Cem Erciyes’in Gazete Duvar’da yayımlanan yazısını paylaşıyoruz
Kültür ve Turizm Bakanlığı, pandemiye rağmen turizmde gerekli adımları attı, cesaret gösterdi ve Türkiye turizmini de insanların tatil yapma ihtiyacını da kurtardı. Ama aynı bakanlık nedense kültür konusunda daha temkinli davranıyor. Kültür dünyasının tepkisini çeken önemli bir şey de bu. Türkiye’de kahvehanelerden otobüslere her sektörde bir serbestlik varken, sanki Covid en çok tiyatroda bulaşırmış gibi kültür alanında devlet aşırı temkinli davranıyor.
Kültür sanat etkinlikleri başlayacak mı? İstiyoruz ama bu koşullarda da zor görünüyor. Covid-19 hâlâ çok etkili ve tehlikeli. Her gün Türkiye’de iki yüzden fazla insan Covid nedeniyle ölürken tehlikenin geçtiğinden söz etmek mümkün değil. Garip bir durum var, sanki hastalık aşısızların hastalığı halini almış gibi. Aşı olanlar tedbirleri azaltıyor; maske takmayı bırakanlar bile var. Yoğun bakımlardan gelen rakamlar büyük çoğunlukla aşı olmayanların hastalığı ağır geçirdiği ve hayatını kaybettiği yönünde. Ama aşı olmanın da bir garantisi yok. Daha fenası, aşı olmak hastalığı başkalarına bulaştıran bir tür taşıyıcı olmanıza da mâni değil.
Bunları düşününce, sosyal hayatımızın eskisi gibi kaldığı yerden devam etmesi zor. İster açık havada olsun ister kapalı mekânda, insanların hıncahınç doldurduğu o eski konserler bir hayale dönüşüyor. Nitekim öyle bir etkinlik olmuyor; ama yasaklara takıldığı için ama insanların böyle bir ortamda bulunmak istemediği için…
Kültür sanat dünyasında başta müzisyenler ve tiyatrocular olmak üzere sanatçılar zor durumdalar. Mesleklerini yapamaz hale geldiler. Bunun para kazanamamak, hayatı sürdürememek gibi bir yanı olduğu gibi üretememek gibi daha varoluşsal sakıncaları da var. Perde açamayacak bir tiyatroda ekibi toplayıp yeni oyun çalışmak da mümkün değil. İki senedir performans yapmayan müzisyenin, oyun düşünmeyen, sahneye çıkmayan tiyatrocunun nasıl bir sıkıntı içinde olduğunu tahmin etmek güç değil.
Uzamış yaz ve güzel havalar devam ederken kültür sanat sezonu da açık hava etkinlikleriyle başladı. Festivaller bile neredeyse tüm etkinliklerini açık hava mekanlarında gerçekleştiriyor. Kitap dünyasında irili ufaklı yaz fuarları yapılıyor. Bir ay sonra yaz sona erdiğinde artık konser dinlemek, tiyatro ve film izlemek isteyenlerin kapalı yerlere, salonlara girmesi gerekecek. Fakat bunun önünde sadece Covid korkusu değil, aynı zamanda yasal düzenlemeler de bir engel olarak duruyor. Çünkü sinema ve tiyatro salonlarında hâlâ bir koltuk boş uygulaması yürürlükte. Bu da işletmeciler için işi sürdürülebilir olmaktan çıkartıyor. Pandemi öncesine kadar büyük bir mutlulukla izlediğimiz tiyatro patlaması çoğu 50-100 kişilik salonlarda yaşandı. Şimdi o salonların neredeyse hepsi kapalı. İzleyici kapasitesini yarıya düşürdükleri için bilet fiyatlarını ikiye, Türkiye’deki enflasyonu hesaba katarsak hatta üçe katlamaları durumunda izleyici bulmaları da mümkün olmayacak. O nedenle çaresiz yeni düzenlemelerin gelmesini bekliyor, sezona nasıl hazırlanacaklarını bilemiyorlar…
İşin garip yanı şu ki sinemalarda, tiyatro ve konser salonlarında durum böyleyken, Türkiye’de başka her yerde hayat tam kapasiteyle sürüyor. Uçaklar otobüsler tam dolu, hele şehir içi ulaşımda eskisi gibi dip dibe yolculuk ediyoruz. Kahvehaneler, kafeler, lokantalar tamamen açık, AVM’lerin önünde kuyruğa girip içeride eskisi gibi bir kalabalığın içinde geziniyoruz. Otellerde tatil yapıyor, hep birlikte kahvaltı edip, yan yana yatıp güneşleniyoruz. Ama nedense tiyatro salonunda bir koltuk boş bırakıp oturmak zorundayız. Kültür sanat dünyası işte buna isyan ediyor.
Yekta Kopan Twitter’da bir kampanya başlattı. “Bütün kültür sanat mekanlarına Eylül’den itibaren açık-kapalı mekân fark etmeksizin ‘aşı zorunluluğu’ ile tam kapasite serbestlik gelmeli. Kademeli bir geçiş düşünülüyorsa da aşılı ve maskeli olarak yüzde 80 seyirci ile bütün sahneler açılmalı” diye bir tweet attı; bu konuda yeni mesajlar paylaşmaya devam ediyor. Telefonda biraz bu konuyu konuştuk, sanatçıların nasıl zor durumda kaldıklarını, kültür sanatın meraklısı için de ulaşılamaz bir hale geldiğini anlattı. Bunun uzun vadede Türkiye’nin kültürel üretimini de etkilemesi mümkün. Ama en önemlisi ‘belirsizlik’. İdare, kültür ve sanat dünyası için sonbaharda nasıl bir uygulamaya gidileceğine bir türlü karar verememiş durumda ve bu çifte standart sürüp gidiyor. Kimse yeni sezonda perde açabilecek mi, hangi koşullarda açacak bilmiyor.
Bir grup tiyatrocu bu konuyu bakanlıkla görüşmüş. Bir haftaya yeni bir düzenlemenin açıklanacağı söyleniyor. Beklenti yüzde 75 doluluk oranıyla salonların açılmasına izin verileceği yönünde. Tabii ki aşı şartıyla… Böylece hiç değilse gerçekten filmi sinemada izlemek isteyen, arada güzel bir konser dinlemek isteyen ve tiyatroya hasret kalanlar için bir umut doğacak. Tabii riski göze almak kaydıyla.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, pandemiye rağmen turizmde gerekli adımları attı, cesaret gösterdi ve Türkiye turizmini de insanların tatil yapma ihtiyacını da kurtardı. Ama aynı bakanlık nedense kültür konusunda daha temkinli davranıyor. Kültür dünyasının tepkisini çeken önemli bir şey de bu. Türkiye’de kahvehanelerden otobüslere her sektörde bir serbestlik varken, sanki Covid en çok tiyatroda bulaşırmış gibi kültür alanında devlet aşırı temkinli davranıyor. Bu da kültür dünyasında ayrımcılığa maruz kaldığımız düşüncesini uyandırıyor ki hiç de haksız değil. Eğer Covid’e karşı sıkı tedbirler alınacaksa bu her yerde geçerli olmalı, tıpkı geride kalan bir-iki yılda olduğu gibi. Kültür sanatın bunun dışında tutulması ya önemsenmemesiyle ya da daha fenası unutulmuş olmasıyla açıklanabilir.
Başta söylediğim gibi, Covid hâlâ ciddi bir sorun ve gerekli tedbirleri almak lazım. Ben salonda bir etkinliğe giderken iki kere düşünüyor, gidersem de çok tedirgin oluyorum. Kışın ne yapacağımı bilmiyorum doğrusu. Aynı tedirginliği belediye otobüsüne bindiğimde de restorana girdiğimde de yaşıyorum. Ama ihtiyaç duyarsam buralara gidebileceğimi biliyorum. Kimi benim gibi arada sırada gidiyor, kimi eski alışkanlıklarını sürdürüyor. Kültür sanat dünyası da bunu istiyor, herkesle aynı haklara sahip olmak ve işini yapmaya devam etmek.