Hasip Akgül
Bilgesu Erenus’un Yaftalı Tabut oyununu izledim. Ne zamandır sahnelerde görünmeyen insanları sahnede gördüm. Çok özlediğim yakın akrabalarıma, arkadaşlarıma kavuşmuş gibi duygulandım. Doktor Hikmet, Nazım Hikmet, Nazif Tepedelenli, Kemal Tahir, Kerim Korcan, Emine (Kıvılcımlı), Kerim Sadi, Halide Edip v.d… Oyunu, burjuva bir sınıftan geldiği halde ömrünü sosyalizm mücadelesine adamış Fatma Nudiye Yalçı’nın yaşamına tanıklık ederek izliyoruz. Hepsi onun yaşamından birer karakter olarak geçerken idealize edilmeden, zaaflarıyla, birer insan olarak sadelikle ve tarihsel gerçekleriyle birlikte karşımıza çıkıyorlar.
Bilgesu Erenus’un tiyatromuza kazandırdığı onlarca oyun var. Bunlardan bazılarının (Kürt köylülerine dışkı yedirilmesi üzerine kurulu “Havuç Ya da Sopa” gibi) sahneye gelmesi bile mümkün olamamıştır. Zeliha Berksoy ve Tarık Akan’ın sinema versiyonunda rol aldığı “İkili Oyun”, Işık Yenersu ve Rutkay Aziz’in rol aldığı “Güneyli Bayan” hâlâ aklımızdadır. Bazı oyunları ise şarkılarıyla (Nereye Payidar) dilimizdedir. Bazıları da tiyatro öğrencilerinin tirad çalışmalarında değişmez bir yere sahiptir. Örneğin yedi erkek oyuncu ile kurulan açık biçimli, köy seyirlik estetiğine dayalı “Misafir” bunların başında yer alır. Önce “misafir” olarak Almanya’ya işçi olarak alınan sonra “uyumsuz” diye geri yollanan işçi Musa artık Türkiye Tiyatro repertuvarlarında “ev sahibi”dir.
Şimdi “kent seyirlik” diyebileceğimiz yeniliklerle dolu “Yaftalı Tabut” oyunu Türkiye halkının diline gönlüne yerleşiyor; belli ki özellikle kadın tiyatro öğrencilerinin repertuarına yeni bir oyun daha kazınıyor. Çünkü bu açık biçimli ve benzersiz konulu oyunun da yedi kadın oyuncusu var. Oyun, epik, dramatik, absürt, belgesel birçok formuyla başarılı ve bütünlüklü bir yapıya sahip. Oyunculara büyük olanaklar sunan bir metin. Oyun, Yar Yayınları tarafından 2017 yılında kitap olarak basılmış durumdaydı ve şimdi İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından kapalı gişe oynuyor.
İşlerimden biri oyun okumak ve izlemek; bunu zevk almak için olduğu kadar “iş” olarak da titizlikle sürdürmeye çalışan bir profesyonel izleyici olarak genel bir gözlemimi paylaşabilirim sanıyorum: Epeydir tiyatrolarda anlatı ağırlıklı, kimlik meseleleri ve lgbt üzerine adeta bir moda var. Belki bir kısmı yeni bir özgürlük alanının keşfiyle ilgili olabilir. Ama bu türden oyunların bir sağanak halini alması bu temaların da giderek içini boşalttığından “keşif” kendilerine yönelen birer haksızlığa dönüşüyor. Neredeyse bu oyunların çoğunun tarihsel bir bağlamdan uzak kalınarak yapıldığını söylemek çok yanlış bir genelleme olmayacaktır. Bu oyunların bir başka ortak yanı bütünlük fikrine itibar etmeyen bir kavrayış üzerine kuruluyor olması. Dramatik olandan ve “göstermekten” ve de giderek tiyatroyu yapan en temel unsur olan çatışma olgusundan uzaklaşmak bunu pekiştiriyor. Anlatmaktan ibaret bir yapı bu oyunlarda sıkça görülen bir tercih olmaya başladı. Bunların bir kısmı pandeminin ve ekonomik şartların getirdiği tek kişiyle oyun yapma sıkışması ya da zorunluluğu ile açıklanmaya çalışılıyor.
Ama bu arada çuvaldızı kendimize de batırmalıyız: İzlediklerimin içinde olumlu yanlar bulmaya çalışmak, son zamanlarda özellikle oyunculuk gelişiminde ortaya çıkan değerlere vurgu yaparak oyunlardaki bu olumsuzlukları görmezden gelmek benim de benzer şekilde çatışmadan kaçındığımı göstermiyor mu? Evet, tiyatronun varlığını bile sorgulayan, onun bütün kurumlarını çökertmeye çalışan bir düzende tiyatro emekçileriyle bu tür ayrıntılara giren tartışmaların haksızlık olacağını düşünmem kendi içimde yaşadığım önemli bir vicdani sorun oluyor.
Ancak tiyatrolarımızın ülke tarihinin özgürlük mücadelesi geleneğinden sanki yaftalı bir günah, bir utançmış gibi kaçınma eğilimi sanıyorum “tartışmaya değmez bir ayrıntı” olamaz.
Tam tersine bunu ifade etmemek biz izleyicilere de bir sorumluluk yüklüyor. Bugün Yaftalı Tabut oyununu izlediğimde içimin özgürleştiğini ve artık en başta bunu söylemenin bir zorunluluk olduğunu fark ettim. Çünkü karşımızdaki oyun nostalji kokusuna bulanmış soluk bir anılar demeti olarak değil tam tersine çağının hep ilerisinde yürümeye çalışmış, yaşadığımız günlere dokunabilmiş devrimci bir yazar kadının canlı ve taze deneyimlerini sahneye taşıyor. Bu oyun, özgürlük açlığı yaşayanların kendileriyle karşılaşmalarına olanak sunan ve onların eylemli olmalarının önünü açan bir yaklaşımla yapılmış.
Yaftalı Tabut, adına tarihin dipnotlarında bile pek yer verilmeyen devrimci bir kadını, Türkiye’nin ilk kadın oyun yazarı, çevirmen, kuramcı, eylemci Fatma Nudiye Yalçı’yı, değişik zaman kesitlerinde harika bir tiyatro estetiği ile sahneye getiriyor. Oyun, üzerinde yaftalar taşıyan bir tabutun sahnede oyuncuların sırtında taşınmasıyla başlıyor. Sonra omuzlardan indirilen tabut küçük yedi bavula ayrılıyor ve her birinden oyunun epizotlarında kullanılacak oyun araçları çıkıyor. Oyunda Fatma Nudiye ile birlikte yükseliş ve düşüşleriyle, zaferleri ve yenilgileriyle Türkiye aydın tarihini de tüm renkleriyle görüyoruz. İşçi sınıfının mücadele tarihinde yer almış tarihi kişiliklere değişik pencerelerden bakıyoruz. Burada sosyalist mücadele içinde bile kadınların ezilmesini ve yapılan cinsiyetçiliğin teşhirini buluyoruz. İşte burası, yani özgürlükçülerden “günah gibi kaçmayan” hatta özellikle onları kıyasıya eleştirerek hem görünür kılan hem özgürleştirmeye çalışan bu oyun yenilikçi bakışın nasıl olması gerektiğini ortaya koyuyor.
Oyun, kadınlara ve tabi en çok devrimci kadınlara yapıştırılmaya çalışılan tüm yaftaları adeta paramparça ediyor. Üstelik sahnede bize bu hissi veren çatışma örgüsünün hiçbir öfkeye, bağrış çağırış slogan tenezzülüne düşmeden yapılıyor olması oyunun en başarılı noktası; bu ancak tiyatronun gerçek araçları yaratıcı biçimde kullanıldığında ulaşılabilen bir sonuçtur. Bu noktada bir yazarın asla kin duymayan, metnin derininden akan iyi kalpliliğinin, ne kadar önemli bir duyuş olduğunu görüyoruz. Ve oyuncuların rolden role giren şarkılı ve şakacı becerileri; reji ve dramaturginin işbirliğine dayalı yüksek zekâsıyla gerçekleşen sahnedeki neşe bize tiyatronun gerçekte nasıl bir hayati gereksinime yanıt olduğunu gösteriyor. Evet, tiyatro, dizilerden tanıdığımız oyuncuları canlı olarak göreceğimiz anlatıya dayalı bir magazin yeri değildir. Geçmişte olanların nostaljinin renkli filtreleriyle ışıklandırılması hiç değildir.
Yaftalı Tabut’u tiyatroculardan başlayarak yenilenmek isteyen herkesin izlemesini diliyorum. Şu anda sezonun en iyi oyunlarından biri olduğunu birçok eleştirmenden (kısık sesle de olsa) duyabiliyoruz. Ancak benim iddiam tiyatro tarihimizin en iyi oyunlarından biriyle karşı karşıya olduğumuz üzerinedir. Nitekim oyunun ve oyun ekibinin yaratıcı emeklerinin Direklerarası Halk jürisi ödülünü almış olması bu yargının salt bana ait olmadığını, oyunun bir yanıyla gerçek muhataplarına ulaştırmayı başardıklarını gösteriyor.
Sahnedeki bütün oyuncuları Bensu Orhunöz, Ceren Hacımuratoğlu, Lale Kabul, Nazan Yatkın Palabıyık, Selin Türkmen, Şenay Bağ, Yeşim Mazıcıoğlu ve yönetmen Yelda Baskın’ı ve teknik ekipteki emekçileri böyle bir oyun çıkardıkları için yürekten kutluyorum. Ama yazar Bilgesu Erenus ve dramaturg Gökhan Aktemur’u, ayrıca (mücadele arkadaşı da olmanın gururuna kapılarak) kucaklıyorum.