[Yazgülü Aldoğan’ın Cumhuriyet’te yayımlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz]
Son zamanlarda giderek daha çoğaldılar; kadın yazarlar kadınların sorunlarını yazıyor, kadın yönetmenler yönetiyor ve kadınlar oynuyor. Ama neyse ki izlemeye erkekler de geliyor! Madam Giyotin, adıyla da çağırdı beni. Şair ve yazar arkadaşım Nurduran Duman da hakkında iyi şeyler yazınca görmek istedim. Özel tiyatrolar şehir içinde oynayacak sahne bulmakta zorlanıyor. Bu arkadaşlar da “Kultural Performing Art” adıyla bula bula Sanayi Sitesi içinde, oto tamircilerinin arasında bir yer bulmuş.
PİZZA KURYESİYLE
Buraya gitmem de bir tiyatroya dönüştü: Metroyla Sanayi durağına kadar gidip yolu bulmaya çalıştım ama yağmur altında, karanlık sokaklarda bir ileri bir geri, mümkün değil. Onlar yolu bilir diye rastladığım pizza dağıtan bir kuryeye sordum. Telefonunda adrese iyice baktıktan sonra “Hem uzak, hem karışık, bu yağmurda yürüyemezsin, atla motora götüreyim” dedi. “Pizza soğur” ama dedim, “Zaten o tarafa gidiyorum” deyince bindim! Önde pizza kutusu, arkasında kurye, düşmemek için ona sıkı sıkı yapışan ben, bir sağ, bir sol, bir sağ, karanlık sokaklarda slalom yaparak bulduk tiyatroyu. Dönüş için gazeteden araç istemiştim ama olan tek araca yayın yönetmeni bindiği için yine yaya kaldım, o karanlıkta ve yağmurda, pizzacı da yok, metroyu bulup döndüm!.
SAHNEDE DÖRT KADIN
Oyunu Lauren Gunderson yazmış, proje tasarım, konsept ve yönetim Yağmur Yağmur, tüm ekip kadın neredeyse. Küçücük sahnede şeffaf kutuların içinde oturup bizi bekliyor oyuncular.
SÜRREALİST BİR KONU
Feminist oyun yazarı Olympe, ne yazacağı konusunda kararsızdır. Oysa ona sipariş veren de çok: Fransız sömürgesi adalarda köleliğin sona ermesi için mücadele eden Marienne, bunun için bildiri yazmasını ister. Fransız Devrimi kanlı başlamış, kanlı sürmekte, devrim evlatlarını yemektedir. Charlotte kendini feda edip bunların sorumlusu gördüğü devrimin ideoloğu Marat’yı, deri hastalığını tedavi etmek için ilaçlı su dolu küvetinde yatarken öldürmeye kararlıdır. Bunun karşılığında kendi sonunun da giyotinde biteceğini bildiği için son sözlerini yazmasını ister Olympe’den. Son kişi ise en çarpıcı karakter: devrimin hapse attığı İmparatoriçe Marie Antoinette! Tarih kitaplarından tanıdığımızın aksine mütevazı bir kadın, anne! O da giyotinle başı kesilmeden önce çocuklarına bırakacağı bir mektup yazdırmak istemektedir. Olympe ise kadınların sesi olmak için Senato’ya gidip bir nutuk atar, karşılığında onun da sonu giyotin olacaktır. Gerçek hayatta yolları asla kesişmemiş bu dört kadın bu küçük sahnede bazen itişir, bazen dostça davranır, ama en önemlisi anlar birbirlerini. Sonuç olarak sorunları ortaktır, eşitlik, özgürlük, kardeşlik! Yani devrimin mottosu: egalite, liberte, fraternite! Kadınlar bunun yanında şiddete, korkuya karşı, dünyayı değiştirme arzusuyla doludur.
TRAJEDİ AMA GÜLÜMSETİYOR
Tavandan sarkan başı kesilmiş kadınların saçları, sürekli adı geçen giyotine rağmen zaman zaman gülümseten, zaman zaman düşündüren, bazen yoran bir oyun. Marie Antoinette’te Betül Arım, Olympe’de Zeliha Gürsoy, Marienne’de Çiğdem Yıldız, Charlotte’da Merve Güran çok başarılı. Kolay bir oyun değil. Tiyatro’nun yolu, gidişi gelişi kolay değil, ama beni en çok mutlu eden, oyunu seyretmeye o yağmurda, o karanlıkta ve o mahallede, koşa koşa gelen gençler, kimi arkadaşıyla, kimi sevgilisiyle geldiler ve ciddiyetle izlediler oyunu. Hele oyun geç başladı diye çay kahve ve poğaça kek ikramı olunca, acıkmışlar, nasıl da yiyorlardı, gençler umut veriyor! Daha iyi bir ülkeyi ve yaşamı hak ediyor; ne yazık ki veremiyoruz.