Ayla Algan’ın Güzel Hayatı Bize Hediyedir

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

29 Ekim 1937’de dünyaya gelen Ayla Algan, çok şenlikli bir evde büyür. Yaratıcı drama aslında evde başlamıştır. Nota bilmediği halde piyano çalan dedesine o da kap kacakla eşlik eder. Küçük yaşta Ferdi Stadzer’in öğrencisi olur. Ressam-heykeltıraş olan annesi Nevzat Kasman, İbrahim Çallı’nın öğrencisidir. Annesinin yurtdışında öğrendiği dansları, duvara tutunup onun gibi samba yaparak taklit eder. Daha yürümeyi öğrenmeden cha-cha,’yı, mamba’yı öğrenir. Madam Pudica, ona Fransızca ve Rumca öğretir. Daha doğru düzgün konuşamazken, o dillerde şarkılar söyler. Böyle büyür.

Düşünün, 12 yaşındayken en büyük eğlencesi, Kandille’de oturan Muammer Bey’e şiir götürmek. Şiirinde ise tekneye bağlı bir bot üzerinden tutsaklık/özgürlük tezatlığını anlatır. Girit göçmeni bir ailenin kızı olarak Büyükada’da Museviler, Rumlar ve Ermenilerle curcunalı bir çocukluk yaşar. Bir de Ada güzeli seçilir. Lisedeyken arkadaşının düğününde Beklan Algan ile tanışır ve beş-altı ay sonra evlenip Amerika’ya giderler. Uçaktaki “don’t smoke” uyarısını, smokinle binilmez sanacak kadar toylardır daha. Ayla Algan İngilizce ve psikoloji okumayı planlarken, Beklan Algan da babasının madencilik işlerini takip etmeyi düşünür. Ama yol onları MarlonBrando, Marlyin Manroe, Paul Newman, Tony Curtis gibi isimlerin gittiği ve Elia Kazan, Joshua Logan gibi hocaların ders verdiği Actors Studio’ya çıkarır. Işık dehası olarak bilinen Joshua Logan’ın “en zor şey, bir yere geldikten sonra, o yeri tutmaktır” sözü Ayla Algan’ın aklına kazınır. Orada psikolojik beden dili, yaratıcı drama okur. Sahneye ilk kez “Baby Doll” ile Amerika’da çıkar. Artık mükemmel Fransızcasına, İngilizce de eklenmiştir. Sonra Off Broadway’de oynarlar.Actors Studio, New York’un önemli tiyatro merkezlerinden biri. Columbia Pictures ile anlaşmalı olduğu için oradan sinemaya sıçramak da mümkün. O ara henüz ünlenmemiş olan Tony Curtis, yaptığı bir çalışmada Ayla Algan’a kendisine eşlik etmesini teklif eder. Bu çalışmalar sırasında, onu izleyen yönetmen William Wyler, Funny Brice’ın hayatını anlatan “Funny Girl” filmi için Ayla Algan’a teklif götürür. Önüne sekiz yıllık kontrat konunca, Tony Curtis, “eğer imzalarsan, sonra paranla bile kendini satın alamazsın” der. Ayla Algan teklifi reddeder. Çünkü onun için önemli olan ulus kimliğidir. Jean Paul Belmando ile Fransa’da aldığı film teklifini de aynı sebepten kabul etmez. “Funny Girl”de yerine oynayan Barbara Stresisand, Oscar’ı kazanır. Bu da Ayla Algan’ın Barbara Stresisand’a kıyağı olur.

“Hamlet”te hem Hamlet’i hem Ophelia’yı oynar. O dönem, Müjdat Gezen ve Ali Poyrazoğlu yeni mezundur ve rolün ikisinden birine verileceğini beklerlerken rol, yirmi altı yaşında bir kadın oyuncuya gider. Öyle az ki kadın Hamlet’ler, Rumeli Hisarı’ndan nefes nefese çıkarken bir teyze, Ayla Algan’a “oğlum dur, koşma” diye seslenir.

Ayla Algan, sarılacağı tek şeyin kültür olduğunu anlar. “Hayvanı doğa, insanı kültür korur”. Sık sık bu sözü kullanır. Haldun Dormen, Ayla Algan’ın araştırmacı kimliğinden “İkinci Perde” kitabında şöyle bahseder: “… “Kuşlar”ın kadrosunda Zihni Göktay, Hümeyra, İsmet Ay, Birsen Kaplangı, Ayla Algan, Funda Postacı ve Osman Görgen gibi isimler vardı. Aramızda en ilginç kişi, kuşlardan birini oynayan Ayla Algan’dı hiç kuşkusuz. Onun bir rol için bitmez tükenmez araştırmacı yönünü hiç bilmiyordum. Her sabah provaya yeni bir ansiklopedi devirmiş olarak geliyor ve beni “kuşların bir inek gördükleri zaman reaksiyonları çok ilginç” gibi uzun bir tiratla karşılıyordu. Ben de onu kırmamak için söylediklerini ilgiyle dinlemeye çalışıyor, bir yandan da “iyi hoş da bizim oyunda inek yok ki” diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ayla, gerçekten çok yetenekli bir oyuncu ve içten, sevecen bir insandı ama bu tür ayrıntılı metot çalışması, özellikle bu oyun için bana büyük bir zaman kaybı gibi geliyordu. Ona bunu söyleyemediğimden; ertesi sabah gene aynı biçimde bir cümleyle karşılanıyordum. “Benim türümdeki bir kuş düşmanını gördüğü zaman, sağ kanadını hiç kıpırdatmazmış.” Acaba bunu oyunun neresinde yapmayı planlıyor diye düşünüyordum…”

Önceleri Sartre’ın, Camus’nun, Hegel’in ve diğer Batılı filozofların etkilediği hayatını sonunda tasavvuf yönlendirir. Yunus Emre vazgeçilmezi olur. Kızına “Sevi” adını vermesi Yunus Emre aşkından. Ayla Algan, geze geze tüm dünyaya Yunus Emre şarkıları söyler. Aslında Ajda Pekkan’a teklif edilecekken Erkan Özarman’ın, “felsefesini bilen birisinin yapması daha uygun olur” sözleriyle hayatının kavşaklarından birinde bulur kendini. Şarkıcılığı da tıpkı oyunculuğu gibi kendine has renkler içerir. Kâh köylü kadın olur, kâh değme pop şarkıcısı, kâh şehirsoylu… Kadın ağzı halk türkülerini, teatral bir üslupla yeniden yorumlar. Karadeniz turnesinde çay ekerken kocasına küfreden kadından duyduğu sözleri not eder. “Hamsi Palığı Gibi” öyle çıkar. “Koca Öküz” uzun dönem onun adıyla anılır.

1980’de sanat hayatına Almanya’da, SchaubühneTiyatrosu’unda işçi tiyatrosu yaparak devam eder. Peter Stein’dan ideal bir çağrı alırlar. “Gelin, sürtüşmeye başlayan bu iki toplumu bir camiye (tiyatroya) sokalım, Türklerin de tiyatrosu olsun, kültürlerini kaybetmesin.”Beklan Algan, Kerim Afşar, Macit Koper, Şener Şen, Tuncel Kurtiz, Dilek Türker, Ergüder Yoldaş oradadır. “Giden Tez Geri Dönmez” oyunları çok tutulur. “Keşanlı Ali Destanı”, “Talihli Amele”, “Kurban” ve “Keloğlan”ı oynarlar.

Muhsin Ertuğrul, birçok tiyatrocu gibi Ayla-Beklan Algan çifti için de çok özel bir yerde. Amerika’dayken Beklan Algan, Cevat Çapan’a Stanislavksi’nin kitabını alıyor ve Muhsin Hoca’yla göndermek istiyor ama Muhsin Ertuğrul, yerim yok diyerek onu reddediyor. Çünkü kitaba yer bulamadığı bavulu tıka basa tuhaf hasırlarla dolu. Zaman geçiyor, hepsi ülkeye dönüyor. Muhsin Ertuğrul, Beklan Algan’dan kendisini Ankara’ya götürmesini rica ediyor. Tam Ankara’ya girerken sağdaki sapağa dönmesini istiyor. O sapaktan bir köye ulaşıyorlar. Köylüler, Muhsin Ertuğrul’un etrafını sarıyor, sarılıp öpüyor. O da bagajdan o hasırları çıkarıyor. Meğer köylü süpürge yapıyormuş. Muhsin Ertuğrul da süpürgeler sıradan olmasın, daha yaratıcı olsun diye onlara malzeme götürüyormuş.

Muhsin Ertuğrul’un yakışıksız biçimde görevinden alınması üzerine, Ayla Algan ve Beklan Algan, Haldun Taner’le birlikte Türkiye’nin ilk özel tiyatro okulu olan LCC’yi açıyor. Başa Beklan Algan geçiyor. Ayla Algan, mekânla ilgili doğaçlamalar yaptırıyor. Var ettiği mekânlar yıkıldıkça, Beklan Algan, Anka kuşu misali yeniden doğmasını biliyor. Kapandığında mobilya galerisine dönen o mekânda “Marat-Sade” çok değişik bir sahnelemeyle oynanıyor. Keza “Irgat” da öyle. 3 yıl sonra oradan ayrıldığında Genco Erkal ile “Rosenbergler Ölmemeli”yi oynuyor.

Ayla Algan’ı hep genç kılan sanatsal yaşamındaki denemeci kişiliği. Yeniliklerle özdeşleşmesi. İnadı… Merakı. Hep soru soruyor. Yüzde yüz neyi biliyorum en önemli sorusu. 1984’te kurulan Bilsak’ta dersler verir. Prof. Süleyman Velioğlu ile birlikte resim ve tiyatro ile yaratıcı drama, resim ile art terapi, ontoloji konularında felsefi ve pratik çalışmalar gerçekleştirir.

1988’de Beklan Algan, Erol Keskin, Haluk Şevket Ataseven ile birlikte Tiyatro Araştırma Laboratuarı’nı kurarlar. Burada deneysel projeler üzerine çalışırlar. Tiyatro antropolojisini, seyirci dramaturjisini, seyirciyi yaratıcı kılmanın yollarını, Gratowski’yi, Dario Fo’yu, Tabiani’yi, Comedyd’ell Arte’yi araştırırlar. “Anadolu İnsanının Kültürel Kimliğinde Oyun”, “Troya İçinde Vurdular Beni”, “Everest My Lord”, “Sınırlar”, “Casandra’nın Günlüğü”, “Gılgameş”, “Troyalı Kadınlar” oradan çıkan çalışmalardır.

“Tarla Kuşuydu Jüliet”, “Çil Horoz”, “Kuşlar”, “Nesrin”, “Üç Kuruşluk Opera”, “İstanbul Gözleri Mahmur”, “Misyon”, “Orkestra”, “Nazım’a Armağan”, “Hayvanlar Karnavalı”, “Bir Sergiden Tablolar”, “Peer Gynt” oyunlarından bazılarıdır. Kenan Işık yönetimindeki Şeyh Galib’in “Aşk Hastası” oyunuyla şehir tiyatrolarından emekli olur. 1965’te “Fizikçiler” oyunu ile İlhan İskender ödülüne layık görülür. Ancak tiyatronun kolektif bir sanat olduğunu hatırlatarak ödülü reddeder ve takip eden yıllarda da ödülü düzeltir; branşlaşmasını sağlar. Kendisi o günleri şöyle anlatır: “Mahmut Moralı oynamam için tutturunca çok genç yaşta “Fizikçiler”i oynadım. Beklan istemiyordu, sonra peki dedi. Sen annenin pardösüsünü giy, -işte kambur koyacağım sırtıma- vur kendini sokaklara… Derken Haldun Dormen’e rastlıyorum sokakta. Bakıyorlar bana, Ayla hasta mısın, neyin var diyorlar. Bütün o ilişkileri ben sokaktan öğrendim. “Sezuan’ın İyi İnsanı”nda da sokaktan öğrendim. Beklan bana “git kerhaneleri gez” diyor. Kız orospu çünkü. Kuledibi’nde bir kerhane var, en ucuzu. “Yalnız” dedim, “polisler filan gelmesin, gazeteciler de gelmesin. Babam duysa… ” Neyse tam çıkıyorum oradan… Gazeteciler! Sonra gazetelerde “Kerhaneci Ayla Algan… ” diye haberim çıktı. Babam onu görüyor. Gece eve geliyor. Beklan’a diyor ki “hadi bu tiyatro delisi, araştırma yapmak için kerhaneye gidiyor ama sen kocasısın, nasıl bırakıyorsun bunu?” Ben de gülüyorum, o yolladı beni diye. Neyse “Fizikçiler”i oynuyoruz. Baktım Muhsin Hoca, kapımın önünde bekliyor. Tam sahneye çıkacağım ki bana kamburunu, kolunu kullanma dedi. Haydaa… Ama ne kadar haklıymış. Bana o oyunumla, en iyi oyuncu ödülünü, İlhan İskender Armağanı’nı verdiler. Nejdet Mağfi, Zihni Rona, Mücap Ofluoğlu olmasa ben o kadar güzel oynayabilir miydim?” Ayrıca; 1967 yılında “Ah Güzel İstanbul” filmi ile San Remo Bordighera Film Şenliği Gümüş Ağaç Ödülü, 1972’de aldığı devlet sanatçılığı ve UNICEF Onur Ödülü, 1973’te Bulgaristan’daki Uluslararası Altın Orfe Şarkı Yarışmasında ikincilik ödülü, 1974’te Olimpia birinciliği, 1966’da Türkiye Yazarlar Birliği En İyi Oyuncu Ödülü, 1997’de Polonya Sopot Festivali’nde dünya birinciliği ve pek çok onur ödülü alır.

Yılların Ayla Algan’ının yaşamını buraya sığdıramıyorum. Aklının, imajinasyonunun, yaptıklarının hızına yetişemiyorum. Bir insanın yaşamı, başladığı andan itibaren sanatın kendisi olabilirmiş, bunu aklıma kazıyabiliyorum yine de.Ona nice güzel yaşlar diliyorum.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla