Fatih Gençkal
Şamil Yılmaz’ın yazıp yönettiği, Sezen Keser’in oynadığı Dansöz, zihnimde ve kalbimde bir şeyleri harekete geçirdi ve beni, bir eleştirmen olmamama rağmen, oyunun bende yarattığı etki üzerine yazmaya itti. Bu, oyunu çeşitli yönleriyle analiz eden bir eleştiri yazısı değil, eserin genel yapısına dair kişisel fikirlerimin, tiyatroya dair fikirlerim bağlamında ortaya döküldüğü bir deneme. Umarım eser üzerindeki tartışmalara ve eserin yaratıcı ekibine bir katkısı olur.
Dansöz oyununun başında elinde bıçak, üstü başı kan boyası içinde geri geri sahneye girerken hesaplı bir düzensizlikle aldığı nefeslerden, şoke olmuş birini bize gösteren kekeleme vurgularına, ilk andan itibaren çok net olarak bir oyuncu performansı izliyoruz. Öncelikle oyuncu ne yaparsa yapsın bana tüm ‘gerçekliğiyle’ göstermeye çalıştığı bu karaktere, bu ‘gerçekliğe’ beni inandırmaya çalışmasının beyhude bir çaba olduğunu düşünüyorum. Yine de bu çabanın değerini teslim ediyorum. İzlemeye devam ediyorum ve izledikçe bu yola baş koyan oyunun, oyuncu performansı ile yaratmaya çalıştığı ilüzyonu gerçek diye seyirciye dayatan bir pozisyonda olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Dansöz, karşımızda gerçek bir karakter olduğu ilüzyonuna bizi inandırmakla o kadar meşgul ki oyuncunun bu çabasının başlı başına performatif bir şey olduğuyla da hiç ilgilenmiyor.
‘Role girme’, o karakter ‘olma’, herşeyi ‘gerçekçi’ şekilde sergileme tavrı, tiyatroda çokça karşılaştığımız bir tavır. Bu oyunu izlerken bu tavır, insanların ‘gerçek’ ile bunun dışında bir yolla temas ettirilemeyeceği inancına dayanıyor olabilir mi diye düşündüm. Bu, inanç, ya da önyargı, oyunda oldukça tahakkümcü ve hatta saldırgan bir tavrı ortaya çıkarıyor. Seyirciyi oyunda defalarca tekrar edildiği gibi ‘bakan’ (ama bana kalırsa hikayeye ya da karaktere değil oyuna bakan, hatta maruz kalan) pozisyonuna, oyuncuyu da o karakterin gerçek hayatta muhtemelen anlatmayacağı, anlatsa da muhtemelen hikayesinin bu noktasında bu şekilde anlatmayacağı bir hikayeyi ‘gerçek’ kılmak gibi imkansız bir görevi gerçekleştirmeye çalışan bir konuma kilitleme tavrı. Bu denklem içinde seyirci olarak pek nefes alma alanı bulamadım, oyuncunun da bulabildiğini sanmıyorum. Oyunun konusunun ya da karakterin yaşadıklarının bana verdiği histen bahsetmiyorum, oyunun tavrının bana dayattığı histen bahsediyorum. Bana şiddetle dayatılan ‘gerçeklik’ hissinden. Karşımdaki oyuncu titreyerek, inleyerek, bağırarak bana birşeyler anlattıkça, canlandırdığı ‘karakter’i ve beni rahat bıraksa da olabilecek en nötr şekilde bu metni okusa anlatmak istediği şeyi çok daha iyi duyabilirim ve hissedebilirim gibi geliyor hatta.
Bu yüzden ben bu işi izleyince omzuna yüklenen imkansız bir görevin altında ezilen bir oyuncu görüyorum ve bu benim anlatılmak istenen ‘gerçek’ her neyse onunla temas etmemin önündeki bir engel. Yine de bu aslında bilinçli bir tercih olabilirdi. Çünkü bu, karakterin anlatılan hikayede altında ezildiği seyirciye bakma baskısı ile çok paralel bir durum ve tam da bu haliyle oyuna hizmet edecek şekilde kurgulanma potansiyeline sahip. Oyun özellikle ‘bakış’ın içerdiği şiddetle ilgiliyken, kendi yarattığı şiddetin de farkında olup onu da iletişim katmanları arasına ekleyebilse nasıl olurdu? Bence anlatılan karakterden daha gerçek, şu an ve burada olana dair bir şey bu. Ama oyun o alanlardan, şu an ve burada olan hakikatten çok anlatmaya and içtiği kalıplarla ilgileniyor ve aslında anlatmak istediği şeye çok daha farklı bir boyuttan hizmet edebilecek muazzam bir potansiyeli de gözden kaçırıyor.
Maalesef ben bu haliyle izlediğim şeye inanmıyorum ve ondan uzaklaşıyorum. Ne kadar iyi icra edilirse edilsin.
Oyundan sonra şöyle düşündüm: güncel tiyatro (ya da dans ya da performans vs.) icra eden kişilerin aklından çıkarmaması gereken en temel bilgi, bir grup insanın işinden gücünden çıkıp önceden hazırlanmış birşey izlemek üzere bir yerde toplandığı bilgisi bana kalırsa. (Bu formun dışında kalan işleri, bu yazının çerçevesi gereği ayrı tutuyorum.) Bu insanlar bir şey izlemeye gelmişler. Neden gelmişler? Ne bekliyorlar? Ben burada neden varım? Ben ne bekliyorum? Bugün, bu odada, bu insanlarla nasıl iletişim kuruyorum? Bu soruların cevapları oyunda anlattığımızı düşündüğümüz şeylerde değil bence. Bu sorular, sahnede gerçekleşen eylemin (tiyatro yapma eyleminin) kendisinin şu an burada neden var olduğunu bize sorgulatabilecek ve kendi yaptığımız işi de sorunsallaştıran sorular. Ve bana heyecan veren işler de bu sorgulamayı cesaretle yapabilen ve bunun kılavuzluğunda çeşit çeşit formlarda gerçekleşebilen, tasarlanmış ama her olasılığa açık deneyimler. İzleyiciyi kurgu dünyası ile bulunduğu an arasında götürüp getiren deneyimler.
Bence Dansöz, çok farklı boyutlara açılabilecek, çok daha derin bir deneyim sunabilecekken bir ilüzyonla yetiniyor ve bu anlamda kaçırılmış bir fırsat olarak karşımızda duruyor.
Canlı icra edilen sanatların etkisi üzerine çokça düşündüğüm bu aralar bunları telaffuz etmeme yardım ettiği için Dansöz’e teşekkür ederim.