Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve çevirmen Yılmaz Gruda’nın yeni kitabı “Sanat Üzre Bir ‘Derun’ Söyleşi”, Akdoğan Yayınevi tarafından yayımlandı.
Yılmaz Gruda’dan Muammer Karaca’ya ilişkin hoş bir anekdot: “Yolda falan karşılaştığımızda… Sağ el baş parmağını, dudakları arasına alıp, bana: Kısık; fakat bizim -öyle denir:- bütün Ortaoyuncu’larının ünlü ‘gırtlak’ sesiyle: “Ne haber ağzı mangallı?” deyip… Mangal, bizim çocukların ‘alâmet-i farika’m dediği, pipo’m!…Ardından, sağ elini, sol koltuğu’nun altına atıp, gülerek: “Okumuş!” der, yürüyüp giderdi…
Bir gün, tam gidecek, durdurdum. “Peki Hocam” dedim. “Başparmağın, ‘mangal’ dediğin pipo’m!… Fakat koltuk altına attığın sağ el’in, ne ifâde ediyor?” Yine, aynı sesle: “Ütü’n Okumuş, ütü’n; yani, kitapların!” demişti…”
Ne güzel de yakıştırmış; “kitap insanın ütüsü”, düzeltir, kırışıklarından kurtarır onu.
Kitap Hakkında:
Hatice Eğilmez Kaya’nın kaleme aldığı kitabın son sözü şöyle: Bir An Bin Yıldır Aslında, Bin Yıl Bir An: San’at Üzre Bir “Derûn” Söyleşi*
Yılmaz Gruda zamanın sadece dünyaya ait bir söylence olduğunu kanıtladı. Çoğumuz bunu hisseder de tam adını koyamayız. Dün, bugün, yarın, on yıl, beş gün… hepsi birer illüzyon, büyük birer kandırmaca. Başkalarının yaşını 92, diye andıkları Yılmaz Gruda, “Yaşım anlık değil, evrensel!” diyor. Bizim de öyle!
Hepimiz beden küpünde demlenen şaraplarız; üzüm bağları henüz kurulmadan, işçi kızlar pembeli – aklı – morlu salkımları toplamadan, kocaman kocaman taşların arasında üzüm taneleri ezilmeden çok önce üstelik!
“Mezar taşıma şair yazın!” diyen bir adam Yılmaz Gruda. Gerçekten de her şeyden önce bir şair o. Birçok usta bildiğimiz şaire ustalık etmiş bir şair. Şiire başka pencerelerden bakabilmiş, anadilini ters yüz edebilmiş, bilcümle düşünce akımından geçmiş, eli yüzü yaralı, meselesi olabilmiş bir şair.
Aynı zamanda romancı, çevirmen, tiyatro ve sinema oyuncusu, reklamcı… İki tiyatro oyunu yazmışlığı var… Yine de okuru en çok şairliği ilgilendirecektir. Kendisine sorduğumuz sorulara verdiği yanıtları okurken bile uzun bir şiiri okur gibi olacak her birimiz: Yılmaz Gruda’dan Muhsin Ertuğrul için bir cümle: “Sesine ‘gülücük’ indi!…” Ne güzel bir söyleyiş. “Söz’de pişmek” bu olsa gerek!
Kuşkusuz hakça kazanılan parayı doya doya yemek, sevdiklerine harcamak dünyanın en muhteşem tatlarından birisi! Gruda bütün konulardan çok tiyatroyu ve tiyatrocuyu anlattı bize. Evine ekmek götürdüğü mesleğini: “Biz tiyatrocu’lar, ‘göçmen’ kuşlar gibi’yizdir: Bulunduğumuz vilâyet içre, arada bir vilâyetler arası, O tiyatro’dan, bu tiyatro’ya, türlü neden’lerden ötürü, göçer dururuz…” diyor Yılmaz Gruda. Yine şiir gibi…
Şairin içli ve içten, aynı zamanda da geçmiş zamana ilişkin önemli notlar düşen anılarına, bilgi, deneyim ve sezgilerine binlerce selam olsun!
Bilirsiniz eski şarkılar güzeldir, tıpkı eski insanlar gibi. İşte bunlardan birinde “Bir bahar akşamı rastladım size / Sevinçli bir telaş içindeydiniz / Derinden bakınca gözlerinize / Neden başınızı öne eğdiniz” der söz yazarı. Okurları belki fiziksel olarak sevgili Yılmaz Gruda’ya bir bahar akşamı rastlamadılar, derinden onun gözlerinin içine bakamadılar. Yine de bu kitap ellerine baharın ılık nefesini hafif hafif hissettirdiği günlerde ulaştı, üstelik son yılların en soğuk kışı birdenbire “hoşça kalın!” dediğinde, anımsayış ve tebessümle…
2022 yılı olanca dağdağasıyla geldi. Rap rap rap… Dağınık bir asker taburu kadar sarsıcı… 2021 Temmuz ayından itibaren Yılmaz Gruda’ya ulaşmaya çalıştım. İletişim bilgilerini birçok kişiden sordum. Kendisine yazdığım mesajlar buradan -İzmir Altındağ’ın kuzeydoğu etekleri- Kâğıthane’ye yol olur. Hiçbirini okumadı, görmedi. Sayfasındaki bir paylaşıma yorum yaptım: “Hocam sizinle dergim adına söyleşi yapmak istiyorum, mesajlarınıza bakabilir misiniz?” Yine görmedi. Meğer mesenger’la arası pek de iyi değilmiş.
Derken mevsim yazdan; sarı benizli güze, akabinde de kışa döndü. Zemherinin ortasında, havaların iyice buza kestiği zamanlar; Hilmi Yavuz’un Facebook sayfasında iki büyük şair’in – Hilmi Yavuz ve Yılmaz Gruda – “selamlaşma” şöleni’ni gördüm. Ne şölendi o. İki yıldız, sabah vakti, güneş doğdu doğacak, söyleşircesine…
Hilmi Hoca’yı aradım. Şair arkadaşının, ağabeyinin numarası mutlaka onda vardır, diye. Nitekim varmış da. Hilmi Hoca çok mutlu oldu. “Can kızım, harika olur, hemen ara. Önemli şairdir Gruda, göz önünde bulunmalı hep!” dedi. Sözleri ihtiram, sevgi ve hayranlık yüklüydü.
Aylar sonra elime geçirdiğim numaradan Yılmaz Gruda’ya ulaştım. Telefonda akıcı Türkçesi olan tok bir ses, sağlam mı sağlam bir bilinç, incelik sahibi bir adam… Sevecenlik ve ilgi ile konuşan iyi bir kalp. Mail adresini verdi. “Elimizi çabuk tutalım. Mevlana dizisinin çekimleri için Konya’ya gideceğim. Bu arada bitirelim bu işi.” dedi. Süre sordu. “Bir mart” dedim.
On yedi soru gönderdim. “İstediğiniz kadarına cevap verirsiniz. Beğenmediklerinizi es geçersiniz!” dedim. Ne es geçti ne kenara attı, hepsine cevap verdi. Doksan iki yaşında bir “koca çınar şair” söyleşi, anı tarzında bir kitap yazmış, yazdığı kitap özellikle tiyatro tarihimizin aynası niteliğinde olmuştu: San’at Üzre Bir “Derûn” Söyleşi*
Kitabı içimize sindire sindire okuyalım. Delişmence akıp giden zamana kısa bir süreliğine de olsa kafa tutuşumuzun hatırına…
Ve bilelim ki eski pehlivan tefrikaları gibi arkası yarınlarda…