Damien Jalet ile MIST Üzerine Söyleşi (Ocak 2022)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Belçikalı-Fransız koreograf Damien Jalet ile NDT 1 dansçılarını bir araya getiren MIST (SİS), aynı zamanda koreografın NDT ile ilk çalışması. Bu çalışma Covid-19 salgını nedeniyle planlandığı gibi 2019-2020 sezonunda seyirci ile buluşamadı. 2020-2021 sezonunda ise, performansın Hollanda’da planlanan gösterimleri yine korona önlemleri nedeniyle iptal edilmek durumunda kaldı. Bunun üzerine Damien Jalet’nin NDT dansçılarıyla ortaya çıkardığı yaratımı güzel bir filme dönüştürme fikri ortaya çıktı. Film Rahi Rezvani tarafından çekildi. Bizler de ndt.nl de Ocak 2022’de yayınlanan dünya premierini izleme fırsatı bulduk. Filmin hemen ardından yayınlanan Damien Jalet’nin film hakkındaki kısa röportajını sizlerle aşağıda paylaşıyoruz.

Çeviri: Beyza İyitütüncü

Esin kaynağım kesinlikle bana oldukça ilham veren insanlarla beraber çalışmak ve Mist, Japon bir heykeltıraş olan görsel sanatçı Kohei Nawa ile yaptığım bir iş birliğinin son ürünü. Kohei, heykellerinde de görüldüğü üzere gerçekten birçok farklı unsurla çalışıyor. Heykelleri bazen hareket halinde, özellikle yerçekiminden, sıvı malzemelerden çokça faydalanıyor, hatta heykel yaparken köpük bile kullanıyor.

Resim: Kohei Nawa farklı çalışmalardan  Kohei Nawa/Archie Trianale 2013 Fotoğraf  © Kohei Nawa

Kohei Nawa ile 2015 yılında Kyoto’daki Villa Kujoyama’da bir arada olduğumuz dönemde çalışmaya başladım. Onunla bir sahne tasarımcısı gibi çalışmayı hiç istemedim; hani belli fikirlerle gelirsiniz ve sonra sahne tasarımını önünde ya da arasında dans ederken fark edersiniz, böyle olsun istemedim. Benim için bu süreç daha çok onun yaptıklarıyla benim yaptıklarım arasında tam bir buluşma noktası gibi, sınırda duran bir dili nasıl birleştirebileceğimizi veya uygulayabileceğimizi ve fiziksel olarak nasıl yaratabileceğimizi anlamakla ilgiliydi. Yani, ikimiz de tehlikeli sularda yüzmek zorundaydık.  

Ucu çok açık ve herkesin farklı şekillerde yorumlayabileceği eserler ve parçalar yaratmayı seviyoruz, ama bizim için tüm bu eserler arasında gerçek bir bağ söz konusu ve bu eserler gerçekten işe yarayabilir. Mist bizim için, Vessel ve Planet‘tan da nüveler içeren yeniden ele alınan bir fiziksel ürün gibi, ama bir film olarak Mist’in kendisi de bir tür soyut bir mecra. 

Vessel, Damien Jalet Dekor: Kohei Nawa

Japonya ile çok güçlü bir bağım var. 25’ten fazla kez orada bulundum ve 2011’de Tokyo’daki depremi yaşadıktan sonra bu ülkeye daha da bağlandım. Japonya’nın çok animist bir yönelimi var. Bir bakıma ulusal din olan Şinto  bile, ülkenin dört bir yanından bir araya gelmiş birçok animist inancın bir toplamıdır. Ve Şinto’da sisin çok özel bir anlamı vardır. Bu sis, ekinlere su veren, genellikle dağdan gelen, tanrıların nefesidir.

Tepeler gibi, dağlar da genellikle farklı dünyalar arasındaki temas yerleridir. Ve sis, sanırım, gerçeklik ile başka bir yer arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmaya gerçekten katkıda bulunuyor. Hollanda için de bu bağlantının söz konusu olduğunu hissediyorum. Hollanda da bazen deniz seviyesinin bile altında ve denizden gelen sisin içinde kalan bir yer. Sis de bu suyu içerir ve sanki yoğuşan su burada da oldukça mevcuttur. Yaptığım her işte, yaratımda bulunduğum yerle bir bağ kurmayı her zaman seviyorum. 

Lahey de sınırda olan bir yer bence. Lahey aslında sadece deniz kenarında bir şehir ve benim için onu görmek her zaman son derece ilham verici olmuştur: dalgaların hareketleri, onu hareket ettiren yerçekimi fikri… Sis ayrıca bilinçaltının bir metaforudur, ​​kontrol edilmesi son derece zor olan bir şey, sizden yayılan veya sizi bunaltabilecek bir şey. Bütün bu unsurlar, kesinlikle Kohei’nin yarattığı bu enstalasyonun odak noktasını oluşturuyor ki göreceksiniz oldukça minimal. Bu kelimenin tam anlamıyla binlerce küçük delikle delinmiş eğik bir platform ve sisten oluşuyor. Yerçekimi zaman zaman önleyici olabilir, yani sis yükselebilir veya yerçekimini takip edip kelimenin tam anlamıyla aşağı inebilir ve dansçıların üzerini kaplayabilir.

Bazen karı çağrıştırır. Bir çığı çağrıştırabilir, bir yangını çağrıştırabilir. Bu anları bir kamera aracılığıyla yakalayacaksak, bu durumun size sunduğu tüm potansiyeli kullanmak istiyorsunuz; ki bu da aslında çok küçük detayları yakalamak, yani sisin dokusunu yakalamak anlamına geliyor.

Rahi Rezvani ile çalışırken oldukça sinematografik bir bakış açısı devreye giriyordu, çalışmaya uzun zaman ayırıyordu. O sahneyi çekerken en çağrışım yüklü yerin neresi olduğunu bulmak için tüm açıları inceliyorduk. Mekânı gerçekten nasıl ortadan kaldırabiliriz? Ama aynı zamanda daha sürükleyici bir deneyimi nasıl yaratabiliriz? Bazen ön duvarda ısrar ediyoruz ama bazen kamera, sanki bir labirentteymiş gibi, sis içinde onlarla birlikte hareket ediyor.

Bir film yapmaya karar verdiğimiz andan itibaren, benim için geleneksel bir şekilde tek bir bakış açısıyla koreografi yapmak istemediğim, aynı zamanda kameranın perspektifinden bir koreografi yapmak istediğim oldukça açıktı. Dolayısıyla, tüm bu dinamikler ve 6K kamera gibi özel bir kamerayla çekim yapmanın bize hissettirdiği ilginç şey, kameranın bedenle, tenle, kemiklerle ilişkisi ve tabii ki belirip kaybolan dansçıların varlığını son derece ayrıntılı bir şekilde incelememize izin vermesiydi. 

Sisin yüzle teması, oldukça sıkıntılı. Çünkü sis dansçıların kimliğini aniden eriten bir maske ya da peçeye dönüşüyor. Sanırım ilham verici olan şeylerden biri de DaVinci’nin tekniğiydi, yani öznenin hatlarını bulanıklaştırarak çevresiyle bütünleşmesini sağlayacak şekilde resim yaparak yarattığınız fikir… Yani, bir bakıma sis, karada hareket eden bir manzara gibidir, ama aynı zamanda özne ile çevresi arasındaki sınırı da bulanıklaştırır. 

Kostümün herkes için aynı olmasını istedim. Gerçekten, erkek ve kadın arasındaki, hatta insan ya da insan olmayan arasındaki sınırları yok etmek istedim. Ayrıca aralarında oldukça belirsiz, bir geçiş bölgesi yaratma fikri vardı. Bunu neredeyse yaşam ve ölüm arasında bir geçiş bölgesi gibi görüyorum. Ben Mist’in Tibet’in Ölüler Kitabı’ndan çok ilham aldığını düşünüyorum; orası bedeninizi terk ettiğiniz bir yer ve onu terk ettiğiniz için onun daha önce neye bağlı olduğu, hatta kimliğiniz bile önemli değil. Bu aynı zamanda ölüm hakkında ve ruhun aşkın yolculuğu hakkında bir filmdir, ki Tibet’in Ölüler Kitabı’nın gerçekten bahsettiği şey de budur. Sadece soyut, duyusal ve içsel bir şekilde bundan bahseder. Ama bence, filmi izlediğinizde, bunun açıkça ölümle ilgili olduğunu, beden hakkında ama bedenin yokluğuyla ilgili olduğunu, etten kemikten kaçma fikri bağlamında bedenin kendisini maddi olmaktan çıkarmasıyla ilgili olduğunu göreceğinizi düşünüyorum.

Filmin bütününde en çok gurur duyduğum çekimlerden biri, üst kamerayı kullandığımız ve tam anlamıyla sanki bir nehrin suları altında kalan dansçıları yukarıdan aldığımız en son çekimlerden. Ve gerçekten bir tablo gibi olan bu farklı yer, bana bir tür Sistine Şapel gibi görünüyor. Ve film hakkında söylenmesi gereken son derece önemli olan bir şey var ki, filmde hıza asla müdahale edilmedi, resimde gördüğünüz şey tamamen Mist‘teki dansçıların gerçek hızı. Yine de bir tür ağır çekim gibi ya da hız değişmiş gibi görünüyor, ama değil. 

Bu çalışmada kesinlikle, ortaya çıkan ürünün bir film olmasının gerçekten bu pandeminin sonucu olduğunu düşünüyorum.Ama aynı zamanda pandeminin filmin özünü de oluşturduğunu hissediyorum. Sanırım, tüm izolasyon süresinden dolayı bir ay kadar uzayan yaratım süresince bunun etkisini tam olarak yaşadık. Pozitif çıkan ya da temaslı olan birileri olduğunda her seferinde durmak zorunda kaldık, bu yüzden son derece yorucu ve çok karmaşıktı. Ve bence film için dans etmeye pek alışkın olmayan dansçılar için, sürekli olarak günlük programlarını yeniden ayarlamak zorunda kalmak oldukça yorucuydu. Mesela bazı insanların aniden oradan kaybolmaları nedeniyle devam edemez oluyorduk. Bu nedenle yaratım süreci oldukça canlıydı, bir bakıma her anında heyecandan yerimizde duramıyor gibiydik. Önümüzü göremiyorduk. Sürekli bazı yerleri yeniden ayarlamak, filme çekeceğimiz bazı bölümleri yeniden öğrenmek zorunda kalıyorduk.

Ayrıca fiziksel olarak bir film yaptığınızda, filmin sonsuza kadar kalıcı olacağına dair bir his de var ya da en azından bir şeyi zaman içinde sabitlediğinize dair bir düşünce var. Ve sonra, gerçekten de öyle, bu durum oldukça mutlak ve belirsizlikle çelişen bu mutlaklık çok ilginç bir gerilim yarattı, ama bu gerilimle her gün başa çıkılması gerekiyordu. Yani bir bakıma, belki birkaç yıl sonra bu çalışmaya dönüp baktığımızda, bunun gerçekten sadece benim için değil herkes için, bunu yapmanın ne kadar karmaşık olduğunu hatırlamakla kalmayıp, yoğun bir hissiyatı barındıracağından oldukça eminim. Filmin kendisi, stüdyodan ayrıldığımızda da bizi gerçekten terk etmeyen, o sırada hepimizin içinde bulunduğu belirli bir durumu tasvir ediyor. Gerçekten çok uzağa gidememek, bir yere takılıp kalmak, bir sonraki ayın ne olacağına dair gerçek bir öngörüye sahip olamamak gibi fikirlerle meşgulken, bir bakıma daha önce başlattığımız bu çalışmaların gerçekleşmesine sevindim. Emily Molnar ve dansçıların birlikteliğinin azmi sayesinde o döneme özgü çok özel olan bir şeyi yakalayabildik.

Paylaş.

Yanıtla