Işık Barış Fidaner
Zeynep Nur Ayanoğlu Moda Sahnesi’nin “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” (Bernard-Marie Koltès) oyununda süblimleşmenin sahnelendiğini anlattı [1]. O yazıda örtük kalan iki noktayı açmak istiyorum.
Birincisi: Oyunda sahnelenen süblimleşme kapitalizm ile ilgilidir, yani Marx ile Engels’in Komünist Parti Manifestosu‘nda “katı olan her şey buharlaşıyor” sözüyle tarif ettikleri süblimleşmedir [2].
“Yabancı” adıyla anılan ana karakter oyun boyunca bir Öteki ile konuşur. Seyirciler bu Öteki konumundan Yabancı’nın monoloğunu izlerler. Aslında Yabancı’nın bir oda bulup biraz uyumak, bir muhatap bulup derdini anlatmak gibi masum dilekleri vardır. Ama bu dilekler konuştuğu Öteki’nin kapitalist dolayımı yüzünden hadsizlik, serserilik hatta patoloji görünümüne bürünür.
Kapitalist süblimleşme Yabancı’ya bir insan olarak tutunabileceği hiçbir tarih veya gelenek bırakmamıştır, zaten onu Yabancı kılan da budur. “Uluslararası ölçekte bir sendika” fikrini öne sürerek kapitalist süblimleşmenin önüne bir set çekmek ister, ama bu fikir Öteki’nin (ve seyircinin) kulağına bir şaka gibi gelir, anlattığı diğer her şey gibi uçup gider. Sonuç olarak Yabancı’nın onu dışlayan Öteki karşısında geliştirdiği savunmaların hepsi boşa düşer, dileklerini bir türlü temize çıkaramaz.
Oyunun sonunda Yabancı’nın yüzüne bulaşıp onu lekeleyen kırmızı boya ve su çarpıp boyayı temizlemesi, uzun monoloğu boyunca asla beceremediği temize çıkarma işinin ironik bir canlandırmasıdır. Seyircinin bilincini eli boş göndermemek için sunulmuş yalancı bir temsildir bu. Oyun seyircinin bilinçdışını hiç boş bırakmaz ama Öteki nezdinde tatmin sağlamak için seyircinin bilincini de memnun etmesi şarttır. Yabancı’nın dilekleri aslında hiç temize çıkamadığı için oyun “Yağmur, Yağmur, Yağmur…” diye diye tekrarlayarak kesilmek zorunda kalır.
İkincisi: Sahnedeki temsilde başından sonuna dek hiçbir erime ve sıvılaşma olmaz, fakat oyun boyunca biz seyredenler olarak erir gideriz, bu da “süblimleşme”nin Freudcu psikanalizdeki anlamı olan yüceltimdir. Yüceltim insanın cinsel dürtülerini “doğal” hedeflerinden uzaklaştırarak farklı yönlere çekebilme yeteneğidir. Yüceltim yapan insan cinsel dürtüsünü bastırmaz (bastırma daha farklıdır) ama onu “doğal akışından” saptırarak sanat, bilim, politika gibi farklı uğraşları beslemek için kullanmayı becerir.
Tırnak içinde yazmam “doğallık” denilen halin kendi özünden bihaber bir katılık olduğunu belirtiyor. Yabancı’nın oda ve muhatap gibi “masum” dileklerinin ağzından çıktığı anda uçup gitmesinin bir nedeni kapitalist Öteki’nin onu dışlaması ise öbür nedeni de Yabancı’nın “doğal” katılığıdır, yani kendi özünden bihaber olmasıdır.
Bu iki etken “yabancılaşma”nın Marksist ve Freudcu iki yüzünü oluşturur. Bu ikili yabancılaşma haline “ideoloji” denir. Marksizm ideoloji alanında “fol bilinci” (false consciousness) düzelterek “sahi bilinci” (true consciousness) gerçekleştiren Marksist bir ideolojiyi hakim kılmaya çabalar. Freudcu psikanalize göre ise bilinç ve ideoloji her zaman foldur ve sahiliğe (hakikat, truth) giden yol bilinçdışından geçer [3].
Sahnedeki Yabancı kapitalist Öteki nezdinde Marksist anlamda yabancılaşarak “katı olan” diğer “her şey” gibi “buharlaşır”. Yani birinci anlamda süblimleşir. Yabancı’nın konuştuğu Öteki konumunu işgal eden seyirci ise Yabancı’nın “doğal” (ideolojik) katılığına çarparak Freudcu anlamda yabancılaşır ve sonuçta eriyerek yüceltim yaşar. Yani ikinci anlamda süblimleşir.
Öznenin Öteki nezdinde “Yabancı”laşması karşısında seyircide oluşan yüceltim bizzat Öteki’nin kendi kendisine yabancılaşmasıdır: Seyirci içine düştüğü Ötekilik dahilinde kendi kendisiyle mesafelenir, böylece sahnedeki Yabancı gibi umutsuz kalıp buharlaşmak yerine kendi katı bilincini eriterek umut kazanır. Lacancı psikanalizde buna “ayrılma” adı verilir. Bu kavrama dayanarak seyirciye “Ayrı” adını takabiliriz. Demek ki bu oyun Yabancı ile Ayrı’nın karşılaşmasını sahnelemektedir.
Yabancı’nın tiyatro oyununa Ayrı’nın şahit olması aklımıza “yabancılaşma”ya üçüncü anlamını veren Brecht’i getirir. Brecht’in “yabancılaşma etkisi” veya “mesafelenme etkisi” adını verdiği tiyatro tekniği aslında psikanalizin “ayrılma” dediği şeye daha yakındır. Yukarıda bahsettiğimiz mesafelenme etkisidir.
Slavoj Žižek’e göre psikanalitik “ayrılma” keyfiyet (jouissance) ile ilgilidir [4]. Her ideoloji kendisini biricik kılan ve kelimelerin kifayetsiz kaldığı özel bir nitelik taşıdığını zanneder. Sahnedeki Yabancı böyledir. “Ayrılma” ise keyfiyetin bütün ideolojilerde her zaman aynı kalan evrensel bir töz olduğunun farkına varılmasıdır. Yabancı karşısında Ayrı’nın zihninde şekillenen gerçek budur.
Daha oyunun adını okuduğumuzdan itibaren “ayrılma” başlar: “Ormanlar” sözü eski haritalarda meçhul bölgeleri belirten “Burada ejderhalar var” (Here be dragons) ibaresi gibidir. Orası bilgi ve kontrolü aşan gizemli bölgedir. Yani keyfiyettir. Ama keyfiyet yasaktır ve özne iğdiş edilmiş bir “Yabancı”dır. Eksiklik hissedip arzu duyabilmek için keyfiyetin biraz gerisinde durmalıdır (“Öncesinde”). Yine de keyfiyete dokunabilecek kadar yakın olmalıdır (“Hemen”). Bilinç yerine bilinçdışına seslenmelidir (gündüz yerine “Gece”).
Keyfiyet töz itibariyle hep aynı da olsa farklı biçimler alır. “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” oyununda eril öznenin “fallik keyfiyet”i sahnelenmektedir. Yabancı’nın kendini temize çıkarma çabaları bunun göstergesidir. Eril özne (erkek veya kadın) “doğal ideolojisi” itibariyle kendi özünden bihaberdir. Ama bu özün sırrı çözülemez, yani görüntülerin arkasına saklanan pozitif bir içerik yoktur. Eril özne kendi özünün kendi özünden bihaber olmak olduğundan bihaberdir sadece. Öznenin bihaberliği bu şekilde özyineleme (recursion) ile fraktal gibi sonsuza dek açılabilir [5]. Eril özne bu fraktalın baş döndüren uçurumundan korkan ve ondan kaçınabilmek için “tamamlayıcı ve doğru” bilgiye tutunarak tamamlık taslayan öznedir [6]. Dişil özne ise bilgisini tamamsız kılan ve onu lekeleyen bu bihaberlik uçurumuyla (yani “semptom”la) özdeşim kurar. Dişil öznenin “Öteki keyfiyet”ini sahneleyen bir oyun bundan çok daha farklı olurdu.
Notlar:
[1] Zeynep Nur Ayanoğlu (2021) “Ormanlardan Hemen Önceki Süblimleşme”, Mimesis (Oyun 30 Nisan’da tekrar sahnelenecek)
[2] Karl Marx & Friedrich Engels (1848). Manifest der Kommunistischen Partei [Komünist Parti Manifestosu].
[3] Sahi ve fol terimleri konusunda bkz. Işık Barış Fidaner & Zeynep Nur Ayanoğlu (2021) “Doğrusu, Sahiliğin Eksikliğini Hissediyoruz”, Birikim Güncel: https://birikimdergisi.com/guncel/10562/dogrusu-sahiligin-eksikligini-hissediyoruz
[4] Slavoj Žižek’in Düşlemler Salgını kitabında “ayrılma”yı anlattığı bir pasaj.
[5] Bu fraktal tekdüze bir dizi ile örtülür: “inkâr, inkârın inkârı, inkârın inkârının inkârı…” Yalana tutunan birisi her inkâr ettiğini bir kat daha inkâr ederek bu diziyi uzatacaktır. “Yadsıma” ile “yadsımanın yadsınması” arasındaki Hegelci diyalektik ayrım “inkâr” ile “inkârın inkârı” arasında bulunmaz. Kendi üzerine katlanarak uzayan inkâr döngüsü “kötü sonsuz” olarak yadsımadır. İnkâr zincirinin kırılması ise nitelik farkına yol açan “sahi sonsuz” olarak yadsımanın yadsınmasıdır, Minerva baykuşunun havalanarak yalancının mumunu söndürdüğü yatsıdır.
[6] Işık Barış Fidaner (2020) “İmgesel Yabancılaşma (Tamlık Taslama) ile Simgesel Yabancılaşma (Tamamlık Taslama)”, Yersiz Şeyler