Sacit Hadi Akdede
Giriş
Sanat alanında devletçilik ne demektir? Sanat alanında devletçilik olur mu? Olmalı mı? Olursa, nasıl olur? Tarihte sanatta devletçiliğe örnek gösterilebilecek uygulamalar var mıdır acaba? Bulunacak örnekler de ideolojik bir seçim midir? Sovyetler Birliği’nde Stalin döneminin kültür bakanlarından biri olan Jdanov’un telkin, propaganda bombardımanında sanatçıyı etkileme ve bir anlamda beyin yıkama, korkutma, olmadı cezalandırma ile sanatçıların Stalin, Jdanov ve ekibinin öngördüğü “ideolojiye” uygun sanat yapmalarını sağlama sanatta devletçiliğe örnek midir? “İdeolojiye uygun” sanat yapanların maddi koşullarının oldukça iyileştiği de bilinen bir gerçektir. Unutulmalıdır ki o dönemde sanata halkın talebi göreceli olarak bugünkü seviyesinden yüksektir çünkü henüz TV icat edilmemiştir. Eğer devlet hiç karışmasa sanat izleyicisi ile sanat üreticisi birbiri ile zaten buluşacaktır. Bununla birlikte devlet sanatı kendi “süzgecinden” geçirerek halka ulaştırmak istemiştir. Osmanlı döneminde padişahların divanında yer alabilmek için çeşitli şehirlerden İstanbul’a gelen veya vakti zamanında getirilip eğitilen, padişaha övgüler düzen, gül, bülbül konuları veya padişahın beğeneceği konularda estetik açıdan mükemmel olduğu söylenen şiirler yazan, ardından saraydan çeşitli memurluklar koparan şairlerin bulunduğu sistem sanatta devletçiliğe örnek midir? Unutulmamalıdır ki, sarayda divan edebiyatı yapan şairlerle eş zamanlı olarak halk edebiyatı şairleri de “ferman padişahın dağlar bizimdir” dizelerini yazmıştır. Bazı şairler devlet katında bazıları da halk katında muteberdir. Aynı anda hem halk edebiyatı hem de divan edebiyatı örneklerinin görüldüğü Osmanlı döneminde padişah ulufeyi kendine kasideler dizene dağıtmaktadır. Sarayın şairleri halk şairlerini muhtemelen sanatsal açıdan derinlikten yoksun, şairlikleri zayıf, aruz ölçüsünün müziğinden habersiz, “taşralı” görüyorlardı. Bu da devletçiliğe bir örnek midir? Aynı şekilde geçmişte birçok Avrupa ülkesi sarayında kralın yemek sonrası hazmını kolaylaştırıp uykuya daha kolay dalabilmesini sağlayan estetik açıdan muhteşem besteler yapan, müziği mükemmel icra eden ve aynı zamanda da sarayın her türlü nimetinden yararlanan bestecilerin, sanatçıların içinde bulunduğu sistem sanatta devletçiliğe bir örnek midir? Aynı şekilde Cumhuriyetin ilk yıllarında batılılaşma düşüncesinin ve bir anlamda “batılı” duyuş, düşünüş, yaşam tarzının yaygınlaşması amacıyla ve ona uygun olarak devlet tarafından kurulan kültür kurumları sanatta devletçiliğe bir örnek midir?
Burada kısaca iktisat tarihi ile ilgili bir bilgi de vermek gerekebilir. Kapitalizmden önceki toplumsal örgütlenmelerde, doğrudan üreticilerin (köle, serf ya da köylü/reaya) hareketliliği görece çok sınırlıdır. Bireylerin hem şehirler arasındaki fiziki hareketliliği hem de sınıf atlama anlamındaki hareketliliği… Bu durumda köle, serf ya da reaya arasından birinin hukuki olarak eğer yönetici sınıftan biri isterse sınıf atlaması mümkün olmaktadır. Diğer bir ifadeyle köle/serf/köylü doğan doğduğu sınıfın üyesi olarak ölüyordu. Diğer bir ifadeyle, devletçiliğin orta çağlardaki anlamıyla son iki yüzyıldaki anlamı birbirinden çok farklıdır. İktisadi büyüme son iki yüzyılın hikayesidir. İktisadi büyüme ve kalkınma sanayileşme ile sağlanmıştır. Ondan önceki yüzyıllarda doğrudan üreticiler geçimlik düzeyinde/karın tokluğuna hayat sürdürmüştür. Elbette yönetici sınıf israf edebilecek kaynaklara sahip olmuştur.
Devletçilik ne demek?
Devletçilik öncelikle iktisadi bir kavramdır. Kavramı kısaca ve bu yazıyı bir iktisat makalesi yapmak niyetinde olmadığımızı da belirterek açıklamak gerekirse, devletçilik piyasa mekanizmasının başat olduğu bir iktisadi sistemde bazı sektörlerde aramalı, nihai mal ve hizmet üretiminin ve üretim faktörü dağıtımının doğrudan devlet tarafından yapılması, devletin üretim faktörlerinin (özellikle toprak ve sermayenin) mülkiyetine sahip olması demektir. Diğer bir deyişle iktisadi sisteme içerden müdahale etmektir. Devletçilikle karıştırılan içinde devlet kelimesi geçen başka bir iktisadi kavram daha vardır: devlet müdahalesi. Devlet müdahalesinde üretim faktörlerinin mülkiyeti devlete ait olmak zorunda değildir. Teşvik edici, yönlendirici ve caydırıcı iktisat politikaları ile de devlet toplumsal hayata müdahale edebilir. Devletler, devletçilik politikasına, eğer ülke sosyalist bir ülke değilse, genellikle temel mal ve hizmetleri, kalkınma veya büyüme açısından stratejik ürünleri, sanayi mallarını üretecek bir özel sektörün olmadığı durumlarda başvurmuştur. Kalkınma ve büyüme açısından da öncelikli alan sanayi sektörü olmuştur. Türkiye özellikle 1930 ve 1939 yılları arasında çok yoğun olmak üzere öncelikle sanayi sektöründe devletçilik politikasını uygulamaya başlamış, sonraki yıllarda şiddeti düşük olsa da 1980’li yıllara kadar sürdürmüştür. Devletçilik politikalarının gerekçesi, kalkınma için önemli yatırımların yapılabilmesi için yeterli güçte ve büyüklükte özel sektör firmalarının az olması ya da hiç olmamasıdır. Bu durumda kalkınma için ilk “itişler” devletten gelmiştir. Ayrıca, bu politikalar özel sektörün geliştirilmesi amacını da gütmüştür. Diğer bir deyişle devlet eliyle güçlü bir özel sektör yaratılmak istenmiştir çünkü iktisadi ve toplumsal hayat için sosyalist sistem değil kapitalist sistem seçilmiştir. Bu amacın gerçekleşip gerçekleşmediği, özel sektörün rüştünü ispatlayıp ispatlamadığı konusu bunca yıl sonra bile iktisatçılar ve sosyal bilimciler arasında hala tartışmalıdır. Bununla birlikte bu konu bu yazının dışındadır.
Biz bu makalede sanat alanında devletçiliğin ne demek olduğunu tartışmaya açmak istiyoruz. Belki de daha doğru soru şudur: Sanat alanında devletçilik olur mu? Olursa nasıl olur? Ayrıca sanat alanında devletçilik olmalı mı? Öncelikle tartışmak istediğimiz sanat alanları da sahne sanatlarından opera, bale, senfonik müzik ve tiyatrodur. Bunun dışında resim, heykel, kaligrafi, hat, ebru, edebiyat, sinema alanlarının tartışılması başka bir yazıya kalacaktır.
Sanatları sınıflama
Daha fazla ilerlemeden bir noktayı hatırlatmakta yarar vardır: sanatlar onların asıl özelliği olan estetik boyutları dışında iktisadi ve politik yapılarıyla ilgili olarak üç kriter etrafında sınıflandırılabilir (Akdede, Devlet-Sanat İlişkisi kitabı,2014)
Yazıya-Söze dayanan / Yazıya-Söze dayanmayan sanatlar.
Bireysel çalışmaya uygun sanatlar (örnek edebiyat) /grup-ekip çalışması gerektiren sanatlar (örnek sinema, tiyatro, opera-bale-dans, orkestralar)
Piyasa mekanizmasına entegre olan/ olmayan sanatlar.
Konuyu gözümüzde daha iyi canlandırmak aşağıdaki tabloyla daha kolay olacaktır.
Yukarıdaki sınıflama kriterlerinden en sağlamı ve tartışmaya mahal bırakmayanı ilk kriterdir. Bazı sanatlar yazıya ve söze dayanır. Edebiyat, sözlü müzik, sinema, tiyatro, vb. Bazı sanatlar ise, yazılı metne ve söze dayanmaz: resim, heykel, içinde söz olmayan müzik senfonik müzik gibi, kaligrafi, el sanatları, vb.
İkinci kriter de görece sağlam bir kriterdir. Bazı sanatlar bireysel çalışmaya uygundur; edebiyatın her türü, resim, heykel gibi. Bunun yanında bazı sanatlar da grup/ekip çalışmasına uygundur; tiyatro, opera-bale, korolar, senfonik müzik, sinema gibi.
İlk iki kriter zaman ve mekân boyutundan bağımsızdır: şiir ilk doğduğu zaman ve mekânda da yazıya dayalıdır şimdi de her ülkede öyledir. Görece en zayıf kriter üçüncü kriter olan piyasa mekanizması ya da kapitalizme entegre olan ve olmayan sanatlar ayrımıdır. Bu kriter elbette ki zamana ve mekâna bağlıdır. Belli bir dönemde kapitalizme entegre olmayan bir sanat başka bir dönemde veya mekânda entegre olabilir ya da tersi de olabilir. Bu kriterin temel belirleyicisi tüketici/izleyici talebinin çok olmasıdır. Talebi çok olan her malı piyasa mekanizması kendiliğinden üretir. Bu talebin nasıl oluştuğu bu aşamada bizim için çok gerekli değildir. Kapitalizme içinde yaşadığımız dönemde en çok entegre olan sanatlar sinema, popüler müzik, bir dereceye kadar yayıncılıktır. Elbette bazı heykeltıraşlar, ressamlar, roman yazarları da kısaca her sanat türünden az sayıda kişi, çok ünlü (Çok fazla insan tarafından tanınmak demektir) olmuşlar ve yaşamlarını geçimlik düzeylerin çok üstünde sürdürebilmişlerdir. Bununla beraber, ünlü sayısının sayıca çok az (diğer türlü ünlü olarak adlandırılmazlar) olduğunu vurgulamak gerekir. Emek piyasasındaki bu özellik “winner-takes-all” (ünlü birkaç kişi parsayı toplar, ortalama gelirin medyan gelirden çok yüksek olma durumudur) olarak adlandırılır ve hemen hemen her sanat dalında görülür. Şimdi en tartışmalı olabilecek olan üçüncü kriterin bu özelliklerini de akılda tutarak, aşağıda “genel” bir sınıflamayı gösteren tablo verilmiştir. Bu sınıflamalar önemlidir çünkü gerek sanatta devletçilik gerekse de sanatta devlet yardımı veya desteği gibi kavramları açıklarken bu sınıflamalara dönülecektir.
Tablo 1. Sanatların politik olma durumu
Bireysel
çalışmaya uygun |
Grup çalışmasına Uygun | Yazıya-Söze dayanan | Yazıya-Söze dayanmayan | |
Piyasa mekanizmasına
entegre olmuş |
Roman
Öykü
|
Sinema
Sözlü popüler müzik |
Roman, Öykü
Sinema Sözlü popüler Müzik (Kendinde politik) |
Resim
|
Piy. Mekaniz. entegre olmamış | Şiir
Kaligrafi El San. Hat Ebru |
Senfonik müzik
Bale Opera Korolar |
Şiir
Opera Tiyatro Sözlü müzik(Klasik Türk Müziği) (Devlet ve Vakıf-Dernek desteğiyle politik) |
Senfonik Müzik
Bale Heykel Dans |
Bireysel
çalışmaya uygun |
Edebiyatın her türü
|
Resim
Heykel Hat Kaligrafi Ebru |
||
Grup çalışmasına Uygun | Tiyatro
Sinema Opera Sözlü müzik |
Senfonik müzik
Bale-Dans |
Yukarıda da vurgulandığı gibi bu tablo genel bir sınıflama yapmak, düşüncemizi sistemli takip etme amacıyla hazırlanmıştır. Sanata ilişkin üç kriter etrafında yaptığımız sınıflamayı maalesef iki boyutlu bir tabloda göstermek zorunda kalmamıza karşın, gene de anlaşılır olduğunu ümit ediyoruz. Bu tablodaki sınıflamalara katılmayanlar, gerekçesini de belirttiği sürece sanatların sınıflamalarının yerlerini değiştirebilirler. Bununla birlikte bu değişiklikler olsa bile tablo çok fazla değişmeyecektir.
Şimdi burada sanatta devletçilik bakımından önemli olduğunu düşündüğümüz bir boyutu daha eklememiz gerekecektir: yazıya-söze dayanan sanatlar genel olarak yazıya-söze dayanmayan sanatlara göre daha politiktir. Politik olmak demek politik mesajlar verme kabiliyetinin yüksek olması demektir. Yazı ve sözü kullanan sanatlar, akla da çok uygun olduğu gibi, sözsüz sanatlara göre daha çok politik mesaj verebilir. Şimdi burada hemen itirazlar yükselebilir. Picasso’nun Guernica tablosunu birçok yazılı metinden daha politik bulan entelektüeller elbette vardır. Bunun yanında ortalama bir ortaokul mezunu için aynı yargıda bulunmak zordur. Politik mesajlar da genellikle ortalama insanlar için verilir, üst düzey entelektüeller için değil. Politik olma derecesindeki kriterin söz olması çok anlaşılırdır. Burada Yunus’tan bir beyit konuyu daha da pekiştirir.
“Söz ola kese savaşı söz ola bitüre başı
Söz ola agulu aşı balıla yağ ide bir söz”
Bir sonraki yazıda özellikle piyasa mekanizmasının kendiliğinden yarattığı politik olma durumu ile devlet desteğinde politik olma durumu üzerinde durulacak ve sanatta devletçilik konusu incelenmeye devam edecektir. En son da bir tiyatro modeli önerisi ile bu seriyi bitirmeyi planlamaktayız.