Yaşam Kaya
Fransız oyun yazarı Yasmina Reza’nın ödüllü oyunu Vahşet Tanrısı, bireyin ve toplumun içinde barındırdığı hoşgörüsüzlüğü, şiddet eğilimini, aile kavramını sorgulayarak anlatan bir kara mizah örneği olarak yıllardır dünyanın çeşitli ülkelerinde sahneleniyor. Geçtiğimiz yıllarda DasDas’ dan izlediğim gösteri, 2021 yılında İzmir Devlet Tiyatrosu’nda Tayfun Eraslan rejisiyle sahnelere aktarıldı. Özlem Başkaya, Ali Hakan Beşen, Canan Erener Şen ve Mustafa Çolak kadrosuyla sahnede canlanan Vahşet Tanrısı; apayrı, farklı, karakomik tiyatro örneğine dönüşmüş algısıyla bambaşka konumda duruyor.
Vahşet Tanrısı / Le Dieu du Camage, ilk kez 2007’de Zürih’te Jurgren Gosch yönetiminde oynandı. Broadway’de James Gandolfini, Jeff Daniels, Marcia Gay Harden ve Hope Davis gibi efsane kadrosuyla 2009 yılında büyük ödüller topladı. Yasmina Reza Paris’te Antoine Tiyatrosu’ndaki sahnelenişinde hem yazar hem de yönetmen olarak kendi oyununu sahneye aktardığında ise, artık oyunun dünya yolculuğu çoktan başlamış oldu. 2011 yapımı Roman Polanski filmi de (Carnage) eseri tiyarodan sinemaya uyarlayarak popüler anlamda sinematografik bir çizgiye taşıdı. Konuda dört karakterin yaşadığı temel olay, günümüz ebeveynlerinin birbirileri ve çocuklarıyla yaşadığı sorunları masaya yatırıyor ve bu durum günümüz kadın erkek ilişkilerinin temel çatışma noktasını oluşturuyor. Trajikomik halde birbirlerine karşı psikolojik sorunlarını aktaran dört yetişkin, hangi yaşa gelinirse gelinsin, insanların çocuklaşabileceğini, hatta çocuklaşırken kendi çocuklarından beter duygulara girebileceklerini net biçimde ifade ediyorlar. Çocuklarının kavgası yüzünden uzlaşmak üzere bir araya gelen iki çiftin, sakin bir halde başlayan görüşmeleri, dakikalar geçtikçe başka bir boyuta kayıyor ve görüşme ilişkilerin hesaplaşma savaşına dönüşüyor. Yasmine Reza çağdaşlık adı altında egolarından arınmış gibi yapan insanların aslında nasıl gaddar, içten pazarlıkçı, kibirli olduklarını açıklıkla karakterler üzerinden anlatıyor. Freudyen aktarım tekniklerinin bol bol kullanıldığı metnin eleştirisini bundan 12 sene önce yine yapmış, yine aynı şekilde Freud’a göndermelerle dolu bir kritik yazmıştım. Fakat bu sefer olayı, insanın bitmek bilmeyen ‘kendisini haklı görme’ olgusundan yola çıkarak irdeliyorum. Her ne olursa olsun insan egosu kendi medeniyetinin bir getirisi olarak sürekli yaşadıklarını haklı görüyor. 11-12 yaşlarında iki çocuktan birinin, diğerinin suratına sopayla vurup iki ön dişini kırmasının ardından olayı medeni ölçüler(!) çerçevesinde çözme yolunda bir araya gelen çocukların ebeveynleri, çocuklarının yaşadığı olayı baktıkları pencereden hep masum olarak görüyor. Çünkü hiçbir özeleştiri yapmadan şimdiye gelen dört insan, çocukları üzerinden bakıyorlar ki, kendi evlilikleri çocukların yaşadığı kavgadan beter duruma dönüşmüş.
Özlem Başkaya (Veronique Houillie), Ali Hakan Beşen (Michel Houillie), Canan Erener Şen (Anette Reille), Mustafa Çolak (Alain Reille) rolleriyle karşımızda. Tayfun Eraslan, oyunu kara mizah olgusuyla ele alırken bir yandan da ortadaki olayı çok sert biçimde sahneye koymuş. Gösterinin az biraz yumuşak bir tonda ve de ironi dolu başlaması komediyi uzun uzadıya ileri dakikalara atmazdı. Bu olumsuz yargı dışında sahnede başka olumsuzluk görmedim diyebilirim. Vanşet Tanrısı cümlesi ile yönetmenin modern dünya toplumuna karşı göndermeler yapması fevkalade zekice bir düşünce. Reza, karakterler arasında süregelen diyaloglarla izleyenlerin evliliklerini ya da ilişkilerini beyinlerinde sorgulamalarını istemiş. Özellikle bilinçaltına seslenen bazı vurucu kelimeler çoğu kez insanı durup düşünmeye itiyor. Evlilikler insanların ütopik hayallerinde kurdukları zorlamadan başka hiçbir şey değil! Oyun size gerçeği bir tokat gibi yüzünüze indirirken, başka bir açıdan da kadın-erkek aymazlığının nerelere kadar ulaşabileceğinin fotoğrafını çekmiş.
Yönetmen, sahne tasarımındaki gerçekçilikle olayı kendi barınağımıza kadar taşımamızın önünü açıyor. Evet, bu ev oyunu izleyen herkesin evi! Çocukların suçlandığı sahneden kişilerin birbirlerine karşı suçlamalarına kadar uzanan evreye kadar, oyuncular arası komedi yavaş biçimde bir üst çıtaya tırmanıyor. Özlem Başkaya’ nın Veronique karakterinde sergilediği performans daha ilk dakikadan itibaren etkileyici. Çocuğunun ön iki dişi kırılmış bir annenin sinirli, gergin ruh halini net olarak izledik. Ayrıca Veronique’nın kocasının annesiyle kurduğu aşk bağının yansımaları ile Canan Erener Şen’ in Anette rolündeki çıkmazları aynı potada birleşiyor. Anette rolünün çatışmalı dinamiği Canan Erener’in yorumuyla güzel bir noktaya ilerlemiş. Oyun, kadınların kocaları tarafından nasıl yalnızlaştıkları sistematiğine uzanırken; erkeklerin de kadınları memnun edememe ruh halini komedinin içinde bizlere an be an yaşatıyor. Yani çocuklar kavga etmiş, ama asıl gerçek ebeveynlerin yaşadığı mutsuz hayat. Bu mutsuz hayatların içinde çocukların kaliteli bir insan olarak yetişmelerini beklemek büyük ahmaklık! İşte tam bu cümleyi beynimize kazıyan ekip, sahne performansıyla kaliteden ödün vermemiş. Michel’de Ali Hakan Beşen ve Alain karakterinde Mustafa Çolak eşleri tarafından acımasızca eleştiriye maruz kalan rollerinin hakkını sonuna kadar veriyor.
Bu oyunun bir önemli özelliği, olayı çiftlerin kavgasından alıp, konuyu tamamen toplumsal kaosun hüküm sürdüğü dünya görüntüsüne taşımak olmuş! Yasmina Reza öylesine harika bir oyun yazmış ki, insan gösteriden çıktıktan sonra tekrar tekrar yaşadığı hayatı sorgulamaya devam ediyor!