Oyuncu Levent Üzümcü, 5 yıllık bir aranın ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda izleyiciyle buluşacak. Levent Üzümcü rolüyle ilgili konuştu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na 5 yıllık bir zorunlu aranın ardından dönen ve Rüstemoğlu Cemal’in Tuhaf Hikâyesi’nde anlatıcı olarak çok sayıda karakterle yüzleşen, onların hikâyelerini anlatan Levent Üzümcü, 10 Kasım Salı günü Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde “Özledim” dediği seyircisiyle buluşuyor.
Levent Üzümcü, Şehir Tiyatroları’na dönmesiyle ilgili olarak Yazar ve Yönetmen Cengiz Toraman’a şu açıklamaları yaptı:
“Kendimi İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun bir çivisi olarak görüyorum”
Beş yıllık bir aradan sonra ilk kez Şehir Tiyatroları seyircisi ile buluşuyorsun. Duygularını almak isterim.
“Gönüllü bir ayrılık değil. Ben her zaman bunu söyledim. Ben burada Levent Üzümcü tanınırlığında bir aktörün o zamanın parasıyla on liraya beş liraya bir oyun seyredebilmesini önemsiyorum. Bazı şeyler lafta olmaz. Ben buna gerçekten inanıyorum. Çünkü özel tiyatro yapıyorum dışarıda uzun zamandır. Özel tiyatroda bir oyun seksen, yüz lira aralığında satılıyor. Elbette alım gücü olanların sırtladığı bir gişeyle yaşıyoruz biz de. Onlar gelip bizim oyunumuzu seyrediyorlar, biz de oradan kazandığımız parayla hayatımızı idame ettiriyoruz. Yeni oyunlarımıza alan açıyoruz, finans sağlıyoruz.
Ama burada şehir tiyatrosu seyircisi devletin ya da kamunun bir görevi olarak, biletlerini çok daha ucuza satıp seyircisiyle buluşabiliyor. Şehir tiyatroları yıllarca bir okul olmuştur. Ve genelde tanınan, şöhreti yakalayan aktörler bırakırlar kurumu. Tabii ki kalanlar da vardır. Ben kalmayı tercih ettim. Kalış nedenim de tamamen buydu. Bu iş gönül işidir ve zor bir iştir. Şimdi tiyatroda görüyorum, o kadar fazla insan geri dönüşümün bir umut olduğunu söylüyor ki…
İstanbul Şehir Tiyatroları seyircisiyle de bir anlamda özlem gidereceksiniz!..
Şehir tiyatrosuna bir özlem var. Şehir tiyatrosunun seyircisine bir özlem var. Dışarıda çok özel tiyatro yaptım. Buradaki seyirci sıcaklığının çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Ben her zaman söyledim, kendimi şehir tiyatrolarının çivisi olarak görüyorum. Bir parçasıyım ben buranın. Ve ne kadar haklı olduğumu da şimdi anlıyorum. Gelmek dönmek çok zor… Ama ben o kadar kolay geri döndüm ki, bu da benim hiç kopmadığımın bir göstergesi galiba. Zaten bizlerin de bu tiyatrodan bertaraf edilmesi, şimdi binaların kolonlarını kesiyorlar da bina yıkılıyor ya, tiyatronun da kolonlarını kesmek için yapmışlar.
Rüstemoğlu Cemal’in Tuhaf Hikâyesi, Girit’te başlayan İstanbul’dan Çanakkale Savaşı’na uzanan, tek kişinin anlattığı ama çok fazla karakterin hikâyesini dinlediğimiz bir oyun. Siz hangi karaktere kendinizi yakın hissettiniz?
Anlatıcıyım ben. O karakterlerin herhangi biriyle özdeşleştirmiyorum kendimi. O karakterlerin içine giriyorum, çıkıyorum ve hepsini hakkıyla oynamaya çalışıyorum. Farklı insanlar var. Ayı Süleyman var, Halil Çavuş var, çok fazla insan giriyor çıkıyor. Herkesin bir hayatı, anlatıcının üzerinden anlattığı kendi davası var. O çok hoşuma gidiyor. Ama asıl olan anlatıcı. Seviyorum anlatıcıyı…
Geleneksel tiyatronun bir formu aslında meddah… Bu türe bir aşinalığınız var mıydı önceden?
İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan zorunlu olarak ayrıldığım dönemde rol aldığım “Anlatılan Senin Hikâyendir” de aslında meddah tarzında bir oyun. Ve 350 oyundur, bu oyunu seyirciyle buluşturuyoruz. Ama Rüstemoğlu Cemal’in Tuhaf Hikâyesi, zor bir metin… Burada anlatıcı var, kişilerin içine girip çıkıyor ve anlatıcı oyuncu olarak ben varım.
Osmanlı’nın son döneminde geçen oyunda, umut, güçlü bir duygu olarak öne çıkıyor? Ne dersiniz?
Oyunun sonunda onu söylüyor. “Bir kurtarıcı arıyorsan eğer, içindeki cana bak” diyor. Önemli bu. Oyunumuzun yazarı ve yönetmeni Cengiz Toraman’la son zamanlardaki konuşmalarımızda umuttan daha ziyade inattan bahsediyoruz. İnat daha başka bir şey… Umut zaten merkezde olması gereken bir şey fakat inat daha çok önemli diye düşünüyoruz.
Rüstemoğlu Cemal’in hikâyesi neden tuhaf?
Tuhaf bir hikâye bu… Rüstem’in ve oğlu Cemal’in yaşadıkları, gerçekten tuhaf şeyler. Çocukluğundan beri Aşil olmak isteyen ve Hektor’unu arayan biri var. Ama fark ediyor ki, hikâyenin sonunda… Başka bir insan olmak isterken başka bir insana dönüşüyor. Oyundaki karakterlerin hepsi çok önemli… Onların sıcaklıkları, birliktelikleri bütün oyunda bana her zaman çok sıradan ama çok tuhaf geldi. Neler geliyor başlarına. Gemiyi patlatıyor, Teşkilat-ı Mahsusa’ya giriyor. Burada Cemal’in Çanakkale’ye asker olarak gönüllü gittiğini görüyoruz. Bunlar tuhaflık zincirinin bir parçası…
Geri planda çok güzel, uyumlu, farklılıkların kaynaştığı bir toplum yapısı dikkat çekiyor. Girit’te ne güzel bir toplum karşılıyor bizi o yüzyılda!..
Beyoğlu da öyle değil mi; “Çıktırmam Beyoğlu’na hanımlar, beyler, kopiller… Yetmiş iki milletten insan birbiriyle kaynaşmış selam eder” Hem buranın güzelliğinden, kaynaşmasından bahsediyoruz. “Anlatılan Senin Hikâyendir” de üzerinde durduğumuz şey zenofobiydi; “kendinden olmayanı reddetmek duygusu”. Ondan korkmak, tanımak istememek, tanımadan korkmak… Yani en sevmediğin yemek ne? Pırasa! Hiç yedin mi? Yemedim. Bu çok garip değil mi? İnsanda da var bu. Ben şunları sevmiyorum. Kaç tane şunlarda tanıdın. Ya da hayatın boyunca tanıdığın üç tane şuralıyla ya da şunluyla, şuralılar hakkında nasıl karar verebiliyorsun. İşte şuradan adam çıkmaz vs. Hepimizin kulağına gelen cümleler. Biz hayatımız boyunca bununla mücadele ettik. Hayatımız boyunca anlatmaya çalıştığımız şey hep buydu. Bir insanın neye inandığı, nasıl giyindiği, teninin gözünün rengi, saçının sakalının bıyığının şekli, bunlara o kadar çok takılıyoruz ki. Bu ön yargıların, bu çöp bilgilerin hiçbir geçerliliğinin olmadığını düşünüyorum.