[DUVAR Gazetesi’nden Cennet SEPETÇİ yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz]Melek Ceylan “On İkinci Ev”de sadece kendi hikâyesini değil; yasak aşkların, ayrılıkların, yalnızlığın, yaşadığı hayatları ortaklaştıramayanların, sesini duyuramayanların hikâyesini anlatıyor.
Sesini arayan bir kadının hikâyesi “On İkinci Ev” ve bunu hem ‘sessizce’ hem de imkanların izin verdiği tüm ifade biçimleriyle yapıyor. Melek Ceylan, hikâyesini anlatabilmek için konuşuyor, yazıyor, çiziyor, dinliyor, dans ediyor ve asla durmuyor, her şeyi bir bir anlatana dek…
Sahne bir camın ardı, izleyiciler fuayede… Sırasıyla arkadan öne; fuaye, boşluk, cam, boşluk, Melek, boşluk ve bembeyaz bir perde. Elinde bavuluyla camın ardında Melek, “Eğer seni hayatta tutan şey on ikinci evdeyse burada çöp evden söz ediyoruzdur. Eğer bir yerde çöp varsa geri dönüş de mümkündür” sayıklamalarıyla kapatıyor zihnimizdeki hayali perdeyi, cama yazıp çizdiği hayatını bedeniyle silerken.
Oyun biterken bir bir siliniyor 1984 yılından günümüze uzanan hikâye. Camla perde arasındaki daracık alanda beyaz elbisesi, yalın ayakları ve tahta bavuluyla bir kadın konuşuyor. Duymuyoruz, koca bir sessizlik. Ve akabinde bir türkü, “Beni duyabiliyor musunuz?” Bir bir sahip olduklarını sayıyor, mavi plastik leğeninden tekleri kaybolmuş çoraplarına dek ve ulaştırabilmek için sesini camın ardına bağıra bağıra; “beni duyun istiyorum”…
BAVUL AÇILIR
1984 Mersin, Afetevler. Kürt-Alevi baba, Türk-Sünni anne, Arap-Sünni sevgili. Çok sesli, çok kültürlü ve görünen o ki çok nefes dahi aldırmayan topraklar. Yolun karşı kıyısında sevgili, bu kıyısında hep gözetleyen eş dost, akrabalar. Kasetlerden çalınan bangır bangır şarkılar, intihar girişimi, kesilen saçlar, içilen ilaçlar ve bir baba kız sohbeti: “ Kanımızı içseler doymazlar”.
Mersin’de başlayan hikâye önce Adana, ardından İstanbul’a taşınıyor. Oyuncu Melek Ceylan’ın Türkiye’nin ilk Rehberli Otobiyografi eğitmeni Mürüvet Esra Yıldırım ile birlikte tiyatro metnine dönüştürdüğü hayatını izliyoruz. Sahne bazen bir tiyatro fuayesi, bazen bir kafenin üst katı, bazen de sokağa bakan bir sanat galerisi. Camın ardına geçilebilen her yer kısaca. Dekorsa yok denilebilecek kadar az. Bir bavul ve içinden çıkan birkaç resim, kalem, küçük bir şişe ve bir tutam saçtan başka bir şeye ihtiyaç duymuyor oyuncu hikâyesini anlatırken. Başı dönene dek, nefesi kesilene dek bağırıyor, yetmediği yerde türküler söylüyor, çiziyor, yazıyor. Kürtçe söylüyor, Türkçe yazıyor. Siliniyor yazdıkları tepeden akan damlalarla, tekrar tekrar yazıyor.
Bir kadının tüm zorluklara rağmen kendi sesini bulma ve hayatını kontrol altına alma hikayesi “On İkinci Ev”, tüm “yut sesini” diyenlere rağmen. Sadece kendi hikâyesini de anlatmıyor Melek Ceylan; yasak aşkların, ayrılıkların, tacize uğrayan çocukların, mezhep ayrılıklarının, yalnızlığın, anlaşılamayanların, 40 yıl evli olup da hala sigara içtiğini bile kocasına söyleyemeyen kadınların, yaşadığı hayatları ortaklaştıramayanların, sesini duyuramayanların hikâyesini anlatıyor.(Yazının devamı için tıklayınız…)