Şebnem Sönmez: Ben Gezi’ye Masal Diyorum

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Emrah Kolukısa’nın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan Şebnem Sönmez ile yaptığı söyleşiyi paylaşıyoruz.]

Gezi Direnişi’nin ön saflarında yer alan isimlerden biriydi Şebnem Sönmez. Direnişin 7. yılında onunla konuşmasak olmazdı elbette ve hem onun bir süredir İstanbul dışında yaşıyor oluşundan hem de karantina şartları da böylesini gerektirdiğinden internet üzerinden yazışarak söyleştik ve zamanda bir yolculuk yaparak 7 yıl geriye döndük. “Benim için bir masaldı Gezi” diyen Şebnem Sönmez o olağanüstü günleri ve geceleri yeniden yaşattı bize ve sonunda da minik bir film senaryosu armağan etti, hepimize. (Bu arada, yukarıdaki harika fotoğrafı çeken Ece Çelik’e de ayrıca teşekkürler.)

7 yıl öncesine dönecek olursak, hatırlıyor musun nasıl duydun parkta olanları ilk, ne zaman gittin Gezi’ye, ilk neleri, kimleri gördün? Her şey senin için nasıl başladı yani?

7 yıl önceki Gezi’nin bendeki her anını hatırlıyorum. Dün gibi de geliyor rüya gibi de… Parka ilk gittiğim gün 25 Mayıs 2013. TMMOB’un bütün STK’lara yolladığı bir mail Oyuncular Sendikası’na da ulaşmıştı. Parkta herkese açık bir toplantı yapıldı.

Ben de sendika temsilcisi olarak genel sekreter görevim gereği açık toplantıya katıldım. Kanımca İstiklal Cadesi’ndeki cafe, bar ve restaurantların masalarının kaldırıldığı ve biraz daha önceden başlayan Emek Sineması’nın yıkım kararının alındığı, Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğinin bir gecede değiştirildiği ve hepimizde büyük baskı yaratan keyfi tutumlar Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Gezi Parkı’nın da elden gideceğini bize kesin olarak düşündürdü. 

Hatta şüphe duymadık; emin olduk. 

O gün parkta ilk gördüğüm Mücella Yapıcı idi. 

Bana koşarak geldi, sarıldık ve hararetle durumu anlamaya çalıştık. Mücella’nın toplantıda söylediği herseyini hatırlıyorum ama biri çok güzeldi: “Arkadaşlar uzun zamandır bu bilgileri hepinizle paylaştık. Bu toplantıyı ofisimizde yapmak istemedik, burada, parka dinlenmeye gelenler de duysun istedik. Bu gördüğünüz gibi tamamen açık bir toplantı. Anlatılanları dinlediniz. Aramızda dolaşan sivil polisler de duydu ne istediğimizi. Bizi zahmete sokmadıkları için kendilerine çok teşekkür ederiz.”

Benim park serüvenim böyle başladı ve o gün bu topluluğun iletişim görevi gönüllüsü oldum. Sonra her şey çok büyük biz hızla gelişti. 

‘O FİLMİN BİZZAT İÇİNDEYDİM’

Hep söylenen bir şey var: Gezi’nin ilk üç günü güzeldi, sonra işler değişti… Doğru bir yargı mı sence bu? Neydi senin görüp yaşadığın orada?

“Gezi’nin ilk üç günü güzeldi.” cümlesi bende şöyle yankıyor: Bir film izlersiniz, güzel bir filmdir, sonuna kadar izlersiniz ama birkaç sahneyi kendinize seçersiniz ve o filmi daha sonrası için artık o sahnelerden ibaret olarak hatırlar ve gerisini ya unutursunuz ya da dost sohbetlerinde “Evet, tamam ama hani o sahneler var ya! En güzeli onlardı, sonrası bana o kadar da … gelmedi.” dersiniz. Gezi’nin bir film olduğu alegorisinden yola çıkarsak benim için her günü, her anı, her durumu, başı, sonu, ortası her demi aynı değerde. Çünkü izlemedim o filmi, bizzat içindeydim. Kast edileni çok iyi anlasam da inatla bu duygumu diri tutacağım. “Ölümler güzel miydi?” diyecekler, “ATM lerin parçalanması güzel miydi?” diyecekler, “Lobna’nın travması, gözlerinden olan, sakat kalan, derisi yanan, testisleri parçalanan insanların haline güzel mi diyorsun sen?” diyecekler. Ve daha bin acıyı önümüze sürüp “Bunlara güzel mi diyorsunuz?” diyecekler. Hayır! Ben acıya güzel demiyorum. Her anın kıymeti, anlamı, taşıdığımız yük, gördüğümüz ufuk, bulduğumuz can, kaldırdığımız baş hiç bu kadar beraber ve anlamlı olmamıştı diyorum.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Cumhuriyet

Paylaş.

Yanıtla