Mert Fırat, yakında yeni bir diziyle ekrana dönüyor. Westend – Batının Sonu, Joseph K. ve Bütün Çılgınlar Sever Beni adlı üç oyunuyla tiyatro sahnesinde. Rivayet Radyosu ve Ölmeme Günü İkinci Yeni Şarkılar adlı iki dinletisi var. BM Kalkınma Programı (UNDP)’nin iyi niyet elçisi. İhtiyaç Haritası ve Yanındayız Derneği ile sosyal sorumluluk faaliyetlerini sürdürüyor. En son İBB’nin Kültür Sanat Platformu Danışma Kurulu’na seçildi. Biz de bu yeni görevi vesilesiyle söyleştik. Eleştirileri olgunlukla karşılıyor. Halkevi ve ODTÜ geçmişi onu bugünlere iyi hazırlamış! “Kültür sanatın toplum faydası olduğunu düşünüyorsak, ki ben öyle düşünüyorum, oyuncu olma sebebim bu zaten, meseleyi aktarabilmemiz ve farklı fikirleri herkese götürebilmemiz gerekir. Bunun için, gerek yatırım, gerek üretim, gerek idari noktada bilfiil aktif olmamız gerekiyor” diyor.
Nasılsınız? Sosyal mesafeye ve maskeli yaşamaya alıştınız mı?
Ben sosyal mesafeye çok alıştım, aslında asıl normalleşme herkes mesafeli ve maskeli hayata alıştığı zaman olacak. Normal olarak insanlar boğuluyormuş gibi hissediyor, maske takmak mesele ama durumun ciddiyetini kavramamız çok önemli… Artık kapalı alanlarda bile, toplantı yaparken maske ve mesafe ile oturuyoruz. İnsanların dikkatli olması, hem kendilerini hem karşısındakileri korumak için özen göstermeleri beni rahatlatıyor. Çünkü evde benim korumam gereken İdil var. İdil de risk altında. Hepimiz bir ilaç kullanabiliriz ama o kullanamaz. Ondan dolayı da temkinli olmaya çalışıyorum mümkün mertebe.
Sizin çok fazla toplantınız var muhtemelen…
Aynen. Mütemadiyen bir şeyin toplantısında oluyorum ama keyif de alıyorum. İnsanlarla irtibatta olmayı ve sürekli çalışmayı seviyorum.
ÇOCUKLUĞUNUN İSTANBUL’U
İBB’nin danışma kurulundaki görevinizi sormadan önce İstanbul’u soralım. Çocukluğunuzun İstanbulunu nasıl hatırlıyorsunuz?
Ankara doğumluyum. İstanbul’a 3 yaşında geldim, 6 yaşa kadar Kadıköy Ziverbey’de ve Kızıltoprak’ta oturduk. İlk evimiz de Salı pazarı, evlendirme dairesinin üstündeydi, ben de annemle, salı pazarına giderdim. Çok güzel, yürüyüş yapılabilir bir ortam vardı. Her yere yürüyorduk. Ne bileyim, Ziverbey yakın olduğu için oradan hoop diye Boğa’nın oraya, Kadıköy’de sabit pazarın olduğu yer vardır, oralara iniyorduk, iskeleye… Benim çocukluğumun İstanbul’u çok yürümeli, keyifli bir yerdi. Babamın da gazinosu vardı o zamanlar; hem de Unkapanı’nda plak şirketi. Kadıköy’ü gezdiğim, yürüyerek Boğaz’a indiğimiz bir İstanbul var, Moda burnu, Bostancı sahili… Bir de karşının o zamanki plakçılar çarşısı var; İMÇ. Çok insanla iç içe, çok kültürlü, çok farklı bakış açılarına sahip, farklı kültürlerden Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş insanlarla iç içe büyüdüğüm, zaman geçirdiğim bir İstanbul hatırlıyorum. Sonra Ankara’ya taşındık tabii…
Unkapanı çok renkli olmalı o zamanlar…
Gerçekten çok renkliydi. Babamın arkadaşları Kamil Sönmez, Osman Yağmurdereli, Faruk Tınaz… Şimdi bizim nesil için bir şey ifade edebilecek insanlar; bir sonraki nesil bu insanları tanımıyor. Çok kültürlü, Anadolu’nun dört bir tarafından gelmiş, hayallerinin peşinden koşan sanatçı gençlerin aslında bir araya geldiği bir yapıydı onlarınki de. Biraz daha farklıydı kültürleri bizimkinden ama bir arada durup İstanbul’un koşullarına rağmen onun içinde nasıl mücadele edip, var olabileceklerini tesis ediyorlardı o dönem. Benim için çok ilginç, güzel bir dönemdir. Bu kadar büyük değildi o zaman İstanbul. Bana göre büyüktü tabii de bu kadar yoğun bir kalabalık var mıydı açıkçası hatırlamıyorum. Sanki kısmen daha sakin bir şehirdi.
Söyleşinin devamı için tıklayın: Cumhuriyet