Bahar Çuhadar
‘Kum Zambakları’ evlilik ve kadın-erkek ilişkisine dair berrak, eğlenceli, yer yer öfkelendirebilecek, pek çok izleyiciye tanıdık gelecek bir anlatı. Metni, rejisi, oyunculukları ve tüm tasarım unsurlarıyla bütüncül bir dans hissi yaratıyor. Yarın 18.00’de Zorlu PSM’de.
Evlilik kurumu ve kadın-erkek ilişkilerinin çıkmazlarına sapan oyunların bu labirentte hızla kaybolması, seyirciyi de hızla bunaltması çok olası. Bir yanıyla çok geniş imkânlı, bir yanıyla çok fena tekrarlı mevzular içerir çünkü… Ve milyonlarca insan için -yüksek sesle dile getirmeseler de- kendilerini halihazırda bunaltan ama yüzyıllardır yıkılmadan ayakta duran bu kunt müesseseye dair hikâyeleri bir de sahnede izlemek… Nasıl demeli, o kadar da iç açıcı değil.
‘Kum Zambakları’na doğru yürürken bu minik ihtimaller dolaşıyordu zihnimde. Çıktığımdaysa yüzümde koca bir gülümseme, içimde ‘anlaşılmış olma’ hissi ve hepsinden mühimi görmeyi özlediğim türde tertemiz bir yapımla karşılaşmış olmanın rahatlaması vardı.
Metaforlarla anlatıyor
‘Kum Zambakları’ evet, bir ‘kadın-erkek ilişkisi’ (Mardin’in büyüleyici atmosferinde başlayıp tutuşan bir aşk ve çoluklu çocuklu bir evliliğe uzanan) öyküsü. Bize bilmediğimiz şeyler söylediği de yok aslına bakarsanız ama alameti farikası pek iyi bildiklerimizi, hayatın içinden metaforlarla anlatması ve o metaforları hikâyeye doğal bir akışla yedirmesinde… Bu akışla birlikte hem aralardaki dış sesin anlattıklarına uyumlu birer görüntü oluşturan hem her bir sahnede yaşananlara hizmet eden dekor ve ışık tasarımında… Sonra ‘bir ilişkiden parçalar’ tadında akan bu oyuna pürüzsüz şekilde yerleşen ikili dans sahnelerinde… Sonra hem birbirleriyle hem deoyunun kendisiyle nefis bir uyum içinde olan her iki oyuncuda… Evrim Doğan ile Umut Kurt’ta… Didiştikleri, uzun uzun konuştukları, seviştikleri, eğlendikleri, dans ettikleri her bir solo ve birlikte sahnede, ikisini de ayrı ayrı gözümü alamadan izledim.
Kapışma-kesişme hattı
Yeşim Özsoy’un metni, Mark Levitas’ın aksaksız rejisi, Tuğçe Tuna’nın her zamanki titiz koreografisi, Buğra Erkenci’nin kostüm, Serkan Kargacı’nın ses ve müzik, Kerem Çetinel’in dekor, Kemal Yiğitcan’ın ışık tasarımları… ‘Kum Zambakları’nı oluşturan her bir unsur, oyunun biçimi ve içeriğiyle uyum sağlamış, ki bunu başarmak çok kıymetlidir kanımca. Karakterlerin iç ve dış dünyasında, oyunu çevreleyen dış sesin anlattıklarında ne akıyorsa, tasarım da bütüncül biçimde o akışla dans ediyor gibi..
Yeşim Özsoy’un kalemindeki kadın bakış açısının netliği hep malumumuz ama bu, kadın-erkek arası bir kapışma hissi de yaratmıyor. (Oyun baştan sona bir ‘kesişme/kapışma’ hattı çizdiği halde…) Bilakis erkeğin ve kadının bu tür ‘çözülmekte olan’ bir uzun ilişkideki arazlarına çok hassas yaklaşmış yazar.
Erkeğin (Fikret) o salmış, boş vermiş, çokça bencil, çokça kendi dünyasında sürüp giden hallerini, kadınınsa (Duygu) kendini hep yenilemeye çabalayan, kendini keşfetmekten vazgeçmezken bir yandan ilişkiyi onarmak için de çırpınıp duran pozisyonunu alıp iyi bir metne yerleştirmiş. İlişkinin tükenişini doğanın tükenişiyle paralel anlatıyor Özsoy; beyaz mercanların ölüm anındaki güzelliğiyle, vahşi tavşanların davranış biçimleriyle, denizatlarıyla, yok olmak üzere olan kutup ayılarıyla, tükenişe geçen narin kum zambaklarıyla… Yeşim Özsoy tekil olarak erkeğe ya da kadına değil, tükenmekte olan bir müesseseye, evliliğe ediyor sözünü bence ama ben Duygu’ya seslenmek isterim: “Tekeşlilik zamazingosu içinde mağduriyet sabahlarına uyanan”, “Güçlü olmak suç mu!” diye sesini yükselten, “Bütün bunları yapabildiğim için kendi içimde koskoca bir boşluk bıraktım zaten. O yalnızlık hissi hiçbir zaman tamir edilemiyor” diye duygusunu tanıyıp kabul eden Duygu; yalnız değil, kocaman bir kalabalığın parçasısın…