Hazal Şahin: Öncelikle bu iki genç kadının KAT’ı kurma serüvenlerini merak ediyorum. Her şey yolunda giderken mi kuruldu yoksa bu iş böyle olmayacak deyip kolları mı sıvadınız?
Dilan: Hem her ikisi de hem ikisi de değil. Yani bazı anlar var ve hadi yapalım ne duruyoruz diyor insan sanırım benim için öyle bir yerdeydik. Üretmeyi, oynamayı, yaratmayı seven iki okul arkadaşıyız. Bu noktada neden birlikte yeni bir şeye adım atmayalım fikri çok güzeldi. Nazlı ilk olarak kendi oynamak istediği öyküyle gelip beni de bu konuda motive ettiğinde bir de üstüne Gamze’nin öyküsünü okuduğumda tüylerim diken diken oldu zaten. Sonra da serüvenin peşine düştük.
Nazlı: Vallahi her şey yolunda gitmiyordu açıkçası, başkalarının tiyatrolarında çalışmaktan sıkılmıştım ben. Bir aradım Dilan’ı biz neden kendi oyunumuzu yapmıyoruz diye, böyle bir hayalimiz vardı zaten okuldan beri… O da hadi yapalım deyince kendi hayal ettiklerimizi uygulamaya koyulduk. Okumalarla başladık. Seda aramıza katıldı, Gamze’den, Melike’den destek aldık ve KAT böylece kuruldu.
HŞ: İkinizde Eskişehir’de konservatuar eğitimi için yaşadıktan sonra İstanbul’a geldiniz diye biliyorum. Sizi İstanbul’a getiren şey neydi?
Nazlı: Türkiye’de sektör ve fırsatlar denilince sadece İstanbul’u söyleyebiliyoruz ne yazık ki. Ben İstanbul’u çok seven bir insanım fakat tiyatro sinema ve dizi sektörünün sadece bir şehirde olması yığılmalara sebep oluyor ve kaosun içinde buluyorsunuz kendinizi. Yani çok da alternatif yok İstanbul’dan başka. Oyuncu olarak gelişmek kendini göstermek için kurtlar sofrasının tam ortasına atman gerekiyor kendini, biz de öyle yaptık.
Dilan: İstanbul çok sevilen bir şehir, oyunculuk için fırsatlar şehri gibi duruyor başka her şey için de öyle aslında o yüzden mutlaka herkes bir kere yaşıyor ya da yaşamak istiyor.
HŞ: Yüzyirmi Metrekare oyunu iki kadının hikayesini anlatan ve iki kadın yazar tarafından yazılmış, kadın yönetmenin yönettiği bir kadın oyunu. Her iki hikayede de seyrederken ortaklaştığım çok yer oldu. Ve seyrederken aklımda hep ‘’kadın kadının yurdudur’’ sözü döndü durdu. Sanırım ilk defa kadın kelimesi bu kadar çok tekrarlıyorum bir soruda J Sizin de gözle görülür baskın bir tercihiniz var, hem ekip olarak hem anlatım biçimi olarak. Neler paylaşmak istersiniz bu duruşunuzla ilgili?
Nazlı: Açıkçası bu net ve bilinçli bir tercih olmakla beraber bir refleks de oldu benim için. Kadın hikayeleri anlatmayı, yıllardır erkek dilinin gerisinde kalmış kadın karakterleri feminist dramaturji ile ele almayı bırakacağımı sanmıyorum. Bu KAT’ın da bakış açısında var. Teknik ya da kreatif alanda ne kadar kadınla bir arada çalışırsak o kadar mutlu oluruz. Metinlere ve hikaye kurgusuna gelince anne olma, kız çocuğu olma ve ikisinin iç içe geçmişliği üzerine kurulu bir oyun metni bizimki. Gamze ve Melike öyle uyumlu metinler yazmışlar ki farketmeden, biz de onu farkedip bir araya getirdik. Oyunu izleyip hikayenin kadının kadına uyguladığı baskı üzerine kurulu olduğunu düşünen kişiler oldu (tabii ki bir erkek) ama biz biliyoruz ki ataerkil buna zemin sağlayan düzen, o sebeple kadınların birbirinin yurdu oluşu vermeye çalıştığımız temel mesaj.
Dilan: Aslında bir cinsiyet söyleminin tam olarak üzerinde duruyor gibi görünüyor ki duruyoruz ama bunu ayrıştırmanın ötesinde insani noktalardan birleştirerek yapmaya çalışıyoruz. Toplumda yaşanılan süreçler ve öğrenilmiş gerçeklikler malum.. Bizim de yetiştirilişimizden gelen kadın olmakla ilgili yaşadıklarımız bu hikayelerde o kadar canlı canlı dile getirilmiş ki anında sahiplendik. Ayrıca ekip olarak yola çıkışımızda da her sektörde istihdam konusunda bu kadar zorlanırken bu tercihleri benimsemek çok iyi geldi açıkçası. Ayrıca üretme noktasında sadece kadın olmak değil sesini duyuramamış ama duyurması gerektiğine inandığımız herkese de çok açığız, birlikte büyümek ilham verici.
HŞ: Gaziantep’e turneye gittiğinizde orada nasıl tepkilerle karşılaştınız. Böyle meselelerin tabu olduğu yerlerde tepkiler daha dikkat çekici oluyor sanırım değil mi? Ya da böyle meseleler gerçekten konuşulmuyor mu?
Dilan: Açıkçası ben çok istesem de çok da korktum. Bir kere bütün akrabalarımın geleceğini biliyordum. Onların karşısında oynamak ayrı heyecan verici; “Kız Evlat” olmak ve bunu izlemeleri ayrı heyecan vericiydi. Gamze’nin öyküsündeki kızın babasıyla ve annesiyle olan süreci bilerek ki annem oyunu izlemişti babamın karşısında mezuniyetimden sonra ilk defa oynayacak olmak uuuf! Tüylerim ürperiyordu. Herkesi salonda hissettik oyun başladığında ve inanılmaz güzel bir ortam vardı. Çok güzel tepkiler aldık, hiç benimsenmediği kadar benimsenmiş ve içselleştirilmişti oyun. Sorular, konuşulanlar, sahipleniş beklediğimizin üstündeydi.
Nazlı: Gaziantep’in çok değişik ve ilgili bir seyircisi vardı. Farklı oyunlar izlemekten oldukça memnun bir kitleyle karşı karşıyaydık. Çok içten çok besleyici yorumlar yaptılar. Zaten Antep de öyle bir şehir içten ve besleyici:)
HŞ: Yeni kurulmuş bir tiyatro olarak pandemiden önce oyunlarınızı rahat oynayabiliyor muydunuz? Sahne bulmak, o sahnenin kirasını ödeyebilmekte güçlük yaşadınız mı?
Nazlı: Biz yeni bir ekip olduğumuz için adımızı duyurana ve seyirci kitlemizi oturtana kadar pandemi başladı maalesef. Pandemi öncesi süreçte bazı büyük ve küçük sahnelerin programına girdik. Moda Sahnesi ve Kumbaracı 50’de sahne aldık.Kendi sabit seyircisi olan sahnelerde oynamak tabii ki avantajlı ama küçük sahnelerde oynadığınızda çok az seyirciyle karşılaşabiliyorsunuz. Bir kaç kez tabiri caizse battığımız oldu az seyirciden kaynaklı, ileride gülerek anarız artık 🙂 Esas sorun sanırım İstanbul seyircisinin garantici olması, tiyatroya giden belli sayıda seyirci var onlar da popülerleşmiş oyunları tercih etmeye meyilliler. Yeni oyun yeni oyuncular keşfetmeye pek cesaret etmiyorlar sanırım; halbuki İstanbul’da keşfedilecek çok fazla küçük ekip var.
HŞ: Oyunu çalışırken sizin de kendinizle yüzleştiğiniz, zorlandığınız yerler oldu mu?
Nazlı: Bir gün var ki unutamam. Daha oyunun provalarına tam başlamamışız okuma yapıyoruz, öykülerle ayrı ayrı bir anda kendi anne kız ilişkilerimizden konuşmaya başladık okumayı bırakıp. Saatlerce konuşup ağlayıp kahkaha atıp tekrar ağlayarak garip bir dramaturji çalışması yapmış olduk 🙂 Benim şahsen kız evlat olmakla ilgili yüzleştiğim çok şey var bu oyunda. Gamze’nin öyküsünü ilk okuduğumda beni temelimden sarsmıştı, kendi meselelerimizden kaynaklı çok hissettik öyküleri. Mükemmel annelik dayatması var dünyada. En iyisini düşünmek sürekli fedakarlık etmek ve tüm bunları hiç ses çıkarmadan yalnız başına yapmak zorundasın. Ebeveynlik çok zor ve anneler hep yalnız bırakılıyor her anlamda sorumluluğun çoğunu üstleniyor. Melike’nin öyküsü ise buna bir başkaldırı niteliğinde bana göre… Mükemmel annelik yoktur ve çocuk bakmak sadece kadınların görevi değildir.
Dilan: Çok yer var. Annesi ile çocukluğundan beri gerekli bağları kuramamış; baba figürünün gölgesinde kalmış bir anne kız ilişkisi. Toplumun söylemleri hep daha değerli. Sürekli dizginleri tutulan isyankar evlatlar gibiyiz. Bunlara yabancı değiliz. Ama özellikle inadı tutup da annesini o sandık için ağlattığı yer; Nazlı ile de çalışırken orada hep bir dururduk o kadar tanıdık ki o inatlaşma.
HŞ: Ben oyununuzu ‘’keşke daha fazla Anadolu turnesi yapsa’’ diyerek seyrettim. Var mı böyle planlarınız?
KAT: Neresi davet ederse biz oraya gitmeye hazırız.
HŞ: İki yakın arkadaşın sahnede partner olması üstelik birinizin de yönetmen olması aranızdaki dengeyi nasıl koruduğunuzu merak ettiriyor? Nasıldı sizin için?
Dilan: Harikulade. Kendimi yüzde yüz güvenle teslim edebileceğim bir yönetmen vardı karşımda. Fikirlerine ve zekasına güvendiğim çünkü bunlar dostluğun ötesinde şeyler; iş yapıyoruz. Önerimi çok daha cesur tutabiliyordum çünkü karşılığı vardı; Nazlı denemekten korkmayan cesur bir yönetmen. Aynı zamanda sahnede de partnerim yani hem oynuyor hem yönetiyor hem yanımda hem karşımda daha ne olsun..
Nazlı : Bir kere Dilan çalışması çok kolay bir oyuncu hem partnerim olarak söylüyorum bunu hem yönetmen olarak. Birbirimizi iyi anlıyor ve yönlendirebiliyoruz. Prova sırasında yönetmen oyuncu ve oyuncu oyuncu ilişkilerini rahatlıkla sürdürebilmemizin en büyük nedenlerinden biri Dilan’ın oyuncu olarak etik ve disiplinidir. Beni yönetmen olarak kabul edip kendini bana emanet etmesi ve o tatlı hiyerarşiye uyumu inanılmazdı çünkü biz çok yakın arkadaşız ve bu bize yönetmen oyuncu ilişkisinde tuzak kurabilecek bir durumken ikimizde bu durumu profesyonelce ilerlettik diye düşünüyorum.
HŞ: Kendi yolculuğunuzda, oynadığınız karakterlerle özdeşleştirdiğiniz yerler oldu mu? Bir kadın olarak ‘’çok geç anladım’’ , ‘’keşke daha erken öğretilseydi’’ dediğiniz cümleleriniz var mı?
Nazlı: Benim karakterim biraz anti kahraman oyunda ama kadın olarak yaşadığımız bize yaşatılan bir sürü ortak şey yaşıyoruz onunla. Erkeklerin bakışları, tacizleri ve hayatı kendilerininmiş gibi yaşayıp kendi kurallarını koymaları ile ikimizin de derdi var. Erkekler bizim yerimize karar verip bizim adımıza kararlar alıyorlar. Bir yandan da benden tamamen farklı bir kadın benim asla kurmayacağım cümleler onun ağzından dökülüveriyor oyun sırasında 🙂 Sorunun diğer kısmına gelince bazı şeyleri geç anladık bazı şeyleri daha anlamadık ve sonra anlayacağız, muhakkak bunlar olacak ama sizi anlayan ve yanınızda olan kadınların varlığını bilmek en kıymetli bilgi bence. Hata yapsanız da düşseniz de kalksanız da onlar var.
HŞ:Bundan sonra üzerine çalışmak istediğiniz sizi heyecanlandıran projeleriniz var mı? KAT nasıl bir yol izleyecek?
KAT: Tabii ki yeni projeler var ama öncesinde doya doya Yüzyirmi Metrekare’yi oynamak istiyoruz. KAT yoluna devam edecek.
HŞ: Pandemi süreci üretiminizi nasıl etkiledi? Nasıl bir destek kolaylaştırabilirdi sahnelerin kapandığı, oyunların oynanamayıp kazanç sağlayamadığınız bu günleri?
KAT: Bazı oluşumlar, Tiyatro Kooperatifi, Nef Vakfı, Oyuncular Sendikası gibi oyunculara ufak katkılar sağlamaya çalıştılar. Bu çok hoş olsa da tabii ki yeterli olması mümkün değil. Sanatçıların devlet tarafından desteklenmesi gerekli.
HŞ: Sizi takip eden genç kadınlara buradan seslenseniz onlara neler söylersiniz?
KAT: “Gece karanlıktan korkarsan bu kenti ateşe veririz.”
FOTOĞRAFLAR: ORÇUN ERTAMAN