Ayşegül Yüksel’in Cumhuriyet’te yayımlanan yazısını paylaşıyoruz
Yaşasaydı 9 Ağustos’ta 70 yaşını doldurmuş olacaktı. Memet Baydur’u 20 yıl önce yitirdik. Yalnızca 50 yaşındaydı. Ortalama bir tiyatro yazarının ürettiği oyun sayısını kat kat geçen metinler armağan etmişti sahneye. Yine de söyleyecekleri öyle çoktu ki…
1980’li yıllarda, tam da 12 Eylül döneminin karabasan etkisi yapan yaşantılarının gündemde olduğu tarihsel süreçte sunmuştu oyunlarını. Hariciyeci eşi Sina Baydur’a yurtdışındaki görev yerlerinde eşlik ettiği için tiyatro yazarlığı serüvenini Ankara-Nairobi-Ankara-Madrid-Ankara-Washington-Ankara çizgisinde yaşadı. Türkiye’yi ve dünyayı çok geniş bir düzlemden gözlemledi. Bu nedenle çeşitli konuları irdeleyen metinlerle büyük bir söylem zenginliği kattı tiyatromuza.
TÜRKİYE’Yİ VE DÜNYAYI GENİŞ AÇIDAN GÖZLEMLEDİ
1980’ler, Türkiye için, 12 Eylül’ün getirdiği politik ve toplumsal baskılar yanında, çarpıtılmış bir “liberal ekonomi” anlayışının topluma “başıbozukluk” sinyali verdiği, devlet yönetiminde de toplumun işlerliğinde de çıkar kaygılarının tüm değerlerin önüne geçtiği, hukuk sisteminin zayıfladığı, çok kanallı televizyon olgusunun şaşırtmacalarıyla “sanal” olan ile “gerçek” olanı birbirine karıştırageldiğimiz, kültürün yozlaştırıldığı, ülkeyi ekonomik ve ahlaki çöküşe götüren bir dönemin başlangıcıdır. Baydur tiyatrosu bir yönüyle, bu olguların oluşturduğu karmaşanın sahne anlatımıdır.
Dünya düzeyinde ise 1980-2000 arasında, doğanın dengesinin insan eliyle altüst edilişinin korkutucu sonuçları yaşanmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla emperyalist devletlerin “yeni dünya düzeni” yaftası altında yeni hesaplar içine girdiği, bir başka deyişle, büyük balığın küçük balığı yutmasına izin veren bir dünya görüşünün, önce “kuzu postu giymiş kurt” tavrıyla, sonra da açık açık dayatıldığı, sıcak savaşın “küreselleşme”nin hedefi bölgelerde her an gündemde olduğu, uluslararası ilişkilerde yüzsüzce “çifte standart” uygulandığı sancılı bir aşamaya girilmiştir. Dolayısıyla, yirminci yüzyıl “uygarlığı” da Baydur’un merceği altındadır.
EZBER BOZMAYI GÖREV SAYDI
Baydur, bize bıraktığı -kimi tek, pek çoğu da iki perdelik- 26 oyunuyla tiyatro tarihimize “ezber bozan” oyun yazarı olarak geçti. (Kimi yapıtları da bu nedenle eleştirildi). Oyunlarından verilebilecek örneklerin hepsi bu yazıya sığmaz, ama sığabilenler de yeterince vurucudur.
“Limon”da 12 Eylül döneminde aydınlar arasında yaygınlaşan “suskunluğun gevezeliği” söz konusudur. Oysa yanlış giden hiçbir şey yokmuş gibi yaşamak, toplumun bireye de yansıyan sancılarını giderememektedir. “Yangın Yerinde Orkideler”in ironisi, el ayak çekildiğinde bütünüyle ayaktakımının “mekân”ı olan tanıdık bir İstanbul rıhtımında, sosyetik eğlence gecelerini noktalamak için buluşan insanların da devinmeye başlamasıyla ve böylece iki kesimin yüz yüze gelmesiyle oluşur. İki kesime de tanıklık eden “suskun aydın”ın durumu da işin tuzu biberidir. “Tensing”de, her başarıyı törenselleştirip taçlandıran “uygar” Avrupa’nın “bireysel yücelme” anlayışı, başarıyı da başarısızlığı da yaşamın doğal bir parçası sayan “ilkel” Doğu’nun “bireysellik tutkusundan bağımsız bilgeliği” karşısında sınavdan geçmektedir.
BENZERSİZ İLİŞKİLERLE SEYİRCİYİ ‘YADIRGATMA’
Ansiklopedi yazma uğraşı içindeki yedi saygın profesörün çalıştığı mekâna bir bar kadınının dalıvermesi (“Cumhuriyet Kızı”), bir astronotun yörüngesinden çıkmış uzay aracı içinde, boşluğun sonsuzluğuna yaptığı yolculuk (“Vladimir Komarov”), çapkınlık çağını hapiste geçirdikten sonra bir gecelik zamparalığa soyunan iki devrimcinin serüveniyle tüm “maço”luk kurallarının altüst edildiği “Sevgi Ayakları”, kırmızı ışıkta duran arabaların camlarını silmekle başlayan varoluş kavgasını 20 yıl içinde güçlü bir “mafya babası” konumuna gelerek kazanmış olan Talat’ın, ulaştığı başarıyla çelişen “hüzünlü” kişiliği ve bir doğa âşığı olması “Yeşil Papağan Limited”) Baydurca ezber bozmanın çeşitli görüntülerini yansıtır. Yazarın hedefi, yaratıcı düş gücü yoluyla tüm oyunlarda benzersiz durumlar yaratarak, seyirciyi “yadırgatma” yoluyla sahne olayına bağlamaktır.
Memet Baydur, sahip olduğu geniş kültür birikimi içinde yaptığı “gönderme”leri zekice buluşlarla keskinleştiren bir dil ve diyalog işçisidir. Yalnız oyunları değil, Cumhuriyet’in Kültür sayfalarında çıkmış -şimdi de kitaplaşmış- olan köşe yazıları, denemeleri, sinema konusunu işleyen metinleri de onun düşünce-sanat-yazın dünyasında yaptığı uçsuz bucaksız yolculukların dilsel kanıtıdır.
Memet Baydur’u özlüyoruz.