gösterimde dış mekân sahneleme tercih edilmiştir. Dış mekâna özgü bir performans yaratımı, yazarın teklifi olarak verilmiştir. Mekâna özgülük açısından bulunduğu ilçeyi kapsayan bir tarihsel ve kültürel ilişki taşır. Sahnelemede seyirci dinamiktir. Oyun yeri-seyir yeri ayrımı yoktur. Dördüncü konumda bulunan “Gidenler” adlı gösterimin, mekân yerleştirmesi kapalı alan içinde bir açık alandır. Mekânın özellikleri dolayısıyla bulunduğu tarihi yapının kültürel bağlamını taşır. Oyun yeri-seyir yeri ilişkisi belirsizdir. Seyirci konumlandırması, seyircinin kendisine bırakılmıştır. Mekânın kültürel ve tarihsel bağlamının oyun ile öz ilişkisi mevcuttur. Beşinci konumda bulunan “Gökyüzünün dünü” adlı gösterim için bir dış mekân tercih edilmiştir. Gösterim metni mekân ile sıkı bir ilişki içinde değildir. Mekân, gösterime neredeyse boş bir alan şeklinde hizmet etmektedir. Sahneleme, mekânın özellikleriyle ilintili ve bağımlı değildir. Seyir yeri, oyun yeri ayrımı yapılmıştır. Seyirci, stabildir. Altıncı konumdaki “Yağmurda gidilmez” adlı gösterimde kullanılan alan bir iç mekândır. Mekânın tarihsel bağlamı, metin ile birebir öz ilişkisi içinde değildir. Mekân, dönüştürülmüş bir mekân değildir. Sahnelemeye hizmet etmektedir. Seyirci stabildir. Oyun yeri-seyir ayrı ayrımı net olarak yapılmamıştır. Sahneleme için bir odak noktası kullanılmıştır.  Bu sonuçlar değerlendirildiğinde Hafıza’da, tiyatro araştırmacısı Fiona Wilkie’nin mekâna özgü tiyatro ile ilgili iki önemli tespiti öne çıkmaktadır. Mekâna özgü oyunlar ikiye ayrılabilir; Mekânın özelliğinden beslenenler ve mekânın sadece fiziksel olanaklarını kullanan oyunlar. [8] Bu açıdan bakıldığında Hafıza’nın birinci rotasındaki “Hatırımızda” adlı gösterimi, dördündü rotasındaki “Gidenler” adlı gösterimi ve altıncı rotasındaki “Yağmurda gidilmez” adlı gösterimi, alanın her türlü özelliğinden beslenen, mekâna özgü tiyatro türü olarak tanımlamak mümkündür. İkinci rotadaki, “Vasiyet”, üçüncü rotadaki “On üç nisan” ve dördüncü rotadaki “Gökyüzünün dünü” adlı gösterimleri ise, mekânın fiziksel özelliklerini kullanan, mekâna özgü tiyatro türü olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.

Yazarın notu:

Mübadele yasasıyla 12 Mayıs 1924’de Midilli adasından 40 yaşında Ayvalık’a göç etmek zorunda kalan Büyük dedem ve 9 yaşındaki Babaannemin anısına saygıyla… / 10.07.22

[1]Butterfield, Jan (1993). The art of light + space. New York: Abbeville. ISBN 1558592725.

[2]WrightsandSites, “Out of Place: ThePolitics of Site-Specific Performance in Contested Space”, Studies in TheatreandPerformance, 2010 (Çevrimiçi) http://www.misguide.com/ws/documents/politics.html

[3] 2022: Kök, Hüseyin Ege, “Hatırımızda”, Yayımlanmamış Kısa Oyun, Performanstan aktaran: Ahmet Ayaz Yılmaz, Ayvalık, 26.06.2022

[4] 2022: Kök, Hüseyin Ege, “On Üç Nisan”, Yayımlanmamış Kısa Oyun, Performanstan aktaran: Ahmet Ayaz Yılmaz, Ayvalık, 26.06.2022

[5] 2022: Odabaş, Gülcan, “Gidenler”, Yayımlanmamış Kısa Oyun, Performanstan aktaran: Ahmet Ayaz Yılmaz, Ayvalık, 26.06.2022

[6] 2022: Lüleci, Ferhat, “Gökyüzünün Dünü”, Yayımlanmamış Kısa Oyun, Performanstan aktaran: Ahmet Ayaz Yılmaz, Ayvalık, 26.06.2022

[7] 2022: Lüleci, Ferhat, “Yağmurda Gidilmez”, Yayımlanmamış Kısa Oyun, Performanstan aktaran: Ahmet Ayaz Yılmaz, Ayvalık, 26.06.2022

[8]FionaWilkie, Out of Space, Surrey, University of Surrey, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2004, s. 57.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ahmet Ayaz Yılmaz

Yanıtla