İster Ağla İster Gül: Sahne Tozlu Anılarım

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Dergimiz yazarlarından Fırat Güllü’nün Bercuhi Berberyan’ın , BGST Yayınları’ndan çıkan “İster Ağla İster Gül: Sahne Tozlu Anılarım” adlı kitabına dair yazdığı ve Agos’ta yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.]

Yıkıntılar Arasından Tozlu Sahne Anıları

Bir gün sabahları her gün önünden geçtiğiniz bir binanın yıkılmış olduğunu görseniz ne geçer aklınızdan? Muhtemelen “eskiydi iyi olmuş ya da ne güzel binaydı, yazık oldu” der geçer gidersiniz değil mi? Acaba kaçımız bu yıkımın aynı zamanda birilerinin anılarının, gelecek planlarının, kısacası yaşamlarının yok olmasına yol açtığını düşünürüz? “Sahi, içerde sizin de hayatınız vardı” der ya şair, o misal.

2003-2016 yılları arasında Agos’un Türkçe ve Ermenice sayfalarında düzenli yazılar yazan Bercuhi Berberyan, BGST Yayınları’ndan çıkan “İster Ağla İster Gül: Sahne Tozlu Anılarım” adlı kitabına ucu şiire çıkacak sorular sorarak başlıyor. Şişli’de, şehrin en çok rant getirecek bölgelerinden birisinde, gökdelenler ve iş merkezleri arasında sıkışıp kalmış küçük ve şirin bir Ermeni dernek binasının yıkımının, bir Ermeni tiyatro topluluğunun çeyrek asra yayılmış yaşamına mal olduğunu kaç kişi aklına getirmiştir? Okura bu soruyu sordurmak isteyen Bercuhi Berberyan sahnelerde yaşanan tozlu anılardan önce, tozu dumana katan bir yıkım sahnesini anlatarak açıyor perdeyi. 2012 yılında Karagözyan Okulundan Yetişenler Derneği lokalinin apar topar, o lokali kullanan insanlara bir haber bile vermeden yıkılışı Berbeyan Kumpanyası için bir son olmasa da sonun başlangıcı olmuştur denebilir. Çalışma mekanını kaybeden topluluk sevgi ve dayanışma bağlarıyla hala bir arada durmaya devam etse de aktif tiyatro faaliyetlerine bu yıkım sonrasında son vermek durumunda kalmıştır. Diğer bir deyişle bu kitapta acıklı ve gülünç yanlarıyla anlatılan her şey aslında yıkıntılar arasından anlatılmaktadır.

Kadın, Ermeni ve amatör tiyatrocu… Yan yana geldiğinde büyük bir zenginlik olarak görülebilecek bu kimlikler farklılıklara her zaman şüpheyle bakılan bizimki gibi toplumlarda fazladan verilmesi gereken zorlu hayat mücadelelerinin habercisi olma niteliğini taşır. Gerçekten de Bercuhi Berberyan’ın anılarının dostlarla omuz omuza verilmiş mücadelelerin anlatısından, yaşanan zaferler ve yenilgilerin tarihçesinden oluştuğunu söylemek abartı olmaz.  Diğer yandan onun bu mücadelelerde oluşmuş, ilk karşılaşmalarda zaman zaman mesafeli görünmesine yol açan sert kişiliğinin altında ne denli hümanist bir yönü olduğunu görmek isteyenlerin de bu anılara bakması yeterli olacaktır. Mizah ve hüzün… Bir ruhun zıt kutuplarıymış gibi görünen bu iki duygu onun kaleme aldığı tüm metinlerin özsuyudur. Sahne Tozlu Anılar da tam olarak öyle bir metin.

Kadın

Bu ülkede kadın olmak zordur. Kadın olarak sanatçı olmak daha da zordur. Ancak kadın olarak sahne sanatçısı olmayı seçmek, toplum ve onun önyargılarıyla bir ömür sürecek bir savaşı göze almadan yapılacak çılgınlık değildir. Kadın sahne sanatçılarımızın anılarına bakıldığında (sanki erkekler bu işi yeterince iyi yapamıyormuş gibi) engeller yaratmak için karşılarına çıkan kadın karakterlerden bahsettiklerini görmek bizleri şaşırtır. Bercuhi Berbeyan’ın annesi Hasmik Çalgıcıoğlu’nun çok güzel bir sesi olduğu, küçüklüğünde sahneye çıkmaya büyük ilgisi olduğu, evde küçük bir salon kurup gelen gidene oyunlar sahnelendiği anlatılır kitapta. Buna rağmen sahnelere çıkmak isteyen kendi kızının en büyük düşmanı olur adeta. Üstelik evde tiyatrocu adayı bir erkek, Çalgıcıoğlu kardeşlerin küçüğü Boğos’a asla gösteril(e)meyen bir tavırdır bu. Bu yüzden büyük bir sahne aşkıyla yanıp tutuşmasına rağmen asla sahne üstü görevlere aday olamaz genç Bercuhi. Boğos sahnelerde deneyim kazanıp parlak bir oyuncu adayına dönüşürken, Bercuhi kendisini kostüm ve aksesuar alanlarıyla kısıtlamak zorunda kalacaktır. 1970’li yıllarda başladığı tiyatro serüveninde, zorunlu nedenlere bağlı olarak annesinin özel izniyle sahneye çıktığı bir iki küçük girişim bir yana bırakılırsa, özgürce tiyatro yapabilmek için 1985’i bekleyecektir. Artık yetişkin bir kadın olmuş, evlenmiş, anne-baba evinden ayrılmıştır. Üstelik o dönemin en önemli tiyatro adamlarından birisiyle evlendiği için artık önünde hiçbir engel kalmamıştır. Ancak bu şartlar sağlandıktan sonra önünde kimse duramayacaktır Bercuhi Berberyan’ın uzun süren tiyatro koşusunda.

1985 yılında ilk oluşumları gerçekleştirilen ve Arto’nun ölümüyle onun anısına Berberyan Kumpanyası adını alacak olan toplulukta Bercuhi Berberyan’ın belirleyici bir yeri vardı. Sadece yönetmen yardımcılığı ve en zorlu rollerin icracısı olmakla kalmadı, Arto’nun sanatının nirengi noktası olan tasarım alanının da gerçek teşkilatçısıydı. Bir de buna provalarda ve serbest zamanlarda topluluğun annesi olarak herkesi yedirip doyurma rolünü de eklersek işi zordu Bercuhi Berberyan’ın.

Ancak eşinin ölümüyle birlikte acı bir gerçeklikle karşı karşıya kalır. Topluluğun faaliyetlerini bıraktığı yerden devam ettirmesi söz konusu olduğunda, tüm bu emeklerine karşılık onun liderliğine şüpheyle bakanlar oldu. Bazıları topluluğa ev sahipliği yapan derneğin sahipleridir. Onları yakından tanımakta ve nasıl mücadele etmesi gerektiğini bilmektedir. Asıl yaralayıcı olan yaşamı bir aile gibi paylaştığı topluluk üyelerinden bazılarının da bu şüpheleri paylaşıyor olması oldu. Demiştik ya, bu ülkede kadın olmak zordur. Bercuhi Berberyan savaşçı kişiliği ile bu tavra asla taviz vermedi, erke meydan okudu, giriştiği mücadeleleri dostlarının da desteğiyle kazandı ve kendisini bu ataerkil sisteme kabul ettirmeyi başardı. Peki, yetenekli ve hevesli olup da ama onun kadar şanslı olmayan başka kadınlar ne yapacak?

Ermeni

Bu ülkede Ermeni olmak zordur. Bercuhi Berberyan da bu zorluklardan nasibini almıştır. Arto ile yaptığı evlilik sonrası ana baba evinden “kurtulup” özgürce tiyatro yapabileceği koşullar oluştuğunda Türkiye gerçekleri devreye girdi. 12 Eylül darbesiyle dernekler kapatılınca Ermeni tiyatrolarının da kapısına kilit vurulmuş oldu. Ailesi, toplum, devlet, adeta çevresindeki herkes iş birliği yapmış Bercuhi’nin sahneye çıkmasını engellemeye çalışmaktaydı. Bu yasaklar 1985 yılında biraz gevşeyince Berberyan Kumpanyası’nın ilk oluşumları ortaya çıkmaya başladı ve Bercuhi Berberyan kendisini nihayet sahnelere atabildi.

Ermenice tiyatro faaliyetlerinin kısıtlanması ve dile yasak getirilmesi 12 Eylül’le başlayan bir olgu değildi. Osmanlı’da 1880’lerden itibaren İstanbul’un çeşitli semtlerinde yerel otoritenin bu türden kararlar aldığını görmekteyiz. Özellikle profesyonel toplulukları oldukça olumsuz etkileyen bu uygulamalar Cumhuriyet sonrasında da sürmüştür. 1923-1946 yılları arasında Türkiye’de Ermenice tiyatro yapmak fiilen yasaktı. 1946 sonrasında bu fiili yasak kalktığında sahnelenen ilk Ermenice oyun Aşot Madatyan’ın çevirdiği Faruk Nafiz’in “Canavar” adlı eseriydi. Oynanabilecek çok sayıda Ermenice oyun olmasına rağmen bu metnin seçilmesi, bu önemli girişimi riske atmamak için otoritelerin içeriğini sorgulamayacağı bir metinle yola çıkma arzusuna bağlanabilir. Ermenice oyun oynamak, çok sayıda bürokratik mekanizmaya bağlı olduğundan topluluklar iki dili bir repertuvar oluşturmayı tercih etmişlerdir. Bercuhi Berberyan anılarında Ermenice izin süreçlerinin ne denli zorlayıcı ve yıldırıcı olduğunu, çoğu zaman gösteriye bir saat kala gelen izinler yüzünden açılış oyunlarında kalp krizi geçirmelerine ramak kaldığını örneklerle anlatır.

Ama tüm bunlar işin doğası gereği kabul edilmiş rutinlerdir. Bunlardan çok daha yaralayıcı olan sadece Ermeni oldukları için reddedildiklerini hissettikleri anlardır: “O yıl [1991] Yunus Emre Sevgi Yılı’ydı ve Ortaköy’de, ülkemizdeki tüm inançların dini liderlerinin bir araya toplandıkları bir sevgi etkinliği yapıldı. Geyre Vakfı da Afrodisias kazılarını sürdürüyor ve bununla ilgili olarak mitolojik temalı etkinlikler düzenliyordu. Bizim Gaia içerdiği anlamla bu konseptlere çok uygundu ve hem çok güzel hem çok etkileyiciydi. Arto bunca yıl içinde ilk kez olarak bu gösteriyi cemaat dışına sunmak istedi. Gerekli yerlere ulaşıldı, randevular alındı, Boğos, Şahan ve Arto video kaseti ve gerekli bilgilerle, rahmetli Sevgi Gönül’le Sadberk Hanım Müzesi’nde buluştular. Sonuç? ‘Neden bu gösteride yer alan herkes Ermeni?’ gibi bir soruyla karşılaştılar. Ne cevap verirsiniz? Eh sakıncalı bulundu. İyi mi?”

Amatör

Bu ülkede amatör tiyatrocu olmak zordur. Çünkü bu ülkede “amatör” sözcüğünün yan anlamları asıl anlamının önüne geçmiştir. Amatörün profesyonel olmamasının, profesyonelce iş yapmasını engellemediği unutulmuştur. Ermeni tiyatrosunun altın çağını yaratanların sanata okul ve derneklerde amatör çalışmalarla başladığı, Cumhuriyet döneminde Muhsin Ertuğrul’un mahalle mahalle gezip amatör oyucular arasından yetenekli gençleri sanatta profesyonelleşme konusunda cesaretlendirmeye çalıştığı hatırlanmamaktadır. 12 Eylül sonrası bir proje olarak oluşturulan ve bugün oldukça gelişkin bir pazar halini almış bulunan sanat ve eğlence sektörünün, profesyonelliği bir ayrıcalık olarak gören, amatör tiyatroları kendisine insan sağlayan bir yakıt tankına dönüştürmeye çalışan anlayışının bizzat tiyatroya verdiği zararların farkına varılamamaktadır. Tüm bu önyargılı tutumlarla mücadele etmek için Arto Berberyan’ın sözlerine kulak verelim: “Amatör olanların, icra ettikleri sanat dalında çok daha dikkatli ve kusursuz olmaları gerekir. Zira amatörlük, adam sendecilik ve uydurukçuluktan doğacak hataların sığınağı değildir.”

Kendi adıma, Berberyan Kumpanyası gibi toplulukların amatörlüklerinden ziyade avangartlıklarına (öncülüklerine) vurgu yapan yeni bir söylemi benimsemenin çok daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Birkaç açıdan ele alınabilecek bir avangartlık: Bu deneyimde öncelikle verili tiyatro literatürüne teslim olmayarak yeni metin üretme ya da var olan metinleri yenilikçi tarzda yeniden yazma tercihi açısından öncü bir duruş söz konusudur. Ardından tiyatronun bileşenlerinin tümünü; oyunculuğu, tüm boyutlarıyla tasarımı ve müziği araştırmacı ve denemeci bir anlayışla bir araya getirme çabası gerçekten yol açıcıdır. Ve nihayet tiyatroyu Ermeni kurumları içerisinde ayrıştırıcı değil, bir araya getirici, birleştirici bir örgütlenme aracı kabul ederek geleneksel sosyal yapılanmalara ve iş görme biçimlerine meydan okuduğu için ilericidir.

Kadın, Ermeni, amatör… Kelimeler tahakküm kurmak, ayrıştırmak, ötekileştirmek için değil; birbirini anlamak/anlamlandırmak için kullanıldığında bu anıların da farklı bir okuma serüvenine kapı açacağı aşikâr. Öyleyse buyurun Berberyan’ın çağrısına kulak verelim: “Haydi siz de dalın sahne tozlu anılarımıza ve… İster ağlayın ister gülün bizimle.”

Paylaş.

Yanıtla