Gezen Ailesi’nden Bir “Baba-Kız” Oyunu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ayşe Emel Mesci’nin Cumhuriyet’te yayımlanan yazısının bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

29 Ekim’de Kadıköy’de, Müjdat Gezen Tiyatrosu’ndayım. Müjdat, 29 Ekim doğumlu. Her yıl doğum günü Cumhuriyet Bayramı’na denk gelen mutlu azınlıktan yani. Sanatçılığının, yazarlığının yanı sıra eğitimci kimliğiyle de tiyatromuza damgasını vurmuş bir usta Müjdat Gezen. Bu yıl 30. yaşını tamamlayan ve verdiği ücretsiz tiyatro eğitimiyle sayısız değer yetiştirmiş Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin, MSM’nin kurucusu, yöneticisi, hocası. YÖK MÖK tanımayan, ama seçkin eğitim kadrosu ve verdiği mezunlarıyla kendini çoktan ispatlamış, eğitim tarihimizdeki önemli yerini çoktan almış MSM “macerası”nın mimarı. Bu yıl doğum gününü ve Cumhuriyet Bayramı’nı sahnede kendisinin yazdığı, müziklerini kızı Elif Gezen’in, yönetmenliğini Evren Duyal’ın yaptığı, Elif Gezen ile birlikte oynadığı “Baba-Kız” oyununun prömiyeriyle kutluyor.

Bir baba ile kızın iki saat karşılıklı oturup geçmişi yâd etmelerinden, “bak şu da olmuştu, bu da olmuştu” diye birbirlerine anılarını anlatmalarından, anlattırmalarından tiyatro oyunu olur mu? Söz konusu “Baba-Kız” Müjdat ve Elif Gezen ise oluyor, hem de öyle bir oluyor ki iki saatin nasıl geçtiğini anlamıyor, gündelik hayatımıza dönmesek daha, biraz daha anlatsalar, birkaç şarkı daha söyleseler diye geçiriyorsunuz içinizden.

Her şey son derece sade: Sahnenin ortasında iki koltuk, üzerlerinde Leyla Gezen’in hünerli ellerinden çıkmış tığ işi iki nefis örtü, koltukların ortasında bir sandık, üstünde Müjdat Gezen’in yeri geldiğinde “darbuka” hünerini göstermesini sağlayan bir kutu, sahnenin sol ön köşesinde bir mikrofon, sahneye girip evlerindeymiş gibi oturup söyleşen, bizi bu söyleşiye ortak eden bir baba-kız.

Ama karşınızdaki ikilinin ilişkisindeki tılsım o kadar hızlı bir şekilde sarıp sarmalıyor ki seyirciyi, ev ile tiyatro, sahne ile salon arasında ayrım kalmıyor, kendinizi kaptırıp gidiyorsunuz o anılar nehrine. Bunun sırrı ne diye düşündüm sonradan. Bir kere sahnedeki iki oyuncu da oynadıklarını seyirciye bir an bile hissettirmeyecek kadar iyiler; Müjdat’ı anlatmaya zaten gerek yok (yine de Yaman Tüzcet ve Savaş Dinçel ile birlikte Rumeli Hisarı’ndaki “Hamlet” oyununda Toron Karacaoğlu’na yaptıkları şakayı anlatırken, iki beden hareketiyle çizdiği Toron Ağabey tiplemesini anmadan geçemeyeceğim. Her zamanki gibi hepimizi gülmekten kırıp geçirdi!) ama Elif’e mutlaka bir parantez açmak isterim. Oyunu seyrederken ağzımdan çıkan ilk cümle, “Müjdat Elif’i saklamış” oldu. Önce yurtiçinde sonra da yurtdışında uzun yıllar müzik eğitimi alan Elif Gezen, Müjdat’ın şiirlerinden yaptığı besteler ve harika yorumlarının yanı sıra, sahne sempatisi, ölçülü hareketleri ve yumuşaklığıyla da etkiledi beni. (Özellikle “Bulistan” ve “Tanbulis” şarkılarını YouTube’da bulup izlemenizi öneririm.) Ama bütün bunların ötesinde, o sırrın altında bir başka gerçek de vardı: Sahneden yayılan, sarıp sarmalayan içtenlik ve sevgi.

Paylaş.

Yanıtla