Bahar Çuhadar
Tiyatrolar bir yıldır kapalı. ‘Geçen bir senede en çok neyi özledim’ diye düşündüm önce… Sonra da tiyatroyu var eden insanlara; oyuncu, yazar, yönetmen, teknisyen, tasarımcı, seyirci ve eleştirmenlere “Siz en çok neyi özlediniz?” diye sordum.
Hafta başı: Programda gözüme kestirdiğim oyunun sorumlusu telefonda “Hiç yer yok” diyor. Geç aradığım için kendime kızıp oyunun ‘dolmasına’ sevinerek bir diğerine yer bulup ‘oyun arkadaşlarıma’ duyuruyorum: “Geliyor musunuz?”
Oyun akşamı: Karnımızı doyururken masada gündem sadece tiyatro. Yeni oyunlar, provası devam edenler, bayıldığımız yeni metinler, ödül adaylıkları…
Son 15 dakika: Fuayedeyiz, oyunlarda karşılaştığımız tanışlarla ayaküstü sohbetler, son dakika çayları.
Son 5 dakika: Sahne arkası ekip telaşla koşturuyor. Gözlerim bir yandan dekorda, bir yandan da seyretmesi en az oyunun kendisi kadar zevkli olan o koşuşturmada.
Oyun: Diğer seyircilerle tepkilerim bazen kesişiyor, bazen en alakasız yerde patlayan tek kahkaha bana ait. Arada sahnedeki oyuncuyla göz göze geliyoruz, tanışıyorsak “Ooo geldin mi?” (Bazen de “Vaay yine mi geldin?”) bakışları gözlerinde. Ufacık bir gizli gülümseme konuyor dudağıma.
Prömiyer akşamıysa sahneden havaya yükselen elektrik beni bile geriyor, ‘pişmiş’ bir oyunsa oyuncuların seyirciyle flört eder hale gelmiş rahatlıklarıyla ben de gevşiyorum.
Oyun çıkışı: Koşarak Ziba’ya gitmeliyiz, soğuk bira eşliğinde konuşacak çok şey var. Yolda dayanamayıp Twitter’da, Instagram’da oyundan bahsediyorum, kısacık. Belki önümüzdeki bir sene herkese “Gitsenize şu oyuna!” diyeceğim.
Bir sene sonra, bugün: Çok özledim. Yukarıdakilerin hepsini ve çok daha fazlasını.
Son 20 küsur senedir sık aralıklarla, 10 senedirse haftada en az bir akşam tiyatroya gidiyorum. “Geçen bir senede en çok neyi özledim” diye düşündüm önce. Sonra da tiyatroyu var eden insanlara; oyuncu, yazar, yönetmen, teknisyen, tasarımcı, seyirci ve eleştirmenlere “Siz en çok neyi özlediniz?” diye sordum.
27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü bir daha hiç ‘özlediklerimizle’ kutlamamak ve fuayelerde buluşmak üzere…
SEYİRCİ SESLERİNİ…
Tilbe Saran, oyuncu
Oynamak: Oyun öncesi içilen sade kahvemi hazırlarken ya da bitki çaylarımı demlerken kulağıma çalınan kulis şakaları soslu salona yerleşen seyirci sesleri, karanlıkta giderek azalan fısıltılar, gıcırdayan koltuklar, kıkırdaşmalar, el ele oturmalar… Seyretmek: İyi bir oyun sonrası kafamı bulutlandıran soruları, anları yeniden yeniden düşünürken daldığım uyku…
İNCE İŞ HEYECANINI…
Emre Koyuncuoğlu, yönetmen
Sabaha kadar ışık yapmayı. İnce iş heyecanını ve ertesi gün provasına oyunculara sürprizler hazırlamayı…
ARKADAŞLARIMA SARILMAYI…
Şebnem Bozoklu, oyuncu
Her oyun başlamadan önce heyecandan buz gibi olmuş ellerimle kulisten sahneye yürürken yavaşça kulaklarıma dolan seyircilerin sesini özledim. Konuşuyorlar, gülüyorlar, koltuklarına yerleşiyorlar. Oyun sonlarında arkadaşlarıma sarılmayı, oyunu konuşmayı, “Şimdi ne yapıyoruz” demeyi özledim. Seyirci olarak gittiğim oyunlardaysa en çok salonun güzel kokusunu, ışıkların karardığı an kalbimin atmasını ve perde kullanılmayan bir oyunsa son beş dakikada dekoru izlemeyi özledim.
YENİ BİR SAHNEDE OLMAYI…
Berkay Ateş, oyuncu, yönetmen, yazar
15 sene boyunca ilk defa sahneye çıkamadığım bir yıl geçirdim. Bu süreçte birçok şeyi özledim; oyunun başlangıcında seyircinin ilk sessizliğinden kulisteki kahkahalarımıza kadar. Ancak şu an ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ ekibiyle İstanbul dışında, daha önce oynamadığımız bir sahneye turne yapmak isterdim. Her yerini yeniden keşfettiğimiz, saatlerce beraber zaman geçirdiğimiz dolu dolu bir tiyatro günü yaşamak isterdim.
BAŞKA BİR RUH HALİ…
Laçin Ceylan, yönetmen, oyuncu
‘HİÇ Mİ BİLET YOK’ SORUSUNU…
Barış Yaman, Moda Sahnesi kurucu ortağı ve gişe sorumlusu
Oyun öncesi bizim fuayede çalan zili ve “Halk Eğitim burası mı” diye koşmaktan nefesi kesilmiş seyirciye “Şu duvarın arkası” demeyi, oyunu başlatıp kendi konserime yetişmelerimi ama ille de gişeden bilet alan seyircinin “Hiç mi yok” sorusunu…
SEYİRCİLERİ GÖZETLEMEYİ…
Pervin Bağdat, oyuncu
Oyundan önce perdenin üstündeki ufacık bir delikten ya da dekordaki bir boşluktan, ışık odasından ya da balkondan salonu gözetleyip seyirci kesmeyi, o gün özel biri gelmişse nerede oturmuş, ne yapıyor diye bakıp heyecanlanmayı özledim.
YENİDEN, YENİDEN OYNAMAYI…
Murat Mahmutyazıcıoğlu, yazar, yönetmen
Sahnelediğimiz oyundan yorgun argın eve dönüp hele de iyi bir oyunsa kafamda yeniden yeniden güzel anlarını oynatmayı özledim.
SON ANDA YETİŞMELERİ…
Gülin Dede Tekin, eleştirmen
Koşarak sahneye giderken içime dolan heyecanı, sona kaldığımda gişedeki ya da girişteki arkadaşlarımla birbirimize gülümseyerek ‘Yetiştim işte’ bakışı atışımızı bile özledim.
O SON SESSİZLİĞİ…
Utku Kara, ışık tasarımcısı
En çok prömiyer günleri salona seyirci alınmadan hemen önceki dakikalarda yaşanan sessizliği, heyecanı, tedirginliği, yoğunluğu…
Özden Selim Karadana, asistan, oyuncu
Oyunun başlamasına beş dakika kala artan kalp atışlarımızı özledim.
YÜZLERDEKİ MEMNUNİYETİ…
Serra Aybars, Kumbaracı50 mekân koordinatörü
En çok oyun bittikten ve seyirciler fuayeye çıkmaya başladıklarında ortamdaki hem fizyolojik hem psikolojik sıcaklığı, yüzlerdeki memnuniyeti, parfüm-sigara-sahnenin karışan kokularını özledim.
OYUNDAKİ AKSİLİKLERİ BİLE…
Serdar Orçin, oyuncu
En çok kulis muhabbetlerini özledim… Bir de oyundaki aksilikleri… Belki ömür boyu anlatılacak aksaklıkları; unutmalar, kaçırmalar, toparlama çabaları gibi o ana ait olayları özledim. Ve tabii izleyici olmayı, oyun izlemeyi de…
KALBİMDE ZIPLAYAN HINZIR ÇOCUĞU…
Tolga İskit, oyuncu
Oyun bitmiş. Alkış kıyamet. Selamını veriyorsun. Sonra dönüp arkanı kulise yollanıyorsun. Sahneyi gerçek sahibine, sessizliğe emanet ediyorsun. Sonra terinden, çamurundan kurtulup eve doğru yola çıkıyorsun. Sokaklardan, vapurlardan, dolmuşlardan, metrolardan geçerken hınzır bir çocuk kalbinde zıplıyor. Bir şarkı söylüyor: “Benim gizli bir bildiğim var!”
SEYİRCİYİ KARŞILAMAYI…
Gülhan Kadim, oyuncu, yönetmen
En çok, küçük kulisimiz kalabalıklaşmadan ayna karşısına geçip sakince makyajımı yapmayı özledim. Oynamıyorsam da öncesinde sağa sola koşturup “Kapı açılıyor!” diye bağırdıktan sonra, kapıyı açıp sıradaki ilk seyirciyle neşeli bir gülümsemeyle karşılaşmayı özledim.
‘SON 5 DAKİKA’ ANONSUNU…
Asu Maro, gazeteci, tiyatro eleştirmeni
Yerimi bulup oturduğum, birkaç tanıdık görüp el sallaştığım, “Oyunun başlamasına beş dakika var” anonsunu duyduğum zaman dilimini özledim. Bazen perde kapalıdır hani, telaşlı ayaklar geçer, bazen perde bile yoktur… Gülecek misin, ağlayacak mısın, sıkılacak mısın belli değildir. Heyecanlı, meraklı bir bekleme anı…
KONUŞMALARA KULAK KABARTMAYI…
Mihran Tomasyan, dansçı, koreograf, oyuncu
Bir dans gösterisine gitmeyi, daha fuayede dans öğrencisi olduğunu hemen anlayabileceğiniz seyircilerin aralarından geçmeyi, konuşmalarına kulak kabartmayı, sahneden bize doğru gelen bedensel devinimin rüzgârını, gösteri çıkışında dansçıların hesapsız oluşuveren gece gezmelerini çok özledim. Bir de en, en çok, sahneyi kapatan teknisyenle kapıda son bir kahve içmeyi!
OYUN HAKKINDA KONUŞMAYI…
Semiha Çelik, emekli öğretmen
Moda Sahnesi’nde izleyeceğim oyun öncesi Bahariye’de yemek yiyip tiyatrodaki kafede oyunu beklemeyi… CKM’den bilet alıp çıkışta eşimle, arkadaşımla oyun hakkında konuşarak eve yürümeyi… Çok izlemek istediğim bir oyunsa, evden erken çıkıp oyunun havasına girmeyi…
ANSIZIN KARŞILAŞMALARI…
Eda Saraç, öğretim görevlisi
Bilet gişesinde gündeme dair sohbeti, tiyatroda edindiğim arkadaşlarla ansızın karşılaşmayı özlüyorum. Oyunlar üzerine eleştiri yapmayı, varsa oyunun metnini önden okumayı…
‘AFİFE’ DEDİKODULARINI…
Onur Şimşek, doktor
Prömiyerleri, prömiyer hediyeleri almayı, çıkışta kutlama yapmayı, hep birlikte bir şeyler içip, oyundan sonra her şeyden konuşup dans etmeyi, ‘Afife’ dedikoduları ve tahminleri yapmayı, yağmurlu havada hızlıca bir şeyler atıştırıp koşturarak oyuna yetişmeyi… Tiyatro ekiplerinden “Provalarımız başladı” haberleri duymayı…