Doç. Dr. Münip Melih Korukçu
“Gerçek sanat felsefe yapmaz, öğüt vermez,
yalnızca sever ve nefret eder…”
M. Gorki
XIX. yüzyıl Rus edebiyatına damgasını vurmuş olan yazarlar, nasıl Dostoyevski’nin deyimiyle Gogol’ün ‘Palto’sundan çıkmışlarsa, XX. yüzyıl Sovyet edebiyatı da Maksim Gorki’nin ‘Ana’sından doğmuştur diyebiliriz. Dolayısıyla ‘Ana’yı yaratan Gorki’yi Rus Edebiyatı ile Sovyet edebiyatı arasında sağlam bir köprü olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Yapıtları arasında oyunlar, romanlar ve öyküler bulunan Gorki, dünya edebiyatında da önemli bir yere sahiptir.
Gorki, kelime anlamı olarak acı sözcüğüne karşılık gelir. Aleksey Maksimoviç Peşkov’u, Maksim Gorki adıyla tüm dünyaya duyuran en temel olgu da bu acı olgusudur. 16 Mart 1868 yılında Nihzi Novgorod’da, bir marangozun oğlu olarak dünyaya gelen Gorki, anne ve babasının ölümünün ardından dedesiyle yaşamaya başlamış, sekiz yaşından itibaren kendi yaşamını kazanması için dedesi tarafından zorlanmıştır. Bu yıllarda, kendine ad olarak seçeceği acı ile tanışan Gorki, sadece büyükannesinden gördüğü şefkat dışında, zulüm ve kötü muamelenin en başta dedesi tarafından uygulandığı bir çocukluk yaşamıştır. Yaşam mücadelesinin ve sonraları erdem olarak kabul edeceği ‘çalışma’nın hayatına girdiği bu dönem dolayısıyla eğitim alamayan Gorki, kelimenin tam anlamıyla kendi kendini eğitmiştir. Kuşkusuz bu, önceden planlanmış, hazırlanmış bir eğitim süreci değildir onun için ve bu süreci başlatan en önemli olgu yine acı olgusudur. Ayakkabı tamircisi çıraklığından, buharlı gemilerde bulaşıkçılığa kadar pek çok işte çalışan Gorki, işverenleri tarafından sıkça hırpalanmış, aç bırakılmıştır. O dönemde okuma yazmayı bir gemi aşçısından öğrenmiştir. Bu Gorki için farklı bir aleme açılan kapıdır; Okuduğu her kitapta, onu duyduğu acıdan uzaklaştıran, uzaklaştırdığı için daha çok okumaya yönlendiren bir döngünün çevrelediği bir alemdir bu, sınırları gün be gün genişleyen. Yaşamının en büyük darbelerini yediği bu dönemlerde, sayılamayacak kadar sık rastladığını düşündüğü kötü günlerde, yaşlandığında bile vazgeçmeyeceği bir huy olarak, sarsılmaz bir yüreklilik duygusu, yitip tükenmek bilmeyen bir sabırla – kendi deyimiyle “belki de inatla”- dolmuştur. Tüm bunların iyi olduğundan emindir ve bunu “insan ruhunun gerçek bir yansısı olan ve insanoğlunun gelişen ruhunun bunalımını, yeğin acılarını yansıtan kitaplarla, aklın şiiri olan bilime ve yüreğin şiiri olan sanata borçlu olduğunu anlamıştır.[1]
İnsan kavramı da değişime başlamıştır bu dönemde. Çevresinde gördüğü bunalmış, sömürülen, bir zamanlar insan olan yaratıklardan çok farklı insanların olabileceğini öğretmiştir kitaplar ona. İçinde, karşı konulmaz bir insan sevgisi büyümeye başladığında, onu “öğrenmeye yetenekli, olağanüstü bir insan” olduğuna ikna eden bir arkadaşı sayesinde üniversite eğitimi almaya karar verir. Bunun için Kazan’a gittiğinde on altı yaşındadır ve kayıt yaptırabilmek için bir takım sınavlara girmesi gerektiğinden hazırlanmaya başlar. Hayatını idame ettirebilmek için çalışmaya da devam etmektedir. Henüz üniversite kapısından geçmemiştir belki ama Benim Üniversitelerim’de bahsettiği yaşam eğitimi çoktan başlamıştır. Devrimci düşünceyle de ilk kez burada karşılaşacaktır. Okuyan kişilerin takip edildiği, siyasi faaliyetlerde bulunanların sürgünlere yollandığı bir zamanda, Kazan kentindeki devrimci insanların oluşturduğu küçük bir gruba katılır. Devrim düşüncesi henüz netleşmemişken, yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle yirmi bir yaşında intihara teşebbüs etmiştir. Bu olaydan sonra, üniversite eğitiminden vazgeçerek Volga kıyısındaki başka bir köye geçer.
Önceleri, kimseye okumaya cesaret edemeyeceği karalamalar yapan Gorki, köyde geçen bu yaşamın ardından 1891 yılında ilk öyküsünü yayınlamıştır. Yaşamı boyunca aralarında yaşadığı serserilerin, toplum dışına itilmiş insanların olabildiğince canlı betimlendiği dikkat çekici öyküleriyle adından bahsettirmeyi başarmıştır. Çok geçmeden 1899 yılına gelindiğinde Yirmi altı adam ve bir kız adlı, kötü şartlarda çalışan insanların betimlendiği, etkili ve keskin bir dille yazılmış olan öyküsüyle Tolstoy ve Çehov’la kıyaslanabilir bir seviyeye geldiği görülür. Artık St. Petersburg’da yaşıyordur ve adını bilgi koyduğu bir yayınevi açmıştır. Burada, Çehov, Bunin, Andreyev gibi gerçekçi ve devrimci yazarların eserlerini basan Gorki, Marksçı ideolojiye bağlanmasının ardından Sosyal Demokrat Parti’ye katılır. Marksçı bir dergide yayınlanan şiiri yüzünden ilk tutuklanışı, yazar olarak edindiği kariyer nedeniyle kısa sürer. En önemli oyunu olarak kabul edilen Ayak Takımı Arasında ile eleştirmenlerden olumlu tepkiler almıştır. 1917 devrimi öncesi insanlarının yaşamını ve toplumsal gelişim sürecini dramatik bir yapıyla aktardığı bu oyunda da toplumun değişik kesimlerinden insanları yansıtmış, ezildiğine ve sömürüldüğüne inandığı tarafın yanında yer almıştır. Bu arada öykü ve roman çalışmalarına da devam etmektedir. Tam bu dönemde, verem hastalığına yakalanan Gorki, Çehov ve Tolstoy’la tanışacağı Yalta’ya gider. Bir yıl sonra Rus Bilimler Akademisi’ne seçilir ancak siyasal etkinliği nedeniyle üyeliği Çar tarafından durdurulur. Bunu protesto etmek isteyen Çehov ve Kerolenko üyelikten çekilerek Gorki’ye destek olurlar.
Büyük bir sevgi ile bağlı olduğu ülkesinden ayrılmasına, Avrupa ve Amerika’ya gitmesine neden olan şey, 1905 devrimine etkin olarak katılması dolayısıyla tutuklanması olmuştur. 1913 yılına kadar, Rus siyasi sürgünlerinin yoğunlukta bulunduğu yer olan Capri’ye giderek, 1906 yılında yazdığı ve adını tüm dünyaya duyuran Ana’yı yazar.
1917 devriminin ardından, yakın arkadaş olduğu Lenin’i ve Bolşevikleri etkin bir şekilde destekleyen Gorki, Sovyet kültürünün oluşumu konusunda teorik ve pratik anlamda görev üstlenmiştir. Yazarlar Evi ve Sanat Evi gibi, eğitim projelerini gerçekleştirdiği oluşumları nedeniyle, Sovyet edebiyatının oluşumunda önemli bir rol üstlenir. Tüm vaktini çalışmaya, genç yazarların taslaklarını okumaya, onları tam bir inançla yüreklendirmeye adamıştır. Bir yazar olarak, hayranı olduğu Fransız edebiyatının büyük isimleriyle geliştirdiğini her fırsatta yinelediği yazarlık deneyimini yılmadan ve inatla Sovyet edebiyatının yetenekli yazarları olacağına inandığı pek çok kişiyle paylaşmıştır. Serapyon Kardeşler adıyla anılan, Venyamin Zilber, Mihail Slonimski, Vsevolod İvanov, Nikolay Nikitin ve Konstantin Fedin gibi Sovyet yazarlar da bu paylaşım ve yüreklendirmeden faydalanmış kişiler olarak belirmeye başlamıştır.
1932 yılına gelindiğinde Gorki, Sovyet Yazarlar Birliğinin ilk başkanı olarak, Rusya’daki yeni düzeni anlatmak üzere hümanist sosyalizmin anlayışını ifade eden toplumcu gerçekçi yazılar yazılması çağrısında bulunur.
Genel olarak devrimci ve toplumcu gerçekçi bir anlayışla ele aldığı konuları nesnel olarak yansıtmaya çalıştığı eserleri arasında en bilinenleri, Ekmeğimi Kazanırken, Foma, Çocukluğum, Danko’nun Yüreği, Soytarı, Muhbir, Arkadaş, İnsanlarımız, Emek İşçileri, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, Edebiyat Yaşamım, Yararsız Bir Halk Düşmanı ve Sıkıntı adlı eserleridir.
1936 yılında arkasında soru işareti bırakarak ölen Gorki, veremden öldüğü söylenmesine rağmen, Stalin tarafından öldürtüldüğü iddiasıyla da anılmaktadır. Gizli polis şefi Yagoda, yargılanırken Stalin’in emriyle Gorki’yi öldürdüğünü söylemesine karşın, bu iddianın doğruluğu kanıtlanmamıştır.
Acı ile yola çıkan, acıyı adı kabul eden bir yazar olarak Gorki, insana duyduğu sonsuz sevgi ve insanlıktan çıkarılmaya duyduğu nefretle birleştirdiği sanatını, olmazsa olmaz gördüğü sağlam temellerin üzerine inşa etmiştir;
“ ‘Gece ne denli karanlık olursa, yıldızlar o denli parlak olur’
Ben bu özdeyişi neredeyse bir belit olarak kabul etme eğilimindeyim.
Ve aslında belki de, korkunç ve en zor yaşam koşulları, büyük bir kişiliğin gelişmesi için kaçınılmaz sayılmalı hep. İnsanlara her yandan saldırılıyor ve pek çoğu boşu boşuna ölüyor, geri kalanlar bu süreçten daha güçlü, daha büyük çıkacak belki de…”[2]
Bu sağlam temeller yaşam deneyiminin ta kendisidir.
KAYNAKÇA
- FEDİN Konstantin, Gorki Aramızda, Kavram Yayınları, İstanbul 1998
- GORKİ Maksim, Benim Üniversitelerim, Oda Yayınları, İstanbul
- GORKİ Maksim, Edebiyat Yaşamım, Payel Yayınları, İstanbul 1978
[1] Maksim GORKİ, Edebiyat Yaşamım, Payel Yayınları, İstanbul 1978, s: 17
[2] Aktaran, Konstantin FEDİN, Gorki Aramızda, Kavram Yayınları, İstanbul 1998, s:116