Erdoğan Mitrani
“Bazen bir işaret gelir insana. Ama Tanrı´dan ama Şeytan´dan…”
Yeni ve yerli yazarlara ağırlık veren genç topluluklarımızdan Gestus Tiyatro, pandemi öncesinde başlayan ve büyük ilgi gören oyunları ‘Orijinal Günahlar’ı yeniden sahneliyor.
Gökhan Erarslan’ın yazdığı, sahne ve köstüm tasarımlarımı üstlenerek yönettiği oyunda Şirvan Kalenderoğlu, Ezgi Hüyükpınar Erarslan, Özer Keçeci ve Özge Ünal bir mahkemede hâkim karşısında sanık konumunda, her biri farklı meslekten dört karakteri canlandırırlar. Sosyokültürel açıdan birbirlerine hiç benzemeyen bu dört karakterin tek ortak paydası cinayet işlemekten suçlanmalarıdır. Bir inşaat mühendisi, bir temizlikçi, bir tezgahtar ve bir beyaz yakalı yatırım danışmanı patronlarını öldürmekten yargılanmaktadır. Sırayla hikâyelerini, ‘orijinal günahlarını’ anlatırlar. Oyunun adında bile, trajik bir kara mizah boyutu vardır. Anlatılanlar bırakın orijinal, adım başında karşımıza çıkan bildik, tanıdık, ama kanıksanmayacak kadar acıklı, önemli ve çarpıcı hikâyelerdir.
Öyküler tamamlandığında, Erarslan’ın hâkim sandalyesinde oturttuğu izleyicinin aklına tabii şu sorular takılır: Acaba gerçek suçlular onlar mı? Yoz ve oportünist sistem içinde şiddetten kaçamayan bu dört karakter av mıdır, avcı mıdır?
Kişisel olarak sanatsal anlatı ile manifestoyu ayıran incecik bir çizgide gelişen bu tip ‘tezli’ oyunlara biraz mesafeli yaklaşmışımdır. Bu tür metinlerin her an slogancılığa ya da nasihatçi bir didaktizme kayma tehlikesi vardır. Üstüne üstlük, yazar Gökhan Erarslan, karakterlerinin katil durumuna düşmelerini ve cinayetlerini öykülerken onların haklılık ya da haksızlığından çok, adaleti gerçekleştiremeyen bir hukuk sisteminin, çarpık insanî ve toplumsal ilişkilerin kişilerini böyle radikal bir eyleme sürüklemesini yargılamaktadır.
Finalde bu dünyanın kuralını kaidesini bozamamış olan karakterlerden biri seyircilere “Şimdi söyleyin bakalım…” der, “Biz… Hepimiz… Sizin hukukunuza göre… Suçlu muyuz?”
Allahtan, yönetmen olarak Gökhan Erarslan, yazar olarak çok kontrollü ve yalın biçimde tasarladığı metnini, kabare, epik anlatı ve geleneksel tiyatro öğelerini ustalıkla bir arada kullanarak son derece dozunda ve etkileyici bir iş çıkarmış.
Oyuncuların Mahir Bektaş, Burak Güven ve Yaşar Çınar’dan oluşan orkestra eşliğindeki şarkıları (Müzik tasarımı Emrah Can Yaylı) ve dansları (Koreografi Seçil Demircan) aslında epey sert olan anlatının izleyiciye daha kolay ulaşmasını da sağlar.
Erarslan’ın oyuncu yönetimi çok başarılıdır. Her öyküde bir oyuncu / anlatıcı ana karakter görevini üstlenirken diğerleri yan karakterleri canlandırdığından tüm ekip giysi değiştirir gibi kişilik değiştirmek zorundadır ve bunu büyük ustalıkla yapar. Patronlardan Karadenizli müteahhitle, cep telefonu dükkânının çapkın sahibini iki kadın oyuncunun yorumlamasını müthiş heyecan verici buldum. İlk kez sahnede izlediğim Ezgi Hüyükpınar Erarslan ile Özge Ünal’ın gerek erkek yorumlarında gerekse canlandırdıkları ana kişiliklerde çok etkileyici buldum. Yine ilk kez izlediğim Şirvan Kalenderoğlu ve Özer Keçeci’yi de çok beğendim.
Tüm oyuncuların neredeyse kusursuz diksiyonları ve yöresel ağızları kullanışları tebrik edilecek düzeyde. Şive kullanımı epey takıldığım konulardan biridir: Eski kuşaklar ya ülkeyi ya dünyayı terk etmiş olduğu, yenileriyse Türkçeyi çok düzgün konuştuğu için Rum, Ermeni ya da Yahudi şiveleri zaten artık doğru dürüst duyurulamıyor. Yöresel ağızlar ise o kadar abartılıyor ki, konuşmada yörenin ancak müziği kalıyor, karakterin ne dediği zar zor anlaşılıyor. Ezgi Hüyükpınar Erarslan’ın dört dörtlük oyunculuğunun yanında, müthiş dozunda, her sözcüğü anlaşılır Karadeniz ve Sivas şivelerini kullanışı hayranlık verici. Keza, Özer Keçeci’nin Aydınlı ‘satış danışmanı’nın kökenini azar azar, alttan alta duyuran şive kullanımı da çok başarılı.
İyi yazılmış, bireyi en ürkünç kararlara zorlayan yoz sistemi eleştirirken önceliği tiyatroya vermeyi başaran çok iyi sahnelenmiş ve oynanmış bir oyun. Mutlaka izleyin derim. 27 Mayıs Tiyatro Pera ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.
İBBŞT’de bir Özen Yula Oyunu: ‘Hayat Der Gülümserim’
Oyunları İngilizce Almanca, Fransızca, Rusça, Fince, Japonca ve Bulgarcaya çevrilen, Almanya, Avusturya, Hollanda, Japonya, İsveç, KKTC, Mısır ve İngiltere’de sahnelenen, çok sayıda ödüllü 1965 doğumlu Özen Yula, Türk tiyatrosunun orta kuşak yazarlarının en önde gelenlerinden… Öykü, roman, deneme, eleştiri türlerinde önemli eserler veren Yula, yazdığı birçok oyunu da sahnelemiş bir yönetmen.
İlk kez 2021’de İBBŞT’de sahnelenen, yazıp yönettiği ‘Hayat der Gülümserim’ yıllarını tiyatroya vermiş bir kadın oyuncunun farklı rollerde kendini zamana ve bir güvercine karşı sınamasının öyküsüdür. Yıkılıp eğlence merkezine dönüştürülecek bir tiyatro salonuna son kez gelen oyuncu, seyirciyi “Sanat bir insanın hayatını kurtarır mı?” sorusundan “Sanat bir insanı değiştirebilir mi”ye varana kadar geniş bir soru yelpazesi içinde geçip gelen, farklı dönemlerden, oyunculuk stillerinden ve üsluplarından beslenen beş farklı karakterle tanıştırır.
Osmanlı’dan düşsel bir komedi parçasından günümüzden bir hastane odasına, oradan bir Latin Amerika ülkesinden tanıdık gelecek olan başka bir kadına, sonrasında 1950’lerin Gaziantep’ine, oradan da 2000’lerin ilk on yılından, ekmeğini taştan çıkaran bir diğer kadının hayatına bağlanan oyuncunun aracılığıyla bu kadınlar, olumlu-olumsuz yönleriyle memleketin ve dünyanın gidişatını kendi gözlerinden izleyiciye aktarır.
En inanılmaz olayların en gündelik olana dönüştüğü günümüzde sanatın da kaçınılmaz olarak hayatı sahneye böyle getireceğini düşünen Yula, gerçek durumları gerçek dışı / gerçeküstü’ne göz kırpan bir sahnelemeyi yeğlemiş. Her bir karakterin cümle cümle işlenip dönüştürüldüğü bu reji anlayışında cümleler kimi zaman evrensel ve yöresel dans adımlarıyla kodlanmış. Vals de var bu yolculukta, oryantal de, Latin dansı, Karadeniz yöresi folklor adımları da… Oyunculuk bu adımlarla ve karakter dönüşümleriyle işlenirken, sahneleme de dekorundan ışık ve müzik kullanımına dek ‘büyülü gerçekçilik’ diyebileceğimiz bir yapı üzerine inşa edilmiş.
Yazar ve yönetmen Özen Yula artık çevrimiçi yayınlanan oyun broşüründe çalışma yöntemini ve duygularını o kadar güzel anlatmış ki, yukarıdaki bölümü onun ifadelerini birebir alıntılayarak oluşturdum. Kendisine hem müthiş güzel yazılmış metni hem etkileyici açıklamaları için iki kez teşekkür borçluyum.
Oyununun dramaturgisini Dilek Tekintaş, ortasına Gaudi’ye selam çakan muhteşem merdiveniyle dekor ve başarılı kostüm tasarımlarını Almila Altunsoy, ışık tasarımını Fatih Mehmet Haroğlu, müziği Deniz Noyan üstlenmiş. Broşürde koreografi için Banu Demir ve Serkan Bacak’ın desteklerine teşekkür ediliyor.
Böyle bir metni sahneye ancak tekste de belirtildiği gibi yıllarını tiyatroya vermiş bir kadın oyuncu aktarabilirdi. Sema Keçik’in olağanüstü yorumu, her bir kişiliği kendine mal edişiyle ilgili sayfalarca yazı yazılabilir. Ben, genelde çok az kullandığım bir sözcükle yetineceğim. Kusursuz!
Epizodik bir rolde, oyuncu/sanatçının antitezi olarak mekânın Karadenizli yeni patronunu ustalıkla canlandıran Serkan Bacak’ı da unutmayalım.
İtalyan Sahne’de, klasik tarzda, dekorlu kostümlü oyun izlemeyeli çok olmuş. Pek özlemini çekmemiştim ama, usta bir yazarın elinden çıkmış çok sağlam bir metin, başarılı sahneleme ve müthiş iyi bir oyuncu olunca, tadına doyum olmuyormuş.
Malum, can derdindeki özel tiyatrolar sezonu haziran sonuna kadar, hatta açık hava mekânı bulunursa yaz boyunca sürdürmeye çalışırken, ödenekli tiyatrolarımız yaz uykusuna girdiler bile. ‘Hayat der Gülümserim’ İBBŞT repertuarında gelecek sezonda da sahnelenecek. Mutlaka izlenmeli. Sağlıklı seyirler dilerim.