[Zeynep Oral’ın Cumhuriyet’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.]
Işıl Kasapoğlu’nun Türkçeye çevirip yönettiği, Eugène Ionesco’nun “İki Kişilik Hırgür” oyununu tam da gerçek hayatta Ukrayna üzerinde filler tepişirken Enka sahnesinde izledim. Nicedir tiyatro izlemekten korkan ben, bir de baktım yeniden “Yaşasın tiyatro” diye heyecan duymaya başlamışım.
Oyunu izlediğim gece Rusya Ukrayna sınırından içeri hücuma geçeceğini açıklamıştı. Oysa sahnedeki savaş çoktan başlamıştı bile. Sahnede iki savaş vardı. Göze görünen ve göze görünmeyen. Biz izleyiciler bir kadınla bir erkek arasındaki çatışmayı izliyorduk. Savaştan kaçıp , kapandıkları denizaltında “salyangozla kaplumbağa aynı hayvan mıdır, değil midir?” gibi derin(!) bir konuda kavgaya camlardan tutuşmuşlardı… Dışarıdaki savaşı ise patlayan bombalardan, mitralyöz taramalarından, içeri düşen cesetlerden, leşlerden, kırılıp dökülen kapılardan camlardan, yıkılan duvarlardan ve içerdekilerin korkusundan izliyorduk. Baştan başlıyorum:
ŞİDDETTEN BESLENME
Ionesco, “absurd tiyatronun” en önemli temsilcilerinden. Absürt tiyatro bizde “saçma tiyatro” ya da “Uyumsuz Tiyatro” diye çevrilip kullanılageldi. Ben uyumsuz demeyi yeğliyorum. Ve uyumsuz tiyatronun günümüze ne denli uyumlu olduğunu görüp yazara bir kez daha şapka çıkarıyorum!
Ionesco’nun tüm oyunlarında çiftler, çatışma kaynağıdır. (“Ders”te, öğretmen öğrenci; “Kel Şarkıcı”da konuştukça karı koca olduklarını keşfeden burjuva çift, “Gergedanlar”da anne baba vb.) Birbirlerini yok etmeye çalışırken, aslında kendilerinin yok olduğunu göremeyen çiftler elbet metafor olarak kullanılıyor… Gerçekle düş, pişmanlıklarla özlemler , aşkla nefret arasında gidip gelirken kendi tarihlerini yeniden yazarken trajikomik durumlara tanıklık ediyoruz.
Bu oyunda da savaşın aptallığı, saçmalığı, anlamsızlığı, korkunçluğu, adam ve kadının ilişkisi üzerinden iletiliyor. Adam ve kadının ilişkisi de tıpatıp savaştaki gibi şiddetten besleniyor. Kim demişti “Faşizm iki kişi arasındaki ilişkide başlar” diye… Aynen öyle.
MUTLU BULUŞMA
Işıl Kasapoğlu’nun rejisi, Ayşenil Şamlıoğlu ve Reha Özcan gibi iki usta oyuncuyla buluşunca, oyun içindeki oyunları görmeniz; dış dünyayla çiftin iç dünyaları arasında paralellikler kurmanız; hatta diyalogların, sözcük anlamlarının ötesinde bir işlev yüklendiğini kavramanız da kolaylaşıyor. Ve işte bu mutlu buluşma sayesinde “absurd tiyatronun” tadına daha çok varıyorsunuz. İki oyuncunun da beden dilini kullanma, sözcüklerle “oynama”, giderek groteske varma gücü, birikimleriyle orantılı çok geniş alanlara uzanıyor. Bilinmeyenden korkmaları, aşkı, nefreti, şiddeti, şefkati , çatışmayı, geçmiş özlemini, gelecek endişesini vurgulamaları da… Nalan Alaylı’nın kostümleri (adamla kadın kurbağa ve salyangoza mı benzediler yoksa bana mı öyle geldi…) Hakan Dündar’ın içeriyle dışarıyı kâh çatıştıran kâh birleştiren dekorları, Serdar Öztop’un müziği işlevsel. Tümü bir ataya geldiğinde hepsi tiyatro tadını bütünlüyor!
Savaşmak için fillerin tepiştiği arada da piyonların parçalanıp ezildiği günümüzde Ionesco’nun uyumsuz oyunu hayatımıza cuk oturuyor! Zamanlamaya da alkış!