Berfin Zenderlioğlu’nun 14 Nisan 2020’de Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
Alışkanlıklarımızı, sevdiklerimizi ve dünyayı sorguladığımız bir zaman dilimi içinde debelenip duruyoruz. Covid-19 bizi, evlerimize, odalarımıza hapsetti. Çoğumuzun zaten kaygılarla dolu hayatına bu virüsle birlikte yenileri eklendi. Tiyatro ve tiyatrocuların yeni süreçte başına neler geleceği, nasıl bir yol alacağı ve bu durumun neye evrileceği kocaman bir soru işareti olarak orta yerde duruyor. Kimimiz kendimizi diri tutmak adına sosyal medyada yapılan canlı yayın sohbetleri gerçekleştirirken, kimimiz kendimizi dizilere ve filmlere adadı. Kimimiz sadece durmak istediğini keşfedip, hiç değilse evde kalma lüksüne sahipken, kimimiz her zamanki gibi çalışmak zorundaydı.
Peki sonuç? Birileri içeride kendini korumaya çalışırken birileri de dışarıda büyük gözetim altındaydı.
Ah! Bize düşen, bu kaosun içerisinde “Evde kal” diye yükselen seslerin ülke gerçekliğinden ne kadar uzak olduğunu tabiatımıza fısıldamaktı.
Bizim kuşak açısından her daim çekiciliğini koruyan “sokaklar”, her an sosyal mesafeyi korumamız gereken ürkütücü alanlara dönüşüyor. Herkes kendi çemberinin içinde dönüp dolaşıyor Sisifos gibi. Çember aynı olsa da, geçtiğimiz düzlem bizde farklı şeyler yaratıyor. Belki de yeni olan “ben”imizi bu süreçte, kendimizi izole ettiğimiz alanlarda inşa etmeye başlıyoruz. Virüs aracılığıyla işgal edilen hayatlar, kurulu “düzeni” bir anda alt üst edip başka bir “kaotik düzen” yaratıyor.
Tiyatronun “doğasına” aykırı olan sanal ve dijital araçların, bu yoksunluk içerisinde tiyatrocular nezdinde nasıl bir karşılık bulacağı da kafa yorulması gereken meselelerden.
Tiyatronun zaman, dil ve seyirciyle hemhal olma arayışları…
Tiyatro kendi “özgürlük alanını” yarattıktan sonra, belki hiçbir iktidar mekanizması ya da siyasi odak, sanatı ve sanatçıyı bu şekilde kuşatıp evlere kapatamamıştı. Çağımızın yeni hastalık biçimi olan virüslerin yarattığı mutasyon, görünen o ki tiyatrocuları, tiyatro sahnelerimizi ve seyircimizi büyük oranda olumsuz bir şekilde etkileyecek. Zaten tamamen seyirci desteğiyle ayakta kalan, inatla yoluna devam eden özel tiyatrolar, birer birer sahnelerini kapatmak ve oyunlarını iptal etmek durumunda kaldılar. Ülkeyi yönetenlerin kültür-sanat politikasızlığından yakınan bağımsız tiyatrolar, maalesef böylesi bir süreçte bile “ticari kurum” muamelesi gördüler ve şu ana kadar hiçbir iyileştirme ve maddi destek alamadılar. Böylece, iktidar nezdinde “gözden çıkarılabilecek” kurumlar arasındaki yerlerini aldılar.
Koronavirüs ile birlikte, evlerde iletişimi türlü performanslarla yakalamaya çalışan tiyatro gurupları ve tiyatrocular, böylesi dönemlerde “sanatın iyileştirici ve rehabilite eden” yönünü yeniden açığa çıkarmaya çabalıyor Seyirciyle hayat bulan, canlı ve interaktif olan tiyatro, diğer sanat dalları gibi bu karanlık günlere karşı yeni bir dil arayışı içerisine girip, bir bakıma “bir direniş alanı” yaratıyor kendisine. Şimdilik bu arayış, dijital medya ve instagram üzerinden kendisine alan buluyor. Umudumuz en kısa sürede “canlı ve gerçek” olan sahnelerde, mekanlarda, seyircimizle sanaldan uzak, doğal bir iletişim yakalayabilmek. Öz’e dönmek.
Gerçeklik zemininin bu kadar kaydığı, etrafımızdaki hayatın neredeyse her anının “kurgusallığa” dönüştüğü bu dönemde, yaşadığımız topraklarda ve tüm dünyada sanatı ve tiyatroyu nereye oturtacağımızın arayışı halindeyiz. Ne için tiyatro sorusunun yanı sıra, nasıl bir tiyatro yapacağımızı sorguluyoruz. Özellikle güncel ve sahne sanatları gibi dilini, kurgusallığını alımlayıcısıyla aynı anda, aynı mekanda ve canlı olarak paylaşan sanat dallarında, yeni bir dili nasıl oluşturacağımız büyük önem kazanıyor.
Öte yandan, devletin bu dönemde acilen, diğer dünya ülkelerinin yaptığı gibi özel tiyatroların ayakta kalabilmesini sağlayabilecek “ekonomik desteği” oluşturması gerekiyor. Kurum ve bağımsız tiyatrolar arasında hakkaniyetli bir dağılıma gidilmeli; tiyatroyu profesyonel anlamda icra eden sanatçılar, kültür ve sanata ayrılan fonlarla desteklenmelidir.
Huzursuzuz… Maalesef evlerimizde güvenle oturamıyoruz. Tiyatronun ve tiyatrocuların bu kadar kaygan bir zemin üzerinde, güvencesiz bir ortamda olması, geleceğe dair tiyatro yapabilme olanaklarımız konusunda kaygılarımızı artırıyor. Özel tiyatro ve sahnesi olan tiyatrocular için henüz iyileştirme çalıştırılması yapılmadı. Freelance çalışanlar için bu muğlaklık çok can sıkıcı. Tiyatrocular arasındaki “mesleki dayanışma” daha da güçlenmeli. Böylesi bir dönemde bizi “dayanışmanın” kurtaracağının farkındayız. Yalnız yürümediğimizi bilmek ve dokunabileceğimiz omuzların varlığı her zamankinden daha kıymetli.
Bu ve tüm zamanlar için, insani koşullarda daha sağlıklı sanatsal üretimler için, hakkımız olan ekonomik desteğin sağlanmasını talep ederek “Bê Şano Nemînin!” (Her Daim Tiyatro!) diyorum.