Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI) tarafından 1962’den bu yana kutlanan 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nün uluslararası mesajını bu yıl, Havana’daki Argos Teatro’nun kurucusu ve sanat yönetmeni, Kübalı yönetmen, oyun yazarı, tiyatro eğitimcisi, akademisyen Carlos Celdrán kaleme aldı. Türkiye Ulusal duyurusunu ise, değerli akademisyen, yazar ve eleştirmen Prof. Dr. Hülya Nutku yazdı.
Okuyucularımızla bu bildirileri paylaşırken, herkesin 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyoruz.
2019 DÜNYA TİYATRO GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ
Carlos Celdrán, Küba
yönetmen, oyun yazarı, tiyatro eğitimcisi, akademisyen
Ben tiyatroya daha gözümü açmadan ustalarım oradaydılar. Kendi yaşamlarının kalıntıları üzerinde kendi evlerini ve şiirsel yaklaşımlarını inşa etmişlerdi. Pek çoğu bilinmez veya belleklerimize nadiren düşer isimleri: Onlar sessizlikten yola çıkarak, prova salonlarının alçakgönüllü dinginliğinde ve tıklım tıklım dolu tiyatrolarda çalıştılar. Yıllarca çalışıp olağanüstü işler başardıktan sonra, önce bu mekânlardan yavaş yavaş silindiler, ardından da yitip gittiler. Benim yazgımın da onların ayak izlerinden ilerlemek olduğunu anladığımda, onların eşsiz ve yürek burkan geleneğinin mirasçısı olduğumu da idrak ettim: yeniden üretilmesi olanaksız anların saydamlığına erişmekten başka bir umut beslemeden şimdide yaşamak. Bir tiyatronun gölgesinde, gerçeği ortaya çıkaran bir sözün, bir jestin sahiciliğinden başka bir koruma olmadan, öteki ile bir anlık buluşmak.
Benim tiyatromun ana vatanı, kentimin en çeşitli semtlerinden bize eşlik etmek ve birkaç saati, birkaç dakikayı bizlerle paylaşmak için her akşam tiyatrolarımıza gelen seyircilerle buluşma anlarıdır. Benim yaşamım ben olmaktan, kendim için acı çekmekten çıktığım, tiyatro eğiliminin manasını anlayarak yeniden doğduğum o benzersiz anlarla inşa ediliyor: O mana, projektörlerin ışığı altında söylenenlerin ve yapılanların sahici olduğu, içimizdeki en derin ve en kişisel parçayı yansıttığı gelip geçici anların saf hakikatini yaşamaktır. Benim ve aktörlerimin tiyatrosunun ana vatanı, masklarımızı, süslü sözleri, olduğumuz kişi olmaktan duyduğumuz korkuyu soyunduğumuz ve karanlıkta el ele tutuştuğumuz o anlardan dokunmuş bir ülkedir.
Tiyatro geleneği yataydır. Hiç kimse dünyanın tiyatro merkezinin herhangi bir kentte, herhangi ayrıcalıklı bir binada bulunduğunu ileri süremez. Benim algıladığım şekliyle tiyatro, onu yapanların yaşamlarını ve bu sanatı tek bir birleştirici davranış içinde harman eden gözle görünmez bir coğrafyada yayılır. Her tiyatro ustası taklidi olanaksız feraset ve güzellik anlarını mezara götürür, her biri aynı biçimde silinir gider, onları koruyacak ve yüceltecek başka bir üstünlükleri yoktur. Tiyatro ustaları, işimizin kökü olan şu gerçek dışında hiçbir takdir biçiminin geçerli olmadığını bilirler: eğreti bir kırılganlığın bağrında hakikat, çokanlamlılık, güç, özgürlük anları yaratmak. Bunlardan geriye, yaptıkları hakkında silik bir fikir veren haberler, fotoğraflar veya video kayıtları dışında hiçbir şey kalmaz. Ama o anların ne başka bir dile aktarılabileceğini ne de başka bir yerde bulunabileceğini, paylaşılan bu hakikati bulmanın bir yaşam deneyimi olduğunu, hayatın kendisinden daha duru, anlaşılır birkaç saniye oluşturduğunu idrak eden seyircinin verdiği sessiz yanıtlar o kayıtlarda eksiktir.
Tiyatronun kendi başına bir ülke, dünyayı kaplayan uçsuz bucaksız bir diyar olduğunu anladığımda, içimde doğan karar aynı zamanda bir kurtuluştu: Bulunduğun yerden uzaklaşmaya, koşturmaya hatta yer değiştirmeye hiç gerek yok. Seyirci senin var olduğun yerdedir. İhtiyaç duyduğun arkadaşların yanında. Orada, evinin dışında, içine nüfuz edilemez, ışık geçirmez gündelik gerçek bulunuyor. Dış görünüşteki bu hareketsizlik üzerinde çalış ki en büyük seyahate çık, Odysseia’ya, Argonotlar’ın yolculuğuna yeniden başla. Senin dünya gerçekliğini durmadan yoğunlaştırıp sağlamlaştırırken, yerinden kıpırdamayan seyyah ol. Senin seyahatin anlara, benzerlerinle buluşmaya yöneliyor. Senin seyahatin onlara, onların gönüllerine, onların öznelliklerine yöneliyor. Onların içinde, duygularında, uyandırdığın ve bir araya topladığın hatıralarında çıkılan bir yolculuk. Seyahatin baş döndürücü, hiç kimse boyutlarını ölçemez veya onu susturamaz. Kimse onun gerçek değerini de biçemez, bu senin halkının imgeleminde çıkılan bir seyahattir, en uzaktaki toprağa, seyircilerinin yurttaşlık bilincine, insani ve etik bilincine ekilen bir tohumdur. Ben de sürekli kendi evimde, benimkilerle birlikte, bir dinginlik görüntüsü içinde gece gündüz çalışarak, hiç yerimden kıpırdamıyorum çünkü hız ve ayağına çabukluğun sırrına vakıfım.
(Çeviren: Ali Berktay)
2019 DÜNYA TİYATRO GÜNÜ ULUSAL DUYURUSU
PROF.DR. HÜLYA NUTKU
Merhaba…Sizlere Egenin incisi, ülkemin üçüncü büyük kenti, yeni oluşan gökdelenlerinin yanında, Büyükşehir’e yakışan şehir tiyatroları bile olmayan İzmir’den sesleniyorum.
Tiyatro sanatının toplumları sağıltan, bireyleri düşündüren, topluca katılımı sağlayan, takım ruhuyla yapılan, bir o kadar da izleyenleri ortak paydada birleştiren yapıcı gücünü reddedenler, bugünün gelişmemiş toplumlarıdır.
Yüzyılın önemli yazarlarından biri olan Anna Seghers “Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuz o denli büyük” demiştir. Bunu sadece sanatı üretenler ve icra edenler için değil, o ülkeyi yönetenlerin de bu sorumluluğu duymaları için söylemiştir.
Yönetici erkin, sanat üzerindeki baskısı da bu sanatın yapıcı gücünün hissedildiği süreçten bu yana ağırlığını hissettirmektedir. Tiyatromuzun mimarı Muhsin Ertuğrul ustamızın dediği gibi, kısaca, “fırın açmayan ülkede insanlar aç kalır, ölür ama tiyatro açmayan bir ülkede insanlar ruhen aç kalır, birbirini öldürür.” Bu nedenle, şiddete eğilimli bir yüzyıldan geçtiğimiz gerçeğini baz alırsak, bunun ne kadar doğru olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bir süre sonra insanoğlunun anlamsız bir yokediciye dönüşmesi tehlikesine karşılık yine Muhsin Ertuğrul, insanoğlunu “hoyratlıktan kurtarıp insanlık düzeyine” çıkarmanın da yolunun tiyatrodan geçtiğini belirtmiştir.
Ülkemizde bölge tiyatrolarına duyulan gereksinim her geçen yıl ağırlığını hissettirmektedir. Yazarları ve oyuncuları dizilere yönelten de bu eksikliktir. Dizi- Sinema- seslendirme ve reklam sektörünün olduğu merkezde toplanmak ve iş çıkacak diye beklemek zordur. Oysa oyuncular bilir ki, tiyatro canlı yapılan bir sanattır, süreklilik ister, oyuncu-seyirci birlikteliği de bu sanatın özünü oluşturur.
Durmadan televizyona, boyalı basına, tablete, bilgisayara bakan gözler, tiyatroya çevrildiğinde orada hayat vardır. Üstelik, gerçek hayat oradadır çünkü günlerce prova edilmiş, emek verilmiş, estetize edilerek sunulmuş, gerçek hayattan daha gerçek bir paylaşım sözkonusudur. Bu yüzden tiyatro izleyeni manüple etmez, algı operasyonu yapmaz, inançlarla oynamaz, hatta tiyatro gerçeği gizleyen örtüleri kaldıran bir sanattır.
Ekonomisini düzeltmek isteyen toplumlar, sanatın kalıcılığını bildikleri için sanata, tiyatroya verdikleri değerle yücelmişlerdir. Klasikleşen yapıtlar, adı yüzyıllardır yaşayan yazarlar, efsane oyuncular bunun kanıtıdır.
Tam tersine yönelen toplumların arkada bırakacağı birşeyleri yoktur. Sanat toplumlara bir armağandır. Sanatın yaratıcı gücü dünyaya renk ve anlam katar. Durup düşünecekleri, konuşup paylaşacakları, eleştirip düzeltecekleri bir dünya yaratır onlara… Tanış olma fırsatı verir. “İnsanın olduğu yerde yine insanı kurtaracak olanın insan olduğu” bilincine vardırır. Bu nedenle Peter Brook’un dediği gibi “tiyatro saniyelerle gelişen bir devrimdir.” Yaşamın kırılma noktalarını ilham alarak, eskimeden yoluna devam eder.. Bizler bugün insanların farkındalığa sahip olması ve empati kurması gereken bir çağdayız.
Ülkemizde 12 Eylül’ün yarattığı içe dönük bir toplum, giderek daha hoşgörüsüz ve sevecen yaklaşımlardan uzaklaşmaktadır. Ve giderek bilimden sanattan uzaklaşan toplum sistemsizliği, bilgisizliği, sıradanlığı öneren bir sistem içinde uyutulmaktadır. Oysa tiyatro toplum bilinci aşılar.
Bilgi bir hazinedir ama makineleşen dünyada bilgi teknolojiye kazandırdığı ivme ile insanı geri plana itmektedir. İnsanlığın kurtuluşu bu nedenle onlara sanat yoluyla ekip olmayı, yaptığına inanmayı, becerisinin sınırlarını, unuttuğu değerleri, belleksiz toplumlara hafızasını yeniden yoklamayı, özgün olmanın önemini, hepsinden daha fazla da şişmiş egolarımızdan kurtulup başka insanlarla bu dünyayı paylaştığımız gerçeğini öğretir.
Aksi takdirde makineler, robotlar dünyayı ele geçirirken, biz hala ilkel olanla uğraşıp, dünyayı dinin, ekonominin ya da rant peşinde koşan kapitalist sermayenin veyahut da başa geçen iktidarların kurtaracağı sanrısı içinde seyirci iken bu güçler, medya aktörleri yoluyla hikayemize son noktayı koyarlarken, bizler sadece seyirci olarak kalırız. Şunu bilmeliyiz ki, başka bir dünya yok. Bu yüzden, inadına tiyatro yapan, sanat yoluyla tüm olumsuzluklara direnen başarılı sanatçılarımız sayesinde dünyamızın güzelleşmekte olduğunu bizler biliyoruz ve bildirmek istiyoruz.
Bir ülkede yaşayan insanları geliştirecek olan sanatın gücünü farkeden liderler sanatı destekler, bu gerçeği gören Atatürk sanatı bir ulusun “can damarı”olarak nitelendirmiştir ve tiyatro için “Bir milletin kültür seviyesinin aynasıdır” demiştir.
Bu sanata emek veren tüm dostlarımızın bu güzel günlerinin, yalnızca bugün değil, yılın tüm günlerine yayılması dileğiyle bu anlamlı günü fırsat bilerek, sahnede oynayanlar kadar, dünyadaki rollerini barış ve mutluluk adına üstlenmiş tüm insanların 27 Mart’larını içtenlikle kutluyorum.
Prof. Dr. HÜLYA NUTKU