Pınar Erol
IBSEN
Çağdaş tiyatronun babası olarak anılan Henrik Ibsen, Özdemir Nutku’ya göre “başı doğalcılıkta, elleri gerçekçilikte olan bir yazardır. Dünya feministlerinin öncüsü Camilla Collet ile temastadır ve onu yürekten destekler. Yıllar sonra “Nora-Bir Bebek Evi”ni kaleme aldığında 51 yaşındadır. Kültleşen bu eseriyle, toplumu önyargısız inceleme imkânı yaratır. Kadın haklarının bir parçası olmadığını, bunun “insanlık” sorunu olduğunu ve görevinin insanlığın tanımı olduğunu söylese de “Nora”, feminist oyunlar antolojisindeki yerini alır. (Burada Medea, Antigone de anılmalıdır.) Toplumsal cinsiyet rollerine dayatılan eril düşünce biçimlerini sorgulayan oyun, bir tarafıyla da aristokrasi tragedyasıdır. “Nora-Bir Bebek Evi”, 21 Aralık 1879 yılında Danimarka Kopenhag Kraliyet Tiyatrosu’nda prömiyer yaptığında elbette kıyamet kopar, halk ayaklanır, tiyatrolar basılır. Konu tiyatrodan gazetelere sıçrar, hayli tartışılır. Erkek egemen bir dünyada “kendini gerçekleştirmek” için kontrolü ele alan evli ve çocuklu bir kadının bu cesareti tarih boyunca yankı bulur.
GERÇEK HAYATTAN İLHAM (LAURA NASIL NORA OLDU?)
Yazar Laura (Smith Petersen) Kieler, kocası Victor Kieler’den gizli kredi alınca, kocası onu boşamakla kalmaz üzerine bir de akıl hastanesine yatırır. Zira o yıllarda kadınların eşlerinden habersiz kredi almaları kanunen yasaktır! İşte Ibsen bu oyunu, arkadaşı akıl hastanesindeyken yazmaya başlar. 19 Ekim 1878 tarihinde Roma’da olduğu bir dönemde, oyun için “modern bir trajedi” notunu düşer. Ne de olsa “modern” toplumda kadının varoluşu eril düşüncenin temsilcisi olan savcılar, yargıçlar ve onların koyduğu yasalarla gerçekleşir. “Trajik” olan budur. Laura Kieler, “Ibsen’in Nora”sı olarak anılmaktan kurtulamasa da yaşamını Danimarka’nın tanınmış bir yazarı olarak sürdürür. Nora, özellikle oyunun sonunda kapıyı çarpıp çıkmasıyla tüm kadınlara ilham olur. Birazdan bana nasıl ilham olduğunu da okuyacaksınız.
OYUNUN SONU
Zordur kapıyı çarpıp çıkmak. Bilinmeze gitmekten çok; geride çocuklarını bırakmak… Anlaması bile zordur. 1880 Almanya gösteriminde Nora’yı oynayacak Hedwig Niemann-Raabe de anlamaz. “Ben asla çocuklarımı terk etmem” diyerek oyunun sonunu kabul etmez. Mücadelesi verilmiş ve kazanılmış hakların yaşamda içselleşmesi de zordur yani. Birey olabilmek, kendisini bulabilmek için özgürlüğünün peşinden giden, o korunaklı ama sahte burjuva dünyasının kapısından bir anlamda zaferle çıkan Nora, 143 yıldır esin kaynağı olmaya devam ediyor. İkiyüzlülüğün karşısında kadınlık anıtı olarak dikiliyor. Kendine tiyatroda, televizyonda, sinemada, radyoda, kitaplarda tekrar tekrar yer bularak dünyanın en çok oynanan/uyarlanan eserlerinden oluyor.
STEF SMITH
İstanbul izleyicisi Britanyalı yazarı, Craft Tiyatro’da izlediği o sarsıcı “Yutmak” oyunundan tanıyor. Ona “Nora-Bir Bebek Evi” teklif edildiğinde, “oyunu Ibsen’in elinden öylece çekip alamazdım” diyor ve uyarlama yaparken feminist hareketin kazanımları olan “1918 oy kullanma”, “1968 kürtaj ve doğum kontrol” ve “2018 benim bedenim-benim kararım” dönemlerini nirengi noktaları olarak belirliyor. Üç farklı zamana ait üç farklı Nora, aynı mücadeleyi veriyor, aynı yolu yürüyor. Dolayısıyla buna tek bir uyarlama demek haksızlık olur. Tarihin farklı zamanlarında duran üç kadının öyküsünü yazarak aslında üç uyarlama yapıyor Smith. Yüz yıllık zaman şeridinde konu ne yazık ki tozlanmıyor bile. Belki de bu yüzyıl içerisinde sandığımız kadar ilerleyememenin burukluğunu, oyunların dünyayı değiştirebileceğine olan inancıyla kapatıyor yazar. “Bir kadın eve giriyor” ile başlayan ve “bir kadın evden çıkıyor” cümlesiyle biten bu döngü-bozan dönüşüm hikâyesi, gücünü Ibsen kadar feminist Stef Smith’in bilincinden alıyor.
EBRU NİHAN CELKAN REJİSİ
Bilindiği gibi Nora, bir kadın olarak evlilik ve toplum karşısında kendisine biçilen rollerin dışına çıkarak birey olma yolunda ilerlemesiyle bir eleştiri, bir başkaldırı, bir uyanış ve bir eylem metnidir. Bu yolculukta insan onuru, özsaygı, var oluş, ahlak, ikiyüzlülük, dürüstlük, güven, hayal kırıklığı temaları işlenir. Cinsiyetlere göre görev dağılımı yapılan geleneksel roller sorgulanır. Bu metni kim yönetirse yazarın sözünün üzerine titrer, onun dünyasıyla dil-anlam birliğine varır diye sorulsa, ilk akla gelen isimlerden biri Ebru Nihan Celkan olurdu. Öyle de oldu. Onunla özdeşleşen toplumsal cinsiyet eşitliği bakışını kendine kılavuz yapacak, metni akılla katmanlandıracakken doğru kişi o çünkü. Oyunu emanet etmek için biçilmiş kaftan! Stef Smith ile aynı duyarlılığa sahip. Tam da bu yüzden kolay gibi görünen işi oldukça zorlaşıyor. Feminist ideolojinin, dilin nüanslarına hâkim biri olarak kendisinden -doğal olarak-beklenenin üzerine koyması, imza bir iş çıkarması gerekiyor.
NİLÜFER KENT TİYATROSU
NTK, art arda çıkardığı oyunlara eklediği “Nora-Bir Bebek Evi” ile repertuvar tiyatrosu olduğunu tescilliyor. Oyunun 17 Aralık’ta prömiyer yapması da çok hoş bir zamanlama, nefis bir örtüşme. Noel’de geçen oyunda Melisa İclal Yamanarda, Pınar Hande Ağaoğlu, Zeynep Çelik, Adem Mülazım, Barış Ayas ve Mesut Özsoy rol alıyor. Bu sefer sahnede çarpıp çıkacak bir kapı yok. Onun yerine Burak Etöz’ün tasarladığı ve giriş çıkışların olduğu çerçevede kapı tasviri var. Bir de kapı gibi üç Nora!
Salona giren seyirciler, taburede oturan ve önlerinde mikrofonları olan üç kadını ve kenarda duran üç adamı görüyor önce. Her kadın, bir dönemin Nora’sını, onun dünyasını anlatıyor. Meltem Çakmak’a ait kostümler dönemlere göre tasarlanmış. Gri kıyafetler “mor” detaylarla bütünleşmiş. O “dirençli” renk kâh çorapta, kâh kol manşetlerinde, kâh kemerde kadının gücünü somutlaştırmış. Işık tasarımı Cem Yılmazer’e ait. Gözüme batmadığına göre oyuna güzel hizmet etmiş olmalı. Çeviriyi Ayberk Erkay yapmış. “Senden haber bekliyor olacağım” cümlesinin kulağımı tırmaladığını söylemeliyim. Türkçede böyle bir zaman kullanımı var mı? Onun dışında iç aksiyona yüklenen metinde sözler pürüzsüz akıyor. Hareket düzeni Tan Temel’in. Dokunuşuyla hem dar alanda oyunculara nefes alanı yaratıyor hem de döngüyü vurgulayan koreografisiyle metni harekete çeviriyor.
TÜM ZAMANLARIN NORA’SI OLABİLMEK
Yılbaşı yaklaşıyor… Çam ağacı maketi bunu görselleştiriyor. Oyunun büyük kararların alındığı bir zamanda geçmesi içeriğiyle örtüşüyor. Büyük şeyler olacak belli. Üç zaman diliminin Nora’ları anlatmaya başladıkça giderek sesleri, zamanları, kendileri birbirine karışıyor. Bir Noralar korosu kuruluyor. Sesler çoğaldıkça güçlü bir coşku hissediyorum. Sadece Nora’lar değil, Kristine’ler de birbirine karışıyor. Her kadın biraz Nora, biraz Kristine oluyor. Bu geçişler, barındırdığı anlamıyla oyunun en sevdiğim yeri oluyor. Şimdi size tuhaf gelebilir ama boğazımı titreten, tüylerimi istemsizce ürperten sahneler, benim gerçek beğenimi oluşturuyor. Entelektüel ifadeyi sonradan buluyorum. Tam o an “kadınların birliği, mücadelesi, bize özgürlük vadediyor” diyorum. Üstelik melodrama kaçılmadan, feminist gerçeklikle aile dramı dengeyle ilerlerken oluyor bu. Yaşamak için kendi ayakları üstünde duran Kristine ile evinin süs objesi olan Nora oluşturdukları tezata rağmen birleşebiliyor. Aslında benziyorlar da… Kristine de hep başkası için yaşıyor ve yaşadığı zorlu hayatından gurur duyuyor. Nora’nınsa hiç sıkıntı çekmediğini düşünüyor. Öyle görünüyor. Oysa Nora’nın da gurur duyduğu bir sırrı var. Yaptığı fedakârlık suç sayılsa da tek başına evini işletip ailesini kurtarıyor.
Her üç oyuncu da Nora’yı özümsemiş. Duyguları gittikçe netleşiyor. Bunu bize cümle cümle veriyorlar. Bu çok sevindirici. Kocası Thomas, işgüzar Nathan ve aile dostları Daniel rollerindeki üç erkek oyuncuyla aralarında oluşan simetriyi de seviyorum. Bir kadın oyununda eşitlenen bu sayı, tarafsız bir bakış sağlıyor. Kadın olmanın zorluğu sahnelenirken “erkek” olmanın yükleri de es geçilmiyor. Erkek oyuncular sahnede oyunları, kenarda efektleriyle oyuna tam destek veriyor. Tarantella dansının felsefesindeki iyileşme ve panzehrin günümüzde direk dansına dönüşen meydan okuması beni ayrıca keyiflendiriyor.
Unutturamadıysam şimdi de bana ilham olan Nora’dan bahsedeyim. 2018’de İBBŞT’de izlediğim Nora’dan sonra evliliğimi bitirme cesaretini buldum. Daha doğrusu o geceden sonra eşimin kararına karşı koymadım. Allahtan tiyatro yazıları az okunuyor da (!) bunu burada sizinle paylaşabiliyorum. Oyundaki gibi gerçek sevgi üzerine kurulmayan bir birliktelik ve birey olarak var olamadığım bir yuvanın nereye savrulacağı meselesi değildi bizimki. Bunun önemi de yok. Önemli olan; zamanın dayatmalarına karşı, önce babasının sonra kocasının oyuncak bebeği olan Nora’nın bile (!) karşı koyabilme gücüydü. Hızla aldığı yoldu. Ben onun boyun eğmeyen öncü cesareti karşısında utandım! O yüzden beni can evimden yakalayan Nora, kişisel tarihimin en özel oyunudur.
BİR KADIN EVDEN ÇIKIYOR
Birbirine iple bağlı olay örgüsünde Kristine’e iyilik getirecek olan, Nathan’a kötülük getiriyor ve bu zincirleme Nora’ya, Thomas’a kadar ilerliyor. İnsan biraz sevgi görünce iyiliği seçecek sebep de bulabiliyor. Demek ki kimseden umudu kesmemek gerek. Patlak veren sır karşısında Thomas’ın önce kendi itibarını düşünmesi ve ancak paçayı kurtardığını anladıktan sonra Nora’yı affettiğini söylemesi, o kibri insanı çileden çıkarıyor. Suçu bile eşit bölüşemiyorlar. Seni eş yaptım, anne yaptım cümlesinde bile kendisi üzerinden paye veriyor kadına. Nora’lar aydınlanırken Thomas’lar ne yapıyor? Ne yapabilirler? Bence önce kadına kalkan o ellerini indirebilirler. Seslerini alçaltabilirler. Dildeki şiddet kadar yönlendirmeleri fark edebilirler. Buralardan başlayabilirler. Yol uzun…
Oyunda kırılan porselen bebek metaforu öyle yerli yerinde ki. Umarım instoşu süsleyen, gündüz kuşağını ele geçiren yeni gelin evlerinde de aynı kırılma görülür. Kimsenin oyuncağı olmayan ve evliliği evciliğe çevirmeyen evlerde gerçek yaşamlar, sıcak yuvalar kurulur. Nora’nın gidişindeki o güçlü itiraz, yuva kurmayı-anne olmayı istemeyen, mutluluğu başkasının vicdanına bırakmayan kadınlar tarafından hatırlatılır. Yine umarım konfor alanı sınırlarında hapsolan sevginin gerçekliği sorgulanır. İçerisinin bazen dışarıdan tehlikeli olabileceği fark edilir. Çıkara bağlı bir evliliği sürdürmenin kolaylığından vazgeçilir. Mucizeyi burada; görev tanımlamalarından, anneliğin kutsallığından kurtulmak için atılan adımda görmek gerekir. Çünkü gerçekler, mutlu hikâyeye yeğdir artık. Ve kendi sonunu kendi yazmak için bir kadın evden çıkar… Hadi Nora, yürü…Hazır dışarıda kar varken. Bak bu da nefis zamanlama!