Yaşam Kaya
Antonin Artaud’un 1934 ‘yılında yazdığı Tiyatro ve Veba· (le C. Theatre et la Peste) isimli denemesinde yazar Tiyatro ile veba arasında benzerlikler kurmaktadır. “Gerçek tiyatro oyunu, veba gibi anlamların rahatını bozar, baskı altındaki alt bilinci özgürlüğe kavuşturur, kişiyi bir çeşit erkekçe başkaldırmaya götürür ve bir araya gelmiş topluluklara zor ve kahramanca bir durumu kabul ettirir.” der. Veba, uyku halindeki alt bilinçleri harekete geçiriyor ve ona karşı mertçe başkaldırıya götürüyor. Burada “başkaldırı” sözcüğünü özellikle kullanıyorum; çünkü saçmalık ve başkaldırı kavramları Antonin Artaud’nun felsefesinde önemli bir yer tutar. Bilinçaltında yatan uyaranlar ne denli şeffaf biçimde harekete geçerse o denli insanın bilinçüstünde anlam kazanacaktır. Kişisel algıların geri plana itildiği, sadece meta egosuna dayalı üretim/tüketim biçimlerine bolca gönderme yapan yazar, dönemin koşulları etkisinde veba salgınının toplumsal hiyerarşide nasıl bir iz bıraktığını teatral algılarla sorgular. Miskinlik içinde bulunan tekdüze hayat yaşayan insanlar veba belası ortaya çıkınca hayat bağlamında psikolojik sorgulamalar içine girer. Bu sorgulamalar hayatın tekrar eden yönlerini bir tiyatro sahnesindeki prova mantığında beyinlere kazır. İnsanın varoluşuna doğru uzanan bilişsel sorgu, Albert Camus’nun Veba adlı kitabında bahsettiği gibi, kişinin öz benliğinden toplumsal alanları eleştirmesine kadar uzanan bir takım devrimci duyguları açığa çıkaracaktır.
“Ben, jest ve davranış dilinin, dansın, müziğin bir kişiliği açımlamasının, bir oyuncunun insanlarla ilgili düşünceleri anlatmasının, bilincin açık ve kesin durumlarını sergilemesinin sözlü dile göre daha zor olduğunu elbette biliyorum, ama tiyatronun, bir kişiliği açıklamak, insansal ve tutkusal, güncel ve ruhsal nitelikli sorunların çözümü için var olduğunu söyleyen kim? Zaten günümüz tiyatrosu bu sorunlarla doludur.” diyen yazar, aslında Veba üzerinden yaşanılan kırılmanın tiyatro sahnesinde her daim var olduğunu, bunu insanların içe kapanık yaşadıkları izolasyon ile net olarak algıladıklarını dile getirir. Temelde her bireyin yaşamının vazgeçilmezi olan ‘Teatral Çağrışımlar’ tüm dünyayı esir alan Corona Virüs günlerinde iyice ayyuka çıkmışken, Veba üzerinden yürüdüğümüz örneklerin tamamını günümüz profilleri için de söyleyebiliriz.
Dünyanın tamamını etkisi altına alan Corona’nın imgesel anlamı, insanın dünyadaki metafizik yalnızlığını ve sözde kaderine bağlanarak acı çekmesini ifade etmesidir. Çin’in Vuhan şehrinden başlayarak insanın dış dünya ile irtibatının kesilmesi, saçmalığın kapalı dünyasını sembolize etmektedir. Camus Danimarkalı varoluşçu filozof Kierkegaard ve Alman filozof Heidegger’in varoluşcu felsefelerinin etkisiyle saçmalık felsefesindeki başarısızlık deneyimini genişletir. Camus üzerinden gidersek eğer; Corona hastalığı yaşadıklarımızın ürkütücülüğü karşısında dayanıksızlığımızı dile getirmekle kalmaz, aynı zamanda bu olayların anlaşılmaz karmaşası içinde şaşkınlığımızı dile getirir. Aslında Corona’nın didaktik gücü vardır, zira bizi dünyadan ayıran engeli ne kadar iyi tanırsak insanlıkla bizi bağlayan bağı keşfetmiş oluruz. Bireyin korku, kaygı, sorgulama konuları, yığına karşı çıkışı, yalnızlığı üzerine özellikle değinmeliyiz. Kişileri en iyi uyandırma aracı kaygılı korku ya da iç daralması (angoisse)dır. Her insanın içinde bu korku yerleşiktir. Ama bu korku ya da iç daralması, korkak ruhlar için değildir. Ancak insan bu korkuyu yüreğinde hissettiği bütünsel varoluşunun uyanıklığıyla birlikte sürdürebilir. Tiyatro tüm bunların açığa çıktığı, metafiziksel eylemlerin realist dünya bağlamında sorgulandığı tek çıkış kapısıdır. Kişilerde uyanan bilinç uğraşı, hayatla bağların kopma noktasına gelinen süreçleri sahnelerde enine boyuna irdeleyeceğimiz günler hemen önümüzde duruyor. İnsanların sorgulama biçemlerine hazırlıklı olduğunu düşünürsek, teatral isyanın kişisel psikolojik devinimle paralellik göstereceğini, bundan sonra sahnelerde ele alınacak konulara toplumun bakış açısının daha derin olacağını unutmamamız gerekir.
Antonin Artaud denemesine şöyle devam eder: “Eğer gerçek tiyatro veba gibiyse, bu onun bulaşıcı olduğundan değil, tıpkı veba gibi bir öldürücülük ortamının açığa vurulması, ileri sürülmesi, dışa doğru itilmesi olduğundandır; öyle bir öldürücülük ortamı ki onunla usun bütün bozuculuğu, bütün ayartıcılığı bir birey ya da bir ulus üzerine toplanır. Veba gibi kötülüğün bir zamanı, kara güçlerin baskın olduğu dönemler vardır. ( … ) Tiyatro da veba gibi, ölüm ya da iyileşme ile çözülen bir buhrandır. Onun ardından ya ölüm ya da tam bir aklanıp paklanmışlık gelir.” Artaud, tiyatro eyleminin veba gibi iyilik getirici olduğunu, çünkü insanların maskelerini düşürdüğünü, yalanlarını, miskinliklerini, alçaklıklarını ikiyüzlülüklerini açığa vurduğunu söyler. Böylece yüce ruhlu kişiler ile alçak ruhlu kişilerin vebaya benzeyen tiyatroda birbirinden açık bir şekilde ayrıldığı görülür. Yüce ruhlu kişiler, gizli yeteneklerini keşfederek kötü kaderlerine karşı kahramanca bir tavır sergilerler. Corona zamanıyla düşünseli karşılaştırdığım cümlelerim gösteriyor ki, aslında dönüşüm sadece olayların isminin değişmesiyle karşımıza çıkıyor. Salgın sırasında karaborsa yaparak insanların çaresizliği üzerinden prim yapanlar yakın zamanda tiyatro sahnesindeki yerini alacaktır, yığınlar Corona günlerinde kaybedilen insanların fiziksel yaşadıklarını değil, aksine toplumsal alanda yarattığı yıkıcı değişimi tiyatroda izleyecektir. Bireysel anlamda yaratılan izolasyon toplumsal anlamda yıkıcı etkiye sahiptir!
Camus, 12 Mart 1939 tarihinde yazdığı makalesinde “hayatın saçmalığını saptamak, bir sonuç değil aksine bir başlangıçtır…” derken insanın kötü kaderine karşı isyanını sanatta, özellikle tiyatroda net olarak göstereceğine işaret eder. İç sıkıntısından bilinçlenen insan, tiyatroda silkelenip başkaldırarak varoluşunun sırrına erecektir.