Bahar Çuhadar
Müziğiyle memleketin her kesimine değen, gelgelelim çok sevdiği memleketinde kendine bir köşe bulamayan ve sürgünde, henüz 43 yaşındayken hayattan ayrılan bir isim Ahmet Kaya. BGST Organizasyon ile An Yapım’ın ortak üretimi olan, ezgileri Kardeş Türküler’in emanet aldığı ‘Hep Sonradan’; kolektif hafızamızın biriciklerinden Kaya’yı ‘müzikli oyun’ formunda karşımıza çıkarıyor.
‘Hep Sonradan’, bir ‘Ahmet Kaya müzikali’ değil. BGST’den Metin Göksel’in rejisörlüğünde Funda Alp, Didem Kaplan ve Cüneyt Yalaz’ın kaleme aldığı metin ve Kardeş Türküler’in canlı yorumladığı Ahmet Kaya şarkıları eşliğinde Türkiye’nin yaralarına ama en çok da sürgünlüğe ve memleket hasretine dair bir çalışma. Dramaturgide Beliz Güçbilmez’in imzası var. Karma bir ekibin elinden, son derece sıkı bir yüzleşme çabası.
Hikâyelerle Şarkılar Kol Kola…
Malatya’dan çocukluk arkadaşı Kaya’yla Paris’te sürgünde ortaklaşan Salih’in evindeyiz. Bir mülteci olan yardımcısı Pınar’la birlikte, 20 sene sonra göreceği çocukları Feride, Yusuf ve Serhat’ı bekliyor Salih. Unutmamak için yüzlerce sayfaya döktüğü her şeyi anlatacak onlara. Açlık grevinden ‘yadigâr’ Korsakoff sendromu artık aklını karıştırıyor çünkü. Ahmet Kaya’nın şarkılarıysa anımsamasına yardımcı. Çocuklar babaya öfkeli; anlamıyorlar. Sonradan anlayacaklar… Baba Salih ‘en baştan’ anlatacak çünkü hep ‘en baştan başlamak lazım’…
‘Hep Sonradan’ çok güçlü bir iş. Kardeş Türküler, Salih’in hikâyelerine usulca yerleşen şarkılarla (Arka Mahalle, Büyüdün Bebeğim, Memleket Hasreti, Giderim, İçimde Ölen Biri Var, Fosso Necdat, Beni Bul Anne…) ‘ciğer delme’ etkisi yapıyor.
Ama bir de Salih’in kendi yaşamını anlatırken, aslında memleketin unuttuklarını çocuklarına aktardığı kısımlar var ki, oyun asıl gücünü oralarda topluyor. Salih ve Ahmet Kaya şarkıları, bu ülkeden gitmek zorunda kalmayı, memleket ve evlat hasretini anlatırken, oyun bugüne de dokunmayı başarıyor.
‘Hep Sonradan’ı bir parça zayıflaştıran şey, hikâyenin bir türlü açılamaması. Salih’in çocuklarının babalarıyla gergin ilişkileri, sahne üstü aksiyon, diyaloglar başlarda göz yorup akıl karıştırıyor… Naz Erayda’nın kâğıtlarla yarattığı fon ve Cem Yılmazer’in bu fonu hareketlendiren zekice ışık tasarımı ne kadar çarpıcıysa, sahnedeki kâğıtların durmaksızın havalara fırlatılması da tekrarlandıkça etkisini yitiren bir efekt. Ahmet Kaya’nın mezarına gönderme yapan dekorun etkisi, yorucu hareket düzeni sebebiyle bir parça azalıyor.
Salih’in anılarına eşlik eden, BGST oyunlarından aşina olduğumuz stilize dans koreografisi ve seyirciye imge takviyesi yapmayı görev edinen objeler de akışta sapmalar yaratıyor. İşin en güzel tarafı şu ki, oyun ilerledikçe bu parçalanmış ailenin öyküsü, oyunun ana meselesi ve Ahmet Kaya müzikleri bütünleşmeyi başarıyor. Ve Salih son anda ‘bir yanımızın bahar bahçe’ olduğunu aklımıza düşürüveriyor. ‘Hep Sonradan’ı görün. Belki ‘en baştan başlamak’ için hepimize bir heves gelecek çünkü. Ahmet Kaya iyi ki geçmiş bu ülkeden, iyi ki Kardeş Türküler var…