Erdoğan Mitrani
Sema Elçim’in yazdığı, ilk kez 2019’da GalataPerform’un 8. Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenen ‘Feramuz Pis!’, 2020’de kurulmuş olan Tiyatro Dea tarafından 24 İstanbul Tiyatro Festivali’nde, Oğuz Utku Güneş’in yönetmenliğinde canlı olarak prömiyer yapmış, salgın sırasında Moda Sahnesinin ‘Sahneden Naklen’ programında çevrimiçi oynanmıştı.
25. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ‘Gabriel’in Düşü’ oyununu çok beğendiğim Sema Elçim’e samimiyetle çevrimiçi izlediğim ‘Feramuz Pis!’den pek hoşlanmadığımı ancak bu son oyunu çok sevdiğimi belirtmiştim. Sema aynı samimiyetle o performansın kendi içlerine de sinmediğini, oyunu canlı izlersem farklı düşünebileceğimi söyleyip beni Feramuz Pis!’in fiziksel gösterisine davet etmişti. Yaptıklarını seven ve önemseyen sanatçıları hep takdir eden biri olarak bu daveti tabii ki kabul ettim. İyi ki öyle yapmışım, bu sayede iki şeyi fark etmiş oldum: Birincisi kesinlikle tiyatronun geleceğinde yer alacağına inandığım online olayının, özellikle canlı performansları aktarırken her zaman iyi netice vermediği, hatta iyi bir sahnelemeyi gölgeleyebileceği oldu. Çünkü bu canlı performansta ikinci fark ettiğim, Feramuz Pis!’in iyi yazılmış iyi sahnelenmiş ve iyi oynanmış bir oyun olduğuydu. Bu durumda da oyundan tekrar söz etmem farz oldu.
Feramuz Pis! Feriköy’de yıpranmış aile yadigârı apartman dairesinde yoksullukla baş etmeye çalışan Mardin göçmeni Süryani bir ailenin öyküsünü anlatır. Kendini ailesine adamış, canını dişine takarak geçmişle bugün arasında ayakta durmaya çalışan anne Zahide (Çiçek Dilligil), gerçeğin sert yüzünü tebessümle karşılamayı yeğleyen ancak kaçmaya çalıştığı gerçeklerden kopmaya başlayan baba Nebil (Batur Belirdi), üniversiteyi bitirmek üzereyken olanaksız bir aşkın peşinde koşan, annelerinin kendileriyle yeteri kadar ilgilenmediğinden şikâyetçi Can (Ataberk Öge), lise son sınıfta okuyan ve daha iyi bir yaşamı hayal eden kız kardeşi Emel (dönüşümlü olarak Dilara Mücaviroğlu ve Melisa Berberoğlu) ve hepsinin ilgi odağı, mental retard ile otizm arasında gidip gelen evin ‘büyüyememiş’ ilk çocuğu Feramuz (Çağdaş Tekin), yaşam koşullarının dertleri ve sorumlulukları karşısında, hayalleri, pişmanlıkları, umutsuzlukları ve çaresizlikleriyle aile olarak yan yana durabilmenin ve kendileri olabilmenin yollarını ararlar.
Can, varlıklı eski komşularının Müslüman kızına âşık olduğunda, kızın annesi ‘eski dost’ Bahriye (Aybanu Aykut), ikiyüzlü bir ‘iyi niyetle’, Zahide’yi bu birlikteliğin olmaması gerektiğine ikna etmeye çalışır. Tabii ki bunun altında din-inanç ayrılığı kadar Feramuz’un varlığı da vardır. Oyun bir yandan özel bakıma ve dikkate ihtiyacı olan bir çocuğa sahip ailenin iç dünyasını yansıtırken, diğer yandan da gerçek yaşamdaki gibi Türk isimleri taşıyan Süryanilerin gelenek ve görenekleri üzerinden ‘ötekileştirme’ ve ‘ayırımcılık’ kavramlarına farklı bir perspektiften yaklaşır.
Çocukların ve ‘iyi niyetli’ Bahriye’nin satılması gerektiğini ısrarla söyledikleri dairenin köhnemişliğini bir yandan Makbule Mercan’ın dekorunun merkezine oturttuğu oymalı uzun klasik koltukla sehpa, diğer yandan da ara ara gelen ışıkların azalması ve sigortaların atması var eder. Ayşe Sedef Anter’in müthiş Işık Tasarımı sadece elektriğin arızalarını değil, oyundaki zaman değişimlerini, gerçekle düşseli de ustalıkla ayrıştırır. Dekoru fonda bir kilise mihrabını da anımsatan portmanto ve Feramuz Dede ile Anneannenin çerçeveli eski fotoğrafı tamamlar. Sağda ve solda oyuncuların hazırlandıkları ve sıralarını bekledikleri üçer tahta sandık vardır. Oğuz Utku Güneş sahneye kattığı bu kulisleri, sadece birer soyunma ve bekleme ortamı olarak değil, oyuncuların kendi tasarlamış olduğu sayısız kostümle çorabı, sahnelemedeki zamansal değişiklikleri aktarmak amacıyla giyip çıkardıkları, arada birbirleri ya da sahnedekilerle konuştukları bir yan oyun mekânı olarak kullanır. Takım oyunculuğu dört dörtlüktür. Oyunu izlediğim gece ilk kez sahneye çıkan Dilara Mücaviroğlu ile müthiş sahne sempatisini Can’a yansıtan Ataberk Öge’nin uyumları, özellikle Uzakdoğu döğüş savaşlarındaki benzersiz birliktelikleri heyecan vericiydi.
Deneyimli oyuncular Batur Belirdi ile Aybanu Aykut göreceli olarak kısa rollerinde çok başarılı, Çiçek Dilligil, izleyenin gönlüne yerleşen müthiş bir Zahide’dir. Feramuz’u, Feramuz’un DüşGözü ya da bilinçaltını ve de Feramuz Dede’yi ustalıkla ayrıştıran Çağdaş Tekin’in yorumuysa gerçekten nefes kesicidir.
Kaçırmayın derim. 19 Mart, 1 Nisan’da Hann Sahne ve sezon boyunca İstanbul tiyatrolarında.
Sinemadan tiyatroya
‘Taxim’
Herkes yaşamayı hak eder mi? Yaşama hakkı taksim edilebilir mi? İşte bütün sorun bu!
Baba Sahne’nin yeni oyunu ‘Taxim’, ‘Evlilikten Sahneler’in ardından bu sezon sinemadan tiyatroya uyarlanan ikinci bir yapım.
Oyun İspanyol yönetmen Álex de la Iglesia’nın, senaryosunu Jorge Guerricaechevarría ile birlikte yazdığı ‘El Bar’ adlı filminden uyarlanmış. 1965 doğumlu Álex de la Iglesia, korku gerilim biçeminde, vahşi ve kanlı “gore” tarzına da selam çakan filmleriyle kült bir yönetmen. 2017’de çektiği El Bar, kapalı mekânda, sınırlı sayıda karakter arasında geçen bir tür oda sineması olarak, rahatlıkla tiyatroya uyarlanabilecek bir çalışma.
Kısaca öyküyü özetlersek, sıradan bir günde on farklı insanın hayatı Taxim Bistro’da kesişir. Kafe-Bar sahibesiyle yanında çalışan kardeşinin, mekân müdavimleriyle oraya ilk kez gelmiş müşterilerin, temizlikçi ile tedarikçinin ve de hiçbir şey içmeden tuvalete koşan adamın oluşturduğu küçük toplum her günkü gibi bir sabah yaşarken, tedarikçi bardan çıktığında kafasından vurulup öldürülür. Öldürülen adama bakmaya, sağsa yardım etmeye çıkan kişi de başından vurularak öldürülür. Barın içinde mahsur kalan, dışarıya çıkmaya cesaret edemeyen yedi kişi, telefonlar çekmediği, televizyonda olayla ilgili hiçbir haber de geçmediği için başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlar. Olaylar geliştikçe durumun vahameti iyice ortaya çıkar, yaşananlar kara komedinin doruklarından, ölümün kıyısına gelgitlerle ilerleyen bir hayatta kalma savaşına dönüşür…
Iglesia’nın gizemli bir gerilim olarak başlayan, sırasıyla barda, bodrumdaki depoda ve bodrumdan ulaşılan kanalizasyonda üç bölümde gelişen filmi, özellikle son bölümünde kanlı bir aksiyon sinemasına dönüşen, en iyi niyetle ‘orta halli’ olarak nitelendirilebilecek bir iştir.
‘Taxim’ oyununun tanıtımında ‘uyarlayan’ olarak belirtilen Baba Sahne, bazı radikal kararlar vererek, bu hallice filmden yeniden yazılmış dört dörtlük bir metin çıkarmayı başarmış.
Gerilim ve merak duygusu yitirilmeden anlatıya keskin bir karanlık mizah duygusu katılmış, baskıcı düzen, özgürlüklerin kısıtlanması, adaletsizlik, pahalılık, salgın hastalık gibi hâlen gündemimizde olan konulara ve hatta gezi olaylarına inceden inceye değinilerek, oyun ‘bizden’leştirilmiş,
Olay örgüsü bir dereceye kadar arka plana itilerek, filmde hepsi iki boyutlu olan karakterler derinleştirilmiş, şoktaki insanların tepkileri, önceliklerin ve kişisel bencilliklerin ortaya çıkışı ustalıkla irdelenmiş. Filmin iki önemli karakteri çok başarılı bir değişime uğramış. El bar’da İncil’den alıntılarla konuşan, giderek bir intikam meleğine dönüşen yarı deli adam burada da yarım akıllı, ama her kelâmı bizden ve her sözü bilgelik içeren bir kişiye; filmde yaşamdan artık keyif almayan orta yaşlı kadın ise bir travestiye dönüştürülmüş. Filmin kanalizasyonda geçen en zayıf bölümü kesilerek bodrumdaki depoda gelişen farklı ve kanımca daha etkileyici bir finale gidilmiş.
Kerem Çetinel’in birinci bölümde bistroyu, ikinci bölümde depoyu var eden dekor ve ışık tasarımı çok başarılı. Atatürk Anıtı’nın arkasında çocukluğumda götürüldüğüm Kristal Gazinosunun göründüğü eski fotoğraf olağanüstü.
Yönetmen Emrah Eren’in temposu hiç düşmeyen sahnelemesi, dört dörtlük oyuncu yönetimi her türlü alkışı hak eden, tek kelimeyle mükemmel bir çalışma. Oyundan 10-15 dakika önce başlayan, barmenin içeriyi toparladığı, patroniçe ablasının, tedarikçinin, yek tük gelmeye başlayan müşterilerin girdiği barda yaşamın başladığı ön oyun çok parlak fikir.
Sahneye giriş sırasıyla Ömür Arpacı, Mert Asutay, Nergis Çorakçı, Seçkin Özdemir, Rüya Demirbulut, Şevket Çoruh, Ozan Güven ve yan rollerde Ahmet Balta, Kemal Yazıcı, Cem Evsen, Çağatay Tok, Ömür Mutlu müthiş başarılı bir ekip oyunculuğu sergiliyorlar. Hepsi çok iyiler ama, derinlikli akıllı delide Şevket Çoruh ve çok ama çok dozunda travestide Ozan Güven için Taxim bir kez daha izlenebilir.
Uyarlanması, sahnelenmesi oynanmasıyla dört dörtlük bir çalışma. 28, 29, 30, 31 Mart,
21, 22, 23, 27, 28, 29 Nisan 20.30, 24 Nisan 16.00 ve sezon boyunca Baba Sahne’de,
8, 9 Nisan İzmir Bostanlı Suat Taşer Tiyatrosu’nda turnede. Sakın kaçırmayın.
Hepinize sağlıklı seyirler.