Bahar Çuhadar
Emekli hâkim, savcı, avukat ve cellattan oluşan dört yaşlı erkek arkadaş, evlerine gelen ya da ‘gelmek zorunda kalan’ konukları için usule uygun bir mahkeme kuruyor. Friedrich Dürrenmatt’ın ‘Duruşma Gecesi’ adlı kısa romanından uyarlanan ‘Kazanova’ eylemlerimizi, başkalarının hayatlarını etkileyecek kararlarımızı yasalardan önce vicdanımıza sormamız gerektiğini hatırlatıyor.
Kusursuza yakın görünen bir hayat: Üst düzey yöneticilik, iki çocuklu, huzurlu bir aile, lüks bir otomobil… Kimseye veremeyeceğiniz bir hesabınız da yok. ‘Güneş yerinde, her şey yolunda’ tadında bir yaşam. Ta ki bir gece aracınız şehirden uzak, kırsal bir alanda arıza yapıp yabancı bir evin kapısını tıklatıncaya kadar…
Sıradan bir ev çıkmaz çaldığı kapının ardındaki. Gotik bir atmosfer içindeki bu şatovari evin emekli bir hâkime ait olduğunu öğreniriz. Yardım arayışında olan ana erkek karaktere kapıyı; adamın elinden telefonunu, cüzdanını alan ve lakin ağzını hiç açmayan, atmosfere uyumlu gotik -ve ziyadesiyle erotik- bir kostüm içindeki hizmetçi kadın açar. Az sonra konukla birlikte öğreniriz ki ıssızlığın ortasındaki bu evin sahibi ve arkadaşlarının bir oyunları vardır: Emekli hâkim, savcı, avukat ve cellattan oluşan dört yaşlı erkek arkadaş, yolları buraya düşen konukları için usule uygun bir mahkeme kurar ve karşılarındaki kişinin önce suçunu açığa çıkarıp sonra da onu yargılarlar… Gece uzundur, adamın gidecek yeri yoktur, yemek ve içki eşliğinde sürecek bu oyun fikrini de eğlenceli bulur…
Kazanova’da kurulan dünya tamamen erkeklere ait, ‘erkek adaleti’ni anlatıyor.
‘Kadın bakışı’ gerekiyor
İsviçreli yazar Friedrich Dürrenmatt’ın ‘Duruşma Gecesi’ adlı kısa romanından uyarlanan ‘Kazanova’ oyunun içine yerleşen ve her bir temsilcisinin rolünü son derece ciddiye alarak gerçekleştirdiği bu ‘mahkeme oyunu’ aracılığıyla suç, vicdan, adalet üzerine düşünmeye çağırıyor. ‘Kazanova’ lakaplı karakterin ilk anlatışta pürüzsüz görünen yaşam öyküsünün içindeki çapaklar bir bir ortaya dökülüyor; ‘suçlarını’ kendisi itiraf eder hale geliyor. Vahşi bir rekabetin içinde öğütülürken kendisi de diğerlerini ezip geçme fırsatını kullanmaktan imtina etmeyen sıradan bir ölümlü esasen o da… Herkes gibi, hepimiz gibi, Dürrenmatt’a katılmamak mümkün değil: “Her zaman bir suçu vardır insanın.” Eylemlerimizi, başkalarının hayatlarını etkileyecek kararlarımızı yasalardan önce vicdanımıza sormamız gerektiği, insana doğuştan gelen bir iç bilgi olduğu halde…
Emrah Eren’in yönetimindeki ‘Kazanova’nın hafif karanlık ve grotesk -bi yandan da gülünç- yapısı hem dekor-kostüm tasarımı, hem oyunculuk biçimleri hem de oyunun sahnelendiği Turhan Tuzcu Sahnesi’nin tarihi dokusuyla başarıyla kurulmuş. Seyirciyi 75 dakikalık süre içinde ele aldığı felsefi meselesine kolayca dahil ediyor. Kendinizi bu hayali mahkemenin kararına ortak olmuş hissetmeniz çok olası. Tüm ekibin tadını çıkara çıkara oynadığı, pek çok yanıyla leziz bir iş.
‘Ama’dan sonrasına geliyorum… Kazanova’da kurulan dünya tamamen erkeklere ait, yani bir yanıyla ‘erkek yargıyı / adaleti’ seriyor önümüze. Kadın bakış açısında ciddi bir sıkıntı taşıyor. Başta karşımıza çıkan hizmetçi kadın; finalde anlattığı masal dışında, oyun boyu sesi-sözü olmayan, var oluş sebebi cinsellik göndermeli çeşitli anlar da dahil, içerideki erkeklere hizmet etmek olan bir ‘karakter’.
ellerinin de aynı anda yaşlı hâkim ve savcı tarafından okşandığı sahne içinse herhangi bir bağlam kuramadım. Yanlış anlaşılmasın, mesele oyunda erotik göndermeli sahneler olması değil; kadın karakterin meta haline getirildiği, belki de niyet o yönde olmasa bile kostüm tasarımından oyunculuk biçimine ‘kullanımcı’ bir yorum olması… Seneler önce iki yazıma arka arkaya ‘Oyunlara Biraz Kadın Bakış Açısı Lütfen!’ başlığı atmıştım. Tekrarlıyorum…