Mimesis Haber-Söyleşi / Muhsin Ertuğrul’un “Ölmeyi Bilen Adam” adıyla yayınlanan biyografisinin yazarı Ayşegül Çelik ile geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz, Türkiye Tiyatro Tarihi’nin önemli figürlerinden Handan Uran Ertuğrul’u konuştuk.
Geçtiğimiz hafta Handan Ertuğrul’u kaybettik maalesef. Böylece Türkiye Tiyatrosu’nun tarihi figürlerinden birisi daha aramızdan ayrılmış oldu. Siz Handan Hanım’la tiyatromuzun tarihi ile ilgili yürüttüğünüz çalışmalar nedeniyle yakından temas etme fırsatı bulmuştunuz. Bu konuda bizlere neler söyleyebilirsiniz?
Bir dönemin kapandığını düşünmemek imkânsız. Handan Hanım, Muhsin Ertuğrul’un sadece eşi, hayat arkadaşı değil, aynı zamanda sahne arkadaşı, öğrencisi. Ondan 35 yaş küçük. Handan Hanım’a doğrulattığım bir güzel hikâyeleri var. 1950’ler, Muhsin Ertuğrul için çalkantılı yıllar. Devlet Tiyatrosu’nun başındayken politika ile sanat arasında hırpalanıyor. DP’nin tiyatroda balo düzenleme isteğini reddettikten sonra kurumdan da istifa ediyor. Bunun ardından Milli Eıitim Bakanı, tiyatrocuları toplayarak sorunlarını dinlemek istediğini söylüyor. Epeydir Ertuğrul’un gözden düşmesini bekleyenler, bu toplantıyı fırsat bilip şikâyete başlıyorlar. Kalabalığın içinden genç bir kız, “anlattıklarınız doğru değil, Muhsin Hoca böyle şeyler söylemezdi” diye ortaya çıkıyor. “Hepimiz biliyoruz hocanın dediklerini şimdi neden tam tersini anlatıyorsunuz” diyerek herkesi mahcup ediyor. Milli Eğitim Bakanı’nın ağızının tadı kaçıyor tabii, yanındakiler “bu çocuk Handan Uran” diyorlar. “Konservatuvarlıların hepsi Muhsin Ertuğrul’a çok inanırlar.” Tabii, bu olanlar Muhsin Hoca’nın kulağına gidiyor. Bir müddet sonra Handan Uran bir zarf alıyor, Muhsin Ertuğrul’dan. İçinde kısa bir mektup var “evladım, sen sen ol, büyükler itişirken araya girme, kendini incitme.” Harika bir hikâye…
Handan Hanım, Muhsin Bey’in ikinci eşi. Evlendikleri andan sonra onun geri plandaki yardımcısı oluyor. Muhsin Ertuğrul gününü 34 saat gibi yaşayan bir adam. Yemek, içmek, dinlenmek, uyumak aklına gelmiyor. Bunların tümünü organize eden, hayatına bir zemin hazırlayan hep Handan Hanım. Onun notlarını topluyor, adım attığı her anı organize etmeye çalışıyor. Hatta gece oyundan sonra İstanbul’un bir yakasından öbür yakasına geçerken zaman kaybetmesin, daha çok yorulmasın diye, ona ev kiralıyor, dinlenmesini temine çalışıyor. Çünkü kaçta yatarsa yatsın sabah 04:00 civarı kalkıp çalışmaya başlıyor Muhsin Bey.
Ben Handan Hanımla 2009’da tanıştım. Muhsin Ertuğrul’un biyografisine çalışırken cevapsız binlerce sorum vardı. Yalçın Bürkev, Handan Hanım’la temasımı sağladı. İlk görüşmemizden sonra her yıl ziyaretine gittim. Sesini ve vurguları kullanışı inanılmazdı. Türkçe’nin bu kadar temiz konuşulduğunu çok az duydum. Her gidişimde konuşmalarımızı kaydettik. Bana Zeki Müren’lerden, Vasfi Rıza’lardan bahsetti. Zihni berraktı, bazı oyunların kastını tek tek sayarak anlatırdı. Güncel gelişmeleri de takip ederdi. Yaşı ileriydi ama hayattan elini eteğini çekmeyi reddediyordu. Arkadaşları ve akrabaları ile sürekli temas halindeydi. Muhsin Bey’le birlikte yaşadıkları o eve her gidişimde ya tiyatrocuların ya da benim gibi görüşmeye gelmiş birilerinin izleriyle karşılaşırdım. Onu görmeye gelen tiyatro öğrencilerinden birisi Handan Hanım’ın resmini çikolata kâğıtlarına bastırmıştı. İsmini bilmediğim yaşlıca bir tiyatro oyuncusu “anne” diye hitap ettiği Handan Hanım için kitaplar getirmişti. Hep tiyatrodan birileri olurdu etrafında. Tiyatro ve tiyatrocular hiç yalnız bırakmadı onu.
Sizin de belirttiğiniz gibi Handan Hanım Muhsin Bey’in vefatından önce birlikte yaşadıkları evde yaşamını sürdürmekteydi. Bu evin tiyatrocular ve araştırmacılar açısından bir ziyaret durağı olduğunu belirttiniz. Handan Hanım’ın bu kişilerle kurduğu ilişkiler nasıldı? Tarihe tanıklık eden obje ve kaynakların kullanımı konusunda teşvik edici bir yaklaşım içinde miydi?
Handan hanım, bir hayırseverdi. Kimsesizlere, yoksullara yardım eden kuruluşlara destekler verirdi. Fakat Muhsin beyin de Handan hanımın da önceliği okumak isteyenler oldu. Eğitime gücü yetmeyen çocukları, özellikle de kız çocukları çok önemsediler. Handan hanım eğitim kurumlarını da desteklerdi, vefatından kısa süre önce Darüşşafaka’ya büyük bir bağış yaparak bir eğitim bursu konulmasını istemişti. Okumak isteyenler Ertuğrullar için her zaman öncelikli oldu.
Handan Hanım, Muhsin Beye ve onun bıraktığı her şeye karşı son derece hassas ve dikkatliydi. Masasına ayrı, kalemlerine ayrı değer verirdi. Evi de, Muhsin Bey’den sonra çok az değiştirmişti. Her eşyada Muhsin beyin izleri var. Bir bölümünü müzelere bağışladı ama çok daha fazlasını evde muhafaza ediyordu. Bildiğim kadarıyla Muhsin Bey’in kişisel notları, sahip olduğu kitapların bir kısmı, fotoğrafları hep bu evdeydi. Aile de bunun farkında. Onlar için büyük ve hassas bir iş. Muhsin beyin 1892 doğumlu olduğunu, 16 yaşından beri tiyatroda oyunculuk, yönetmenlik, çevirmenlik, sanat yönetmenliği vd.. yaptığını, ilk sesli, ilk renkli filmleri çektiğini hatırlarsak, biriken notların, yazıların, kitapların miktarını tahmin etmeye başlayabiliriz.
Handan Hanım’ın vefatı sonrasında Muhsin Bey’le birlikte yaşadıkları evin müze olması için çeşitli temaslar kurduğunuzu biliyoruz. Bu konuda kamuoyuna neler söylemek istersiniz?
Bir vasiyeti var mıydı bilmiyorum ama belgelerin, eşyaların müzelere, tiyatroların arşivlerine ulaşmasını çok isterdi. Muhsin beyle birlikte yaşadıkları evin, Türkiye’nin tiyatro tarihi açısından kıymeti tartışılmaz. Bununla ilgili olarak Şehir Tiyatroları’nın, Devlet Tiyatrosu’nun, Büyükşehir Belediyesi’nin hatta konservatuvarların harekete geçeceğini sanıyorum. Bir tiyatro tarihi müzemiz olsa, buradan gelecek malzeme ile ona bir kat ilave etmek gerekirdi. Üsküdar’daki evin kendisinin müze haline getirilmesi tabii ki çok daha iyi bir fikir ama bu kadarla kalmak zorunda değil. Bölgede Muhsin Ertuğrul adını taşıyan caddelerin, parkların olmaması zaten çok şaşırtıcı. Üsküdar’a yakışmaz mı bir Muhsin Ertuğrul Parkı Handan Hanım’la ikisinin bir bankta oturan heykelleri yapılsa… Geçmişle, gelecekle bağlarımızı böyle kurmaz mıyız? Galatasaray’daki müzede Behzat Butak’ın turne bavulunu gördüğüm anı unutamam. Muhsin Bey’in kütüphanesini, kuşlara ekmek attığı balkonu, kullandığı kalem takımını görmek kim bilir insanlara nasıl dokunurdu.
Söyleşiyi yapan: Fırat Güllü