(Erdoğan Mitrani’nin Şalom’da yayınlanan yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.)
Taldans´ın yeni projesi: ´Andan Daha Kısa´ 2003 yılında Mustafa Kaplan ve Filiz Sızanlı tarafından kurulmuş olan çağdaş dans ikilisi Taldans, bir süredir bedenlerin devinimine sözcüklerin müziğinin eşlik ettiği, ses, ritim ve hareket eksenli farklı deneysel çalışmalara yoğunlaşıyor.
İkili, konsept, koreografi ve performansını üstlendikleri ‘Andan Daha Kısa’ adlı yeni gösterilerinde de, müzikteki serializm akımının özgün dinamiklerini sürdürüyor ve seriler ve diziler aracılığıyla araştırdığı doğanın ve duyguların matematiğini sahneye yansıtmayı hedefliyor.
“Koreografilerini matematiksel skorlar, diziler ve tekrarlar kullanarak gerçekleştiren ikili; sorularını bu kez, esin kaynağı olarak ele aldıkları serializme yöneltiyor: serializmin ton, ritim, tını gibi özelliklerini kullanarak oluşturduğu diziler, bedene ve harekete dair imgeleri nereye sürükleyebilir? Serializmin müziğe, edebiyata, mimariye ve sanata yansıyan yaklaşımı koreografik bir yapıyı nasıl etkiler? Yapıların sistematiği nasıl kurulur ve yaratım bu sürece nasıl katılır? Diziler ve seriler kullanarak bir disiplinden başka bir disipline nasıl geçilir? Danstan videoya, müzikten dansa geçişte bu dizilimler bir araç olabilir mi?”
Yazımın şu ana kadarki bölümünün hemen hepsini gösterinin tanıtımından aktardım. Gelelim bunların benim gibi sıradan izleyiciyi nasıl etkilediğine. Yaklaşık 45 dakika süren dans gösterisinin ilk 20 dakikası, küçük bir çocuk için hazırlanmış gibi duran, masal ve nasihat karışımı kısa bir metnin, hem okunarak hem de bedenlerle tekrarlandığı bir bölüm. Sadece sözcüklerin kullanılış ve tonlamasının oluşturduğu müziğin devinimlere aksedişi ilk 8-10 dakika boyunca ilginç, hatta etkileyici. Ama bu 20 dakika boyunca kendini tekrarlayan bir sekansa dönüşünce seyirci olarak benim de, metinde bir leitmotiv gibi sık sık duyulan ‘imdat’ çığlığını atasım gelmedi değil. Bu zorlayıcı ilk yarının ardından gelen bölüm ise bana çok daha doyurucu ve yaratıcı göründü.
Sonuç olarak deneysel yönü kesinlikle başarılı ve etkileyici. Epey ilginç ama, serializmle dans ilişkisinde dozun biraz aşırıya kaçarak sarkmanın izlemeyi epey yorucu bir deneyime dönüştürdüğünü düşünüyorum.
Bir kulak tiyatrosu örneği ‘Varlık’
İKSV, 24. İstanbul Tiyatro Festivali çevrimiçi gösterileri kapsamında özellikle bizim kuşağın hiç de yabancısı olmadığı bir teatral deneyime yeniden el atıyor. Çocukluğumuzda ‘arkası yarın’ formatında her gece heyecanla bekleyerek izlemiş olduğumuz radyo tiyatrosu, bu kez sahnelenmiş bir işitsel performans olarak geri dönüyor.
Aksel Bonfil’in radyo tiyatrosu olarak yazdığı ‘Varlık’ oyunu 1942 İstanbul’unda Galata’da, fakir bir Yahudi ailesinin, Varlık Vergisinin sırtlarına çökerttiği ağır yükle başa çıkma çabasını ele alıyor.
Ağır sonuçlarıyla, Türkiye’nin gayrimüslim nüfusu üzerindeki etkileri kuşaklar boyu sürmüş olan Varlık Vergisi olayına sıradan bir ailenin perspektifinden bakan oyuna geçmeden önce konuyla ilgili kısa bir hatırlatma yapalım.
Irk, dil, din gibi etnik ayırımcılığını yasaklayan 1924 Anayasası’nın bu konuyla ilgili maddelerine uyulmayacağına dair ilk alarm zilleri, Nisan 1941’de 27-40 yaş arasındaki gayrimüslim erkeklerin, daha önce askerliğini yapıp yapmama, hastalık ya da akıl sağlığı gibi kıstaslar uygulanmaksızın Yirmi Kur’a İhtiyatları olarak askere alınmasıyla, çalmaya başlar. Silah verilmeden yol, köprü, tünel inşaatlarında ağır şartlarda amele olarak çalıştırılan bu gayrimüslimlerin 27 Temmuz 1942’de terhis edilmesinden üç buçuk ay sonra da Varlık Vergisi kanunu yürürlüğe girer. Kanunun resmi gerekçesi “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” olup, dini veya etnik gurupları hedef almazmış gibi görünür.
Oysa Başbakan Şükrü Saracoğlu, basına kapalı CHP grup toplantısında “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır” demektedir.
11 Kasım’da TBMM’de hiç tartışılmadan kabul edilen Varlık Vergisi kanunu, her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirlemek için kararları nihai ve kati olacak servet tespit komisyonları kurulmasını, vergi ödeme süresinin 15 gün olmasını, 15 günde ödemeyenlerin mallarının haczedilerek icra yoluyla satılmasını, buna rağmen borcunu bir ay içerisinde ödemeyenlerin bedeni kabiliyetlerine göre genel hizmetler ve belediye hizmetlerinde çalıştırılmasını öngörür. Böylece gayrimüslimlerin fahiş ötesi vergilendirildikleri, vergileri öngörülen kısacık zamanda ödeyebilmek için varlarını yoklarını, hemen türeyen fırsatçılara yok pahasına sattıkları, buna rağmen borçlarını kapatamayanların doğuya, çoklukla Aşkale’ye sürgüne gönderildikleri dönem başlamış olur.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Varl%C4%B1k_Vergisi_(T%C3%BCrkiye) – cite_note-9
‘Varlık’, ayda zar zor 40-50 lira kazanan Baruh’a 10.000 Lira vergi tahakkuk ettirildiğinde başlar. Tüm kazancını verse bile bu vergiyi ancak on sekiz buçuk senede ödeyebilecek olan Baruh çaresizlik içinde bocalarken ailenin karşısına iyi niyetli görünen genç vergi memuru Halit (Salih Bademci) çıkar. Görür görmez ondan etkilenen İda’dan da hoşlandığı belli olan Halit, bu zor zamanda onlara destek olabilecek midir? Yoksa o da…
Aksel Bonfil, yakın tarihimizdeki kimi siyasal ve toplumsal kararların bireylerin yaşamlarını nasıl alt üst ettiğini, yıkıma uğrattığını anlatırken, bu puslu dönemlerde en aşağılık çıkar ilişkilerinin nasıl su yüzüne çıktığını da ustalıkla ele alan eli yüzü düzgün bir metin yazmış. Sahnelemesinde dil kullanımını kanımca çok doğru çözümlemiş 70’li yaşlarındakilerle onlardan genç bütün gayrimüslim vatandaşların, yani nerdeyse tamamının günümüzde Türkçeyi çok düzgün konuştuklarının farkındalığıyla hiçbir karakteri şiveli konuşturmamayı yeğlemiş. Sadece konuşmalara kattığı ustalıklı ve doğru kullanılmış birkaç Ladino sözcük ve cümleyle Yahudi olduklarını anımsatma yoluna gitmiş. Deneyimli oyuncu kadrosunun başarılı ve doğal yorumları sayesinde, sadece dinleyerek izlense de, tutarlı bir öykünün 105 dakika boyunca hiç sarkmadan takip edildiği etkileyici bir çalışma olmuş.
Herkesin bildiği, ama dillendirmekten kaçındığı böyle ikircikli bir konuya programında yer verdiği için festival yönetimi ayrıca bir tebrik hak ediyor.